ÇATIŞMA ORTAMININ DEĞİŞEN KARAKTERİ
Dünya 21. yüzyıla iyimser umutlar ile girmişti.
Demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları konusunda önemli beklentiler vardı.
Barış, huzur, refah, zenginlik bir temenni olarak sıkça ifade ediliyordu.
Sonra her şey alt üst oldu. 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere yapılan küresel terörist saldırı bir anda iyimser umutların uçup gitmesine ve yerine geleceğe yönelik karamsar duygu ve düşüncelerin yükselmesine yol açtı.
Sanki ikiz kulelere çarpmanın şiddeti ile Dünya 20. yüzyılın geleneksel anlayış ve alışkanlıklarından çıkarak, hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi.
Bu değişim ve dönüşüm süreci, dev bir okyanus dalgası gibi önünde duran bütün geleneksel düşünce, uygulama, yönetim, üretim ve tüketim kavramlarını değiştirmeye ve dönüştürmeye başladı.
Kişi, kurum, şirket ve devlet yapıları bu yeni süreci anlamaya ve algılamaya gayret gösterirken; üç anlayış ortaya çıktı: Geleneksel ve alışılageleni koruma, geleneksel ve alışılageleni allayıp pullayıp değiştik diye sunma, değişimi doğru algılama ve uyum sağlama.
Beğenelim ya da beğenmeyelim bu yüzyıl 3. anlayışın egemen olacağı bir süreç olacaktır. Gidiş de o istikamettedir.
En tehlikeli olanı 2. davranıştır.
En zavallı olanı da 1. anlayıştır.
Bunları neden yazma ihtiyacı duyduk?
Birincisi, 31 Mayıs 2013 tarihinde başlayan ve bir anda bütün Yurt sathında ve küresel boyutta destek gören sosyal gösterilerin öne çıkardığı yöntemler ve sonuçlarıdır.
İkincisi ise, kısa bir makalenin düşündürdükleridir1.
Birincisi ile ilgili olarak çok şey yazıldı, söylendi. Burada sadece sonuçlarına ilişkin bir iki hususa değinmek uygun olacaktır.
Masum şekilde başlayan bir gösterinin çığırından nasıl çıkarılabileceği konusunda Dünya’ya ders verdik.
Bu gibi sorunların sorumlularının “sosyal paylaşım siteleri” olduğu konusunda inanılmaz bir görüş öne sürerek Dünya’nın parmak ısırmasına neden olduk.
Sorumluların “iç ve dış mihraklar” olduğunu söylemek suretiyle de gerçekte siyaset tarihimizde hep yinelenen ve ancak ne olduğu ve kim olduğu bir türlü anlaşılamayan bu şahısları/kurumları 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşıma başarısını gösterdik.
Doğrusu bireysel ve kurumsal olarak çok kötü bir sınav verdik. Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde özenle inşa edilen itibar kulesinin bir anda yıkılmasına neden olduk. Şimdi, önemli olan sorun da bu itibarın yeniden nasıl kazanılacağı meselesidir.
En basit ve yalın tanımlama ile yabancı ülke gümrük kapılarından sorgulanmadan geçebilmektir “itibar”.
Şimdi, yazının başlığı ile doğrudan ilintili olan konuya gelelim.
“Kara Afrika” kavramını duyuyoruz ve biliyoruz. Bu kıtada yaşayan insanların derisinin renginden mi yoksa yaşanan kara dönemlerin anısına mı böyle söylenmiştir, bilemeyiz. Ancak, bu kavram ezilen, kaynaklarına el konulan, köleliğe mahkum edilen, iç çatışmalar ile yoksul bırakılan insanları anımsatır bize.
“Afrika Kıtası” 21. yüzyılın öne çıkan bir konusu olarak bir kez daha Dünya’nın gündemine gelmiştir2.
Ancak, “Afrika Kıtası” hala iç çatışmalar, inanılmaz insan hakları ihlalleri, iç/dış kitlesel göç hareketleri yaşamaktadır. On yıllardır süren “barışı koruma”, “barışı inşa etme” hareketleri çok olumlu bir sonuç vermemiştir. Bütün bu olumsuzlukların giderilmesi ve istikrarın sağlanması öncelikli sorundur3. Bu da gelecek birkaç on yılın konusudur.
Yakın zaman içerisinde dikkat çeken önemli gelişme; tarihinde ilk kez bir askeri güç oluşturmak suretiyle bir Afrika ülkesinde “saldırı amaçlı” görev yapılması konusunda BM Teşkilatı’nın karar almış olmasıdır4. Bu görevlendirme ve yetkilendirme şekli bilinen ve alışılagelen BM barış gücü yapılandırılmasından farklıdır. BM bu kararı ile tarihinde “barışı koruma” ya da “barışı inşa etme” şeklindeki “edilgen” anlayıştan/konumdan çıkarak “etken” anlayışa/konuma geçiş yapmıştır5. Bu husus aynı zamanda BM Teşkilatı’nın geleceğe yönelik görev anlayışında da önemli bir değişime ve dönüşüme işaret etmektedir.
BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan karara dayandırılan “bir ülkedeki silahlı grupları” ve “yabancı silahlı grupları” “etkisiz kılma” ve “silahtan arındırma” faaliyetinin başarılı olması bir örnek oluşturabilecektir. Gelecekte “kriz bölgelerinde” sorunların çözümlenmesinde bu uygulama örnek alınarak girişimler başlatılabilecektir.
Bu uygulamalar ne anlama gelmektedir?
Önceki uygulamalarda “katılma arzusu” ile ülkelerin çok uluslu görevlere verdiği destek, artık BM Teşkilatı tarafından (şimdilik önceden politik çalışmalar yapılmak suretiyle) doğrudan üye ülkelerden talep edilebilecektir.
BM tarafından kontrol edilen “çok uluslu güç” dünyanın her noktasında sorumluluk alabilme imkanlarına sahip olabilecektir.
BM Genel Kurulu’nun küresel boyutta bir yasama organı, G8/G20 ülkelerinin bir yürütme organı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ve İnsan Hakları (bölgesel) Mahkemelerinin küresel boyutta mahkemeler olarak işlev gördüğü günümüz dünyasında, BM (askeri) Gücü de küresel bir askeri güç olarak kullanılabilecektir6.
Bütün bu gelişmelerin iyi izlenmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız.
Günümüzde çatışma kavramının sosyal/siyasal gösteriler ile birlikte düşük yoğunluklu çatışmadan, genel bir çatışma anlayışına kadar her aşaması artık değişmiş ve farklı bir karakter kazanmıştır.
Birçok konunun küresel boyut ve küresel karakter kazandığı bir süreçte çatışma ortamının değişen karakteri de doğru algılanmalıdır.
Ne Türkiye’de yaşanan sosyal gösterileri “çapulculuk” kavramı ile geçiştirebilirsiniz ve ne de BM Teşkilatı’nın “etkisiz kılma ve silahtan arındırma” maksatlı görevlendirme anlayışına görmezlikten gelebilirsiniz.
Bir ülkede yükselen sosyal tepkilerin dünyanın her köşesinden anında izlenebildiği, küresel boyutta desteklenmesinin mümkün olduğu bir noktaya gelinmiştir. Siyasal içerik taşımayan, evrensel ilkeler ve değerler üzerinden harekete geçen bir anlayış ortaya çıkmıştır.
Tarihsel süreç içerisinde ülkeler ya da ülke grupları arasında cereyan eden çatışmalar ise yerini küresel iradenin oluşturduğu meşru güç ile diğerleri arasında cereyan eden çatışmalara doğru bir devinim sürecine girmiştir.
Dünya değişmektedir ve dönüşmektedir.
21. yüzyılın önümüze çıkardığı/çıkaracağı riskler ve fırsatlar ile bunlara ilişkin süreçlerin 20. yüzyıl anlayışı ile algılanması ve yönetilmesi mümkün görülmemektedir.
Küreselleşen dünyada değişime ve dönüşüme karşı durma anlayışı bireysel, kurumsal ve ülkesel olarak yok olmayı kabul etme ile eş anlamlıdır.
Bir ülkenin dünyadan soyutlanarak, yabancılaştırılarak bu gelişmelerden uzak tutulabileceği şeklindeki anlayış ise sadece bir düştür.
Doğru olan dünyanın özümsediği evrensel ilkeleri yaşama geçirmek suretiyle değişimi ve dönüşümü dünya ile birlikte yaşayabilmektir.
Av. Reha Taşkesen
Ankara, 27.06.2013
1 The Economist, 15-21 Haziran 2013, S.14, “Art of Darkness”, “Kimse farkında değil ama, BM neredeyse ilk kez bir savaşa girmek üzere. Denemeye değer (bir oyun) gibi görülüyor.”
2 G8 Toplantısı Sonuç Bildirgesi, Lough Erne 2013, 18.06.2013, “Afrika, dünya ticaretinde, yatırımlarda ve üretimde artan payı ile geleceğin yükselen kıtasıdır.” (Africa is the next emerging continent, with a growing share of the world’s trade, investment and economic output.)
3 Dünya Bankası, Gelişme Göstergeleri 2012/2013, Afrika, “Ülke sayısı 54, nüfus 1 milyar, Yüzölçümü 29,4 milyon Km2, GSH/kişi 1,586 dolar. Gelir seviyesi/ülke dağılımı; düşük/26, orta-düşük/18, orta-yüksek/9, yüksek/1.
4 BM Güvenlik Konseyi 2098/2013 Sayılı Kararı, 6943. Oturum, 28.03.2013
M.9, “Kongo Demokratik Cumhuriyeti doğusunda Devlet otoritesine ve kamu güvenliğine tehdit oluşturan silahlı grupları etkisiz kılma sorumluluğuna sahip Müdahale Tugayı…”
M.12(b), “Silahlı gruplar tarafından oluşturulan tehdidi ortadan kaldırmak maksadıyla bu grupları etkisiz kılmak ve silahtan arındırmak…”
5 RT, “Müdahale Tugayı” Güney Afrika, Tanzanya ve Malavi devletleri tarafından teşkil edilecektir.
6 http://www.icc-cpi.int/EN_Menus/icc/Pages/default.aspx
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki 5 silahlı grup lideri (Thomas Lubanga, Bosco Ntaganga, Germain Kataganga, Mathieu Nqudjolo Chui, Callixte Mbarushimana) Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmış ve yargılanmaktadırlar.