YARGIÇ ATAMALARI VE YAVUZ HIRSIZ

~ 11.07.2009, Yeni Yaklaşımlar ~

Bu günlerde kamuoyunu meşgul eden yargıç ve savcı atamaları işlemleri Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu (HSYK), gündemin aktörleri arasına kattı. Konuyu hem mevzuat açısından, hem perde arkasında olup bitenler bakımından incelmek gereği duyduk.
HSYK çalışmalarını nasıl yürüttüğüne ilişkin düzenlemeler, Anayasanın 159. maddesinde, 2461 sayılı Yasada ve Kurulun kendisinin yaptığı iç yönetmelikte bulunmaktadır.
Anayasanın 140. maddesine göre; Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar.
Anayasanın 159. maddesine göre ise; mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adli ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar.
HSYK nun Başkanı, Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabii üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler.
2461 sayılı Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 10ncu maddesine göre;
Kurul; Başkanın, onun yokluğunda Başkanvekilinin daveti üzerine,
üye tamsayısı ile toplanır. Yargıtay ve Danıştay’a mensup asıl üyelerin Başkanlık ettiği hallerde veya yokluğunda toplantı yeter sayısının sağlanması için asılları yerine, Kurula kıdem sırasına göre yedekleri katılır.
Bakanlık Müsteşarının Kuruldaki üyeliği aslî görevi süresince devam eder. Müsteşar bulunmadığı zaman, kendisine vekâlet etmekte olan Kurula katılır.
Kurul kararlarını salt çoğunlukla alır. Üyeler kabul veya ret şeklinde oy kullanırlar. Çekimser oy ret sayılır.
Kurul Adalet Bakanlığında toplanır. Kurulun işleri Adalet Bakanlığınca yürütülür.
Yasanının 16ncı maddesine göre, Kurulda yapılan işlemler ve bunlarla ilgili görüşmeler gizlidir.
Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu İç Yönetmeliği’nin 3. maddesinde; Kurula ve itirazları inceleme Kuruluna Adalet Bakanının Başkanlık edeceği, Adalet Bakanının bulunmadığı zamanlarda Kurula Başkanlık etmek üzere seçimle gelen asıl üyeler arasında asıl ve yedek üyelerin tamamının katılması ile gizli oyla ve salt çoğunlukla bir başkan vekili seçileceği belirtilmiştir.
İç Yönetmeliğin 15. Maddesine göre, konular üzerinde görüşmeler tamamlandıktan sonra oylamaya geçilir. Aksine karar alınmadıkça oylama açık olur. Önce, usule ilişkin hususlar oylanır. Usul konularında azınlıkta kalanlar esas hakkında oylamaya katılmak zorundadırlar.
Başkan, Müsteşarın oyunu aldıktan sonra en kıdemsiz üyeden başlayarak oyları toplar ve en sonunda kendi oyunu kullanır. Üyeler, kabul ve ret şeklinde oy kullanırlar. Çekimser oy ret sayılır.
16. maddeye göre ise Kurul, kararlarını salt çoğunlukla verir.
Oyların dağılması halinde ilgilinin en çok aleyhinde olan oy çoğunluk meydana gelinceye kadar kendisine en yakın olan oya eklenir. Oylamanın sonucu Başkan tarafından saptanır ve açıklanır.
27. Madde gereğince Kurulun yazışmaları Adalet Bakanlığı’nca yapılır.
29. Maddeye göre de, Kurulda yapılan işlemler ve bunlarla ilgili görüşmeler gizlidir. Görev nedeniyle elde edilen bilgi ve belgeler görevden ayrıldıktan sonra dahi açıklanamaz.
Yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerinin yarattığı tablodan çıkan sonuç şu şekilde özetlenebilir.
a) HSYK bağımsız değildir. Kendi sekretaryası, personeli, bütçesi ve idari ve mali özerkliği yoktur. Bu sonuç, 1982 Anayasasının 1961 Anayasasının özgürlükçü yapısına tepkiden kaynaklanmıştır. 1982 Anayasasının en katı şekilde düzenlediği alanların başında yargı gelmektedir. 1982 Anayasası ile yargı bağımsızlığı, 1961 Anayasasına göre önemli ölçüde tırpanlanmıştır. Öyle ki, Anayasanın 140. maddesinin 6. fıkrasında; hakim ve savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı oldukları açıkça belirtilmiştir. Oysa 1961 Anayasasında böyle bir hüküm sadece savcılar için bulunuyordu.
b) Mevzuat gereğince Kurulu tam sayı ile toplandığından, Bakan ya da Müsteşar Kurulun toplantısına gelmezse (Müsteşar istemezse yedek göndermeyebilir) Kurul toplanamamakta ve karar alamamaktadır. Kurulun gündemini hazırlama yetkisi de Bakanlığa ait olduğundan sonuçta Bakanlık Kurulun toplanmasında ve kararların alınmasında belirleyici olmaktadır.
c) Hakim bağımsızlığı bakımından bir başka önemli nokta ise, denetim yapan müfettişlerin kime bağlı olduğu hususudur. 1961 Anayasasında yargıçları denetleyen müfettişlerin Hakimler Yüksek Kuluna bağlı olduğu belirtilmişken, 1982 Anayasasıyla yargıçları denetleyen müfettişler Adalet Bakanlığına bağlanmıştır.
d) Sonuç olarak, HSYK nun yedi üyesinden altısı yargıç sınıfından olmasına karşın, Sadece Bakanın tavrı nedeniyle seçimle gelen Kurul üyesi beş yüksek yargıcın varlığı hiçe indirgenebilmektedir.
Bu açıklamalardan sonra günümüzde yaşanan sorunun altındaki nedenler incelendiğinde karşımıza daha ilginç ve çarpıcı bir tablo çıkmaktadır.
HSYK da yapılan görüşmelerde, mahkemelerin / yargıçların bağımsızlığını ihlal etmekle HSYK nun yargıç üyeleri suçlanmaktadır. Her şeyin tersine çevrildiği günümüz ortamında, bağımsızlığı korumaya çalışanların ise Adalet Bakanı ve emrindeki müsteşarı olduğu ileri sürülmektedir. Oysa böyle bir garip iddia ancak pişkin bir ikiyüzlülüğe dayalı, arabesk kültür bağımlısı bir toplumda ileri sürülebilir ve yoğun dezenformasyon altında inandırıcı şekilde savunulabilir.
Aslında sorun çok açıktır. Türkiye de son üç yıldan beri gittikçe artan şekilde yargı siyasallaştırılmaktadır. Siyasallaşma, en yoğun şekilde, “ERGENEKON” adı ile bilinen dava çerçevesinde yürütülmektedir. Bu davanın savcı ve yargıçları, özellikle savcıları ile ilgili olarak toplumda bir kutuplaşma yaşandığı bilinmektedir. Bu konuda HSYK na yoğun şikayet başvurusu yapıldığı da bilinenler arasındadır. Bu atama döneminde ve kurulacak özel yetkili yeni mahkemelere yapılacak atamalarda Adalet Bakanı, yani mevcut hükümet, hem kendi yandaşı gibi gördüğü savcı ve yargıçları yerinde tutmak, hem de yeni kurulacak mahkemelere benzer kişileri atamak için diretiyor ve Kurul üzerinde açık baskı uyguluyor. Öyle ki, Kurula bir süre önce, bu hükümet döneminde, Cumhurbaşkanı Gül tarafından atanan Devlet Övünç Madalyası sahibi Yargıç Ali Suat Ertosun un Ergenekoncu olduğu iddiaları “yandaş” basında açıkça yer aldı. Adı geçen Kurul üyesinin davanın savcılarını değiştirmek istediği, böylece “bağımsız yargıyı” etkilediği ileri sürüldü. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi Kurul kararlarını salt çoğunlukla almaktadır. Yani bir kararın alınabilmesi için dört oyun bir araya gelmesi yetmektedir. Bu nedenle, çekişme sadece adı geçen Kurul üyesi ile diğerleri arasında değil, Kurulun yargıç üyeleri ile Bakan ve müsteşar arasında yani hükümet arasında yaşanmaktadır. Kaldı ki, davaya göre savcı ve yargıç seçmek, daha işin başlangıcında adil yargılama ilkesini çiğnemek anlamına gelmektedir. Çünkü atanan veya seçilen yargıcın anlayışına göre suç üretmek ya da suçu ortadan kaldırmak adalet kavramının doğasına aykırıdır.
Yargıç ve savcıların kimliklerinin öne çıkması, bu kimlikler üzerinden pazarlık yapılmasının gerisinde, gerçekte Cumhuriyet’in niteliklerini değerlendirmede ortaya çıkan anlayış farklılıkları mücadelesi yatıyor. Mevcut iktidar, kendi anlayışına bağlı olarak, şimdi de askeri ve sivil yargıda yapacağı düzenlemeleri hayata geçirmeye çalışıyor. Direnenlerin üzerine artık daha kararlı bir şekilde gidiyor. Ancak, Kurul içindeki bu çekişme alışılmadık şekilde uzayıp durum kamuoyuna yansıyınca, iktidar kısa bir geri adım atarak, ama taleplerinden vazgeçmeden özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yargıç ve savcıları atama işlemlerinin büyük kararnameden ayrılmasını kabul etti. Böylece 1332 yargıç ve savcıyı kapsayan kararname 21.07.2009 tarihinde imzalandı. Henüz özel yetkili ağır ceza mahkemeleriyle ilgili yargıç ve savcıların atama işlemleri tamamlanmış değil. Taraflar arasında bu konudaki mücadele sürüyor.
Bu noktada, sorunun düğüm noktası haline gelen özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yargıç ve savcılarının neden bu denli önemli olduklarına da değinmek gerekiyor.
Bilindiği üzere, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine kurulmuştur. Bu mahkemelerin kullandığı yetkiler diğer mahkemelere göre oldukça geniş olup, taktir hakkının kullanılması bakımından da daha rahat bir ortama sahip oldukları gözlenmektedir. Dolayısıyla, özellikle rejimin korunması ( Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkma ) kaygısı ile demokratikleşme kaygısı arasında bulunanlar bakımından bu mahkemelerin “ele geçirilmesi” önem taşımaktadır. Adaletin hukuku bakımından hazin olan budur.
CMK nun 250.maddesine göre, Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu veya kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar, devlete, anayasal düzene, mili savunmaya ve devlet sırlarına karşı işlenen suçlar, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanmaktadır. Özellikle 250. maddenin c bendinde belirtilen Türk Ceza Yasasının “İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç)” yukarıda sözünü ettiğimiz Türkiye’deki rejimin dönüştürülmesi projesinde kilit öneme sahip suçlar arasında olup, bu tür suçlamaların hangi amaçla yapılacağı büyük önem kazandığı gibi, bu yolla toplumdaki muhalefeti bastırmak mümkün olabilmektedir. Ergenekon adıyla bilinen dava veya soruşturmada, hukuk dışı örgütlenmelere, çeteleşmelere karşı dava açılmış görüntüsü verilirken, diğer yandan muhalifler benzer suçlamalarla susturulabilmektedir. Yargı yoluyla üretilen bu baskı, yapanlara görünürde meşruluk olanağı kazandırmış olsa da, bu durum, hukukun bir değer olmaktan çıkarak araçsallaşmasının üstünü örtmemektedir.
Mevcut iktidar, demokratikleşme ve sivilleşme adı altında henüz ne olup bittiğinin tam farkında olmayan bir kısım entelektüel çevrelerin desteğini arkasına alarak kendi amaçlarını gerçekleştirmek yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu bağlamda, Cumhuriyetin kurumları bir bir köşeye sıkıştırılmıştır. Alternatif bir muhalefet cephesi oluşturabilecek kamuoyu yapıcıları ve bu arada Üniversiteler, basın, toplumun örgütlü kesimleri hatta silahlı kuvvetler pasifize edilmiştir. Şimdi ise yüksek yargı yerlerinin yarattığı engel aşılmak istenilmektedir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay artık açık hedeftir. Yargıdaki iktidar mücadelesinin bu çerçevede süreceği anlaşılıyor. Pervasızlaşma o noktaya gelmiştir ki, bir yazar, yargıda (yargıç ve savcı olarak) Alevilerin genel nüfusa oranla daha fazla yer aldıklarını ileri sürecek kadar ileri gidebilmiştir. Bu günlerde HSYK üzerinden yürütülen mücadelenin arka planında görünenler bunlar.
Oysa hukuk tarihi, mahkemelerin bağımsızlığının iktidara karşı yürütülen bir mücadele olduğunu yazıyor. Uzak olmayan bir geçmiş bize bunu anımsatıyor. Ama şimdi her şey tersine çevrilmiş durumda, mahkeme bağımsızlığının yargıçlar tarafından çiğnendiği gibi garip bir iddiayı hükümet ileri sürüyor ve aymaz kamuoyu, yargıç atamalarına hükümet tarafından yapılan müdahaleyi mahkeme bağımsızlığı adına yapıldı olarak kabul edebiliyor. Ne yazık ki, Türkiye’nin hukuk kurumları, başta barolar, yargıya yapılan açık müdahale karşısında sessiz ve etkisiz bir izleyici durumundadır.
Yaşanan sorun özetlenmek istenirse, tek bir tümce, içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için yetmektedir: EVET, YAVUZ HIRSIZ EV SAHİBİNİ BASTIRMIŞTIR.

Hits: 1790