“Devrimci” eylemin bilançosu:
ABD yerinde duruyor!
Canlı bomba olmuş hasta, yaralı bir genç öldü ve öldürdü.
Oğluna Ecevit demiş 70 yaşında bir baba, Şanlı soyadının yoksul çoban hanesinde; “Bizi ve kendini ateşe attı. Devlete karşı boynum eğri” dedi.
Üç kuruş ücretle hedef tahtası gibi dikilen güvenlik görevlisi öldürüldü.
Vize kuyruğuna gelmiş genç bir gazeteci-televizyoncu Didem Tuncay yaralı; bir gözünü kaybedebilir.
Vize kuyruğundaki öğrenciler, öğrenci aileleri, işçiler ve başkaları da ölü-yaralı olabilirdi.
Bir eylemi her şeyin üzerine sıvamaya çoktan alesta mahfiller, kimseye zarar vermeden hayatları altüst edilmiş insanları savunan kimi avukatı bile, yargısız “terörist” ilan etti.
Kendi barışını da özlemiş, daha doğrusu kekelemiş bir ülkede; “terör” kelimesi ile “anti-terör” dilini zaten hazır bekleyen gündeme oturttu.
Davaların, duruşmaların üzerine bu kanı yaydı.
“Devrimci” eylemin bilançosu:
Canlı bomba genç paramparça; ücretli güvenlik görevlisi cansız; gazeteci için meslektaşları dua ediyor.
ABD yerinde duruyor!
***
Fakat “terör”ü “terör” olarak konuşmayı çok seven, “Elçilik önündeki patlama”yla sarsılan dünya, devletimiz ve milletimiz…
Bir dakika olsun başka “patlamalar”la da sarsılsa, belki de dünya ve ülke daha iyi bir yer olacak.
“Canlı bomba” ise, kendini yok ederken, sınıfa dair bu hakikatleri de un ufak ediyor!
***
İşgal edilen, halkları birbirine sokulan ülkelerde, canlı-cansız her bombayla sivilleri de katledenlerin cehennemi bir yana, bir de bizim yan var.
“Canlı bomba” saldırısı ve patlaması olurken…
Bu köşede, “canlı bombalar”ın arasına canlı canlı, zorla, emirle, apoletli dayatmayla tıkıştırılıp paramparça havaya uçurulmuş 25 asker vardı.
Onları oraya tıkıştıran, gece vakti, saçma bir denetim için, acemi askerleri bile patates soydurur gibi bomba tasnifine zincirleyen komutanların serbest kaldığı haberi vardı.
25 yıllık hayat arkadaşı, canı, kanı, yaşam kaynağı kocasından; miras diye, ellerine DNA tutuşturulan ailelerden acılı bir kadın vardı.
Bir “terörist” ABD elçiliği önüne saldırıp kendini paramparça yaparken, güvenlik işçisi bir canı da aldığında…
Gaziantep’te daha duman tütüyordu; “ekonomik patlama”da paramparça 8 işçinin henüz olay mahallini terk etmemiş ruhlarından.
Ya da takvimle tam beş yıl önce…
İstanbul Davutpaşa’da, maytap atölyesindeki patlamayla alev alev ölen 21 işçinin, 130 yaralının, henüz adaletini bulmamış yaralı, huzursuz, hor görülmüş ruhlarının “Uunutmayın, unutturmayın” çağrısı vardı memleketin bir köşesinde.
Adalet’in üzerinde, bu davanın bile ancak 2,5 yılda açılabilmesinin utancı vardı.
Bir başka “patlama”nın, “canlı piyasa bombası”nın, tam iki yıl önce 3 Şubat’ta Ostim-İvedik’te canını aldığı 20 insanın, yine huzursuz, yine davası kaçırılmış, yine adaleti esirgenmiş hatırası vardı.
***
“Terör”ün şiddetini, her yana verdiği acıyı, aldığı, kıydığı, tükettiği canları elbet kimse reddetmesin. (Tabii “terörle mücadele” adına “medeni” devletlerin, küresel, bölgesel, ulusal icraatını da!)
Ama ikiyüzlülük de olmasın Kamil!
“Terör” üstüne bin çeşit laf, kanun ve silah bulan küresel, yöresel, ulusal yüzsüzlük; o ikiyüzlü sivil ve askerî muktedir kibri…
Bu katliamlar için tek kelime etmiyor.
Sorumlu komutanlar serbest, yine emrediyor; sorumlu patronlar serbest, yine buyuruyor; sorumlu bürokratlar serbest, yine makamında oturuyor; sorumlu siyasetçiler serbest, yine kibir saçıyor!
Aha, can ise can; canlı ise canlı; bomba ise bomba; patlama ise patlama; ölü ise ölü; yaralı ise yaralı; katliam ise katliam; acı ise acı; masumlar ise masumlar.
Vicdanın isyanı tam olacak ki…
Ayrımsız bütün acılar kardeş, bütün kıyımlar kalleş sayılsın!
(Habertürk)