Andıç gazeteciliği aynen devam ediyor.
Andıç gazeteciliği sadece 28 Şubat denen bir baskı, tahakküm, karalama, itibarsızlaştırma, işsizleştirme sürecine mahsus değil.
Andıç gazeteciliğinin olması için ille şimdi birbirine giren paşalar, Karadayı, Bir, Özkasnak olması şart değil.
Andıç gazeteciliğinin olması için ille Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu ve arkadaşları ile “kartel medyası” olması şart değil.
Andıç gazeteciliğinin olması için ille Genelkurmay’dan gelen düzmece faksları “fak of” demeden “tak şak” diye dizmek şart değil.
Andıç gazeteciliğinin olması için imtiyazcı, egemen zümreci, darbeci cumhuriyetçi olmak da şart değil.
Pekala sen de yapabiliyorsun kardeş!
Daha beterini bile becerebiliyorsun!
***
Muktedir birilerinin, iktidarın, paşaların yahut kudretli emniyetçilerin eline, diline, beline tutuşturduğunu, manşetten-ekrandan gazetecilik diye kusuyorsan…
Andıç sana da mündemiçtir!
Eline, diline, beline tutuşturulanlarla insanları karalıyorsan, itibarsızlaştırmak için bin dereden çamur taşıyorsan…
Andıç postasından ibaretsindir!
Hakikatlerle iştigal yerine, hakkaniyeti işgal, istiskal, ilga ediyor; bir elin değme sansürcülere taş çıkartan bir makas kıvraklığına sahipken, diğer elin o makası insanların haysiyetine, hukukuna batırıp duruyorsa…
Andıç tetikçisi çıkmışsındır!
Bir takım güçlerin yapıp ettiğini meşrulaştırmak adına, bir karalama defteri gibi, bir karbon kağıtı gibi kapkara olmaktan hiç sıkılmıyorsan…
Andıç üstadı, yüksek andıç mühendisi bile olmuşsundur!
***
28 Şubat bin yıl sürmese bile; böyle haksız, ahlaksız, insafsız, imansız, izansız, vicdansız bir gazetecilik türü; kan ve çamur dokulu bir bayrak gibi elden ele, dilden dile, omurgasız belden bele, o cepheden bu cepheye devrediliyor.
Geçmişte bunu sözde etik, sözde meslek ahlakına uymayı taahhüt etmiş gazetecilik, sözde cumhuriyetçilik adına yapıyorlardı…
Şimdi sözde sağlam ahlak yapısı, sözde hakkaniyetli, sözde vicdanlı muhafazakârlık adına sürdürüyorlar.
İki benzemez sanıyorsun…
Aynı tornadan çıkmış gibi yuvarlanıp bir ötekini buluyor.
Helal olsun!
Aferin size!
Birbirinizi karşı cephelerde sanıyorsunuz ama bu zaviyeden bakınca, seviyeli bir birlikteliğiniz var.
Bir ötekinin reenkarnasyonu.
Vicdandeşen Jack’ler!
Andıç ruhuna her gün, her doldurma kalem, her yer 28 Şubat!..
Gazınız mübarek olsun!
İntihar eden askeri, 40-45 yaşındaki uzman ve astsubayı bile “bunalımlı genç” diye tarif ederler…
Cafcaflı AVM’nin naylon çadırında kül olan işçileri kendi kusuruyla öldü ilan ederler…
Cinayet, katliam seviyesindeki iş kazalarında ölüme sürüklenenleri, köylüdür yüksekten düşer diye bir de lanetlerler…
Bombardımanda katledilenleri kaçakçı diye idam mahkumu sayarlar…
Doğalgaz, çırpınan bir yoksul aileyi Gaziosmanpaşa Şemsipaşa’da bulur; bir de onları hırsız, kaçakçı diye izah ederler.
Varlıklı semtleri “köy” diye anılan büyük şehirde; yoksulun tesellisi “Paşa” mahallelere tıkışmaktır.
En alttan üstlere sıçrama hayaliyle, nice “Tepe” kurmak, oraya yerleşmektir.
İşte öyle bir aile imiş “Özyapı”lar.
34 yaşında anne, 16, 13, 11, 9 yaşlarında dört çocuk, ikisi kız. Bir de, bu “yapı”ların, kırık kapıların, böyle faciaların, direksiz hanelerin temel direği, işsiz baba.
Son kuruşuyla anca ıslak odun alan ama yakamayan, titreyen yavrularını ısıtamayınca, beş altı yaşındaki “ağabey”in eline saç kurutma makinesi tutuşturup bebek kardeşini ısıtsın diye vasiyet edip büyüyen ekonomimizin merhametsiz tavanlarından birine kendini asan anneyi çoktan unutmuşsunuzdur.
TOKİ bodrum katında, kapıcılık etsin diye tıkıştırıldıkları odada boğulan Samsunlu çocukları da.
Bu insanların üzerine basa basa paşalar, beyler, ağalar, hanımefendiler masallar anlatıyor.
Bunalımdaydı, intihar etti; köylüydü, yüksekten düştü; cahildi, doğalgazda yanlış parça kullandı.
Öyle ya… Her sıvasız hane evladı böyle ölmekle kalmaz, büyük ağızlar böyle deyip bir de mezarına tükürür!
Gaz sizin, imtiyaz sizin!
Deyin efendiler, deyin.
(Habertürk)