MASKE

~ 15.12.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~

 

 

 

Bir eli arkasında
Saklıyordu maskesini,
Bir eli çenesinde
Tutuyordu maskesini.
İpi mi kopmuş ne?
Durmadan kayıyordu,
Görünüyordu ardından.
Görünen ne?
Bir yüz mü?
Hayır!
Dümdüz…..Yıl 1983, Gün İrk

Arkadaşım Gün. Telefonda okudu şiirini. “Yaşamı da tiyatro gibi oynayanlara” dedi. Eski bir şiir, ama her zamana uyuyor değil mi? Diye sordu. Yanıt bekliyordu. Veremiyordum. Niye sustun diye sordu. Susmadım, konuşuyorum, ne çok şey söylüyorum, bağırıyorum, duymuyor musun dedim. Yazmak ister misin dedi, evet dedim. Sonra yetinmedi üzeri ebru desenli o küçük şiir defterini getirdi bana verdi, öylece, geri almamak üzere.

Görünen ne? Bir yüz mü? Bin yüz mü? Hayır! Silik, soluk, puslu, gri, eğik, bükük filan bir şey mi? Hayır, yüzsüz, dümdüz.

Her gün ama her gün anlamlandıramadan yaşamak zorunda kaldığım, nice olaylar sarmalının karşılığıydı bir bakıma bu dizeler. Ne çok şey yaşıyoruz gerçekmiş gibi, ne çok insan görüyoruz varmış gibi. Tüm dünyanın “gibi”leri, “mış”ları, “sanki”ler, “boz bulanık”ları toplandı ve ne çok yüzü dümdüz, görünmez kıldı. Renksiz, dümdüz yüzler, yok edilen gerçekler; ne istersen yaz, neyi istersen onu gerçek kıl. İstediği maskeyi geçirebilmek için yüzlerine; elinde, çantasında, omzunda, sırtında binbir türü ile dolaşanların, maskeleri kaydığında, ardında bir yüz var sanıyorsun, ama yok. Bomboş. Dümdüz. Ne istenirse o yazılsın, nasıl istenirse öyle görülsün, öyle resmedilsin diye.

*****

Oturuyordum; köpeğim geldi yanıma. “Dur dedim, şimdi bir oyun oynayalım”. Gözlük biçiminde küçük bir maske bulup getirdim. Lastiğin geçtiği deliklerden iplik geçirdim. Yaptıklarım ilgisini çekti, önüme çöktü. Karton gözlüğü taktım, başının arkasından bağladım. Deliklerinden baktı gözlerimin içine. Sonra koştu gitti koridorun ucuna, başladı iki yandan başını sallamaya. Salladı, salladı, durdu; döndü bana baktı, başladı yeniden sallamaya. Sonra ön ayaklarıyla iki hamle yaptı, maskeyi çıkardı attı.

*****

Bilim kurgu filmleri geldi aklıma. Siyah beyaz bir film. Öyle bir sahne hangi filmde vardı, yoksa yok muydu, anımsamıyorum. Takım elbiseli insanlar, iyi giyimli kadınlar yürüyordu caddelerde. Çocuklar ilişmedi gözüme nedense. Yürüyen insanların yüzleri görünmüyordu. Hepsinin yüzü aynıydı, hepsinin yüzü dümdüz ve bembeyazdı. Kaşları, gözleri, ağızları, burunları, kulakları ve ifadeleri yoktu. Kiminin gazetesi vardı elinde, kiminin çantası. İşleri güçleri vardı. Çolukları çocukları vardı herhalde. Arabalar geçiyordu yanlarından. Ama ne arabaların ne de adımların sesi duyuluyordu. Derin korkutucu bir sessizlik içinde nereye, neden ve nasıl gittikleri, anlaşılmıyordu. Gidiyorlardı işte, öylesine. Sonra birden herkes çantasından, gazetesinin arasından, cebinden, ceketinin içinden maskesini çıkardı, yavaşça yüzüne geçirdi; o da ne; bir müzik eşliğinde o suratsız kişilerin hepsinin bir yüzü oldu, konuşup, gülüşmeye başladılar; ardından ortalık renklendi; kamera uzaklaşırken müziğin sesi kulaklarımı sağır edercesine yükseldi; artık hiçbir şey duyamaz olmuştum, aniden perde simsiyah kesildi, beyaz dümdüz bir surat kondu ortasına, yavaş yavaş büyüdü, bütün perdeyi kapladı. Gözlerimi açtım, kendimle başbaşaydım.

İçimde bir ürperti duydum. Bir şiirden hiç böylesine korkmamıştım GÜN.

 

Muazzez Çörtelek / Ist., Cumartesi, 15.12.2012

Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 3383