İkinci a harfini en azından üç dört a kadar uzatarak, vurgulayıp çatlatarak, sesinin olanca tınısıyla bağırıyor:
“Öleceksek adaaaam gibi ölelim!..”
Bağırmanın da tıpkı öfke gibi bir hitabet sanatı olduğunu sayesinde öğrenmiş olduğumuz için şaşılacak bir şey yok..
Fakat yine de bu haykırışta, her zamankinden daha fazla rahatsız edici ve çok daha tehlikeli bir şey var.
Haykırışın sahibi herhangi biri değil, ülkenin özel yetkili Başbakanı.
Yasalarla tanımlananın çok ötesinde, nereden aldığı belirsiz özel yetkilerini daha da ve sınırsızca çoğaltarak devletin daha da tepesine çıkmak ve orada sanki sonsuzca kalmak istiyor.
Bağırıp çağırmada ölçüyü iyice kaçırmasının nedeni, bu hedefe ulaşmanın pek de kolay olmadığını anlamaya başlaması olabilir mi?
***
Onu ilk kez İstanbul Belediye binası önünde, görevden alınıp cezaevine gönderilmek üzere olduğu günlerde, orada toplanan bir kalabalığa hitap ederken gördüğümü daha önce yazmıştım...
Aklımdan geçen düşünce, yine daha önce yazdığım gibi, bu kişinin belediye başkanı filan değil, çok daha başka hedeflere yönelmiş biri olduğuydu.
Sonradan yaşadıklarımız, topluma yaşattıkları, sezgimin doğruluğunu sayısız kez kanıtladı...
Belediye başkanlığından Başbakanlık’a yükselen kişinin gözü şimdi çok daha yükseklerde.
Amacına ulaşmak için ya da ulaşamayacağını anladığında, gözünü kırpmadan bütün bir toplumu ateşe atabilecek biri bu...
Aldığı dini eğitime uygun bir ses tonuyla, sesli harflerin üstüne basa basa “adaaaam gibi...” diye bağırmasının başka bir açıklaması olamaz...
***
Kendisine kayıtsız şartsız bağlı ya da henüz öyle görünmeye devam eden bir parti meclisi önünde, dar bir kürsünün arkasında konuşan kişinin dar omuzları üzerinde yükselen başına; öfkeyle kasılmış, gülümsemeyi unutmuş yüzüne bakıyorum...
Birleşmiş Milletler’e, bugünkü konumunu borçlu olduğu ABD’ye, bütün dünyaya veryansın ediyor.
Tıpkı belediye binası önünde toplanmış, kimileri de hiç kuşkusuz oradan geçmekte iken durup dinleyen meraklı insan kalabalığına hitap eder gibi..
Oysa bu bir parti meclisi...
İçlerinden biri çıkıp, ey Başbakan, iyi de neden ölelim diye soramıyor...
Hiçbiri belki aklından bile geçiremiyor böyle bir soruyu...
Bütün bu milletvekili kalabalığı, o tek bir cümlede bütün bir ülkeyi ateşe atmaya hazır ruh durumunu, tehdidi görmüyor, göremiyor, görmek istemiyor...
Tersine, sanki sıradan bir halk hatibini alkışlayan sıradan bir sokak kalabalığı gibi, utanç verici, dehşet verici alkışlarla destekliyor bu korkunç çağrıyı...
***
“Ey Recep Tayyip Erdoğan!..” diye, aklımın, düşüncelerimin olanca gücüyle bu hatipe sesleniyorum ben de...
“Kimsin sen? Bütün bir ülkeyi ölüme sürüklemekten ne hakla söz ediyorsun? Adaletsiz bir seçim sistemi sonucunda belli bir oy oranıyla iktidar olmuş, yine öylece çıkıp gidecek birisin. Bu bağırıp çağırmalarına ne Birleşmiş Milletler’in, ne ABD’nin ne de hiçbir ciddi ülke, kişi ya da kurumun kulak asmayacağını bilmene rağmen, niye bağırıyorsun, kimi kandırıyorsun, ya da kandıracağını sanıyorsun?..”
İşinde gücünde, barışçı, mazlum insan topluluklarına; genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk yurttaşlarıma bakarken düşünüyorum bunları... Çoğu büyük olasılıkla o bir tek cümlenin kendileri için nasıl ölümcül bir tehdit olduğunun farkında bile değil ne yazık ki... “Ey Recep Tayyip Erdoğan!..” diye devam ediyorum... “Bu ülkenin çocukları her gün ölüyor zaten... Adaaaam gibi ölmekten söz eden, her fırsatta şehit edebiyatı yapan sen, cepheye göndermek şurda dursun, doğru dürüst askerlik bile yaptırmadın oğullarına... Bunun hesabını bu topluma verdin mi, verebilir nisin?..”
(Cumhuriyet)