Geçen perşembe sabahı yine Çağlayan yollarında, bu kez Fazıl Say için adalet arayışındaydık. İlk duruşma, beklediğimiz adaletin “delillerin toplanması” için ertelenmesiyle sonuçlandı. Şaşırdım.
Fazıl Say, adam öldürmedi ki suç aleti mahkemeye getirilsin? Hırsızlık yapmadı ki, çaldığı mal kanıt olarak sunulsun mahkemeye? Terör örgütü, virüslü CD buluntusu falan da yok… Ömer Hayyam’ın dizelerini Twitter’da paylaşmış, bir de inançsız olduğunu söylemiş.
Saf saf, “Hangi delillerin?” diye sormuşum, yanımdaki arkadaşa. Verilebilecek en doğru cevabı verdi: “Cebrail’i tanık olarak çağıracaklar herhalde!”
Çağlayan’daki koca Adalet Sarayı’na baktım ve düşündüm: Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir şiir okuduğu için yargılanıp hapis cezasına çarptırıldığında, adaletin böyle devasa sarayları yoktu, Türkiye’de. Sonra Sayın Erdoğan hapisten çıkıp başbakan oldu, AKP hükümetleri sayesinde saraylarımız oldu, ama adalet hâlâ yok!
***
Bir şiir yüzünden 4 ay hapis yatan ve mapusluğunu hâlâ gözleri yaşararak anlatan Sayın Erdoğan’ın 11 yıldır başbakan olduğu Türkiye’de, bu kez ülkenin evrensel bir değeri, dünyaca ünlü besteci ve piyanisti Fazıl Say, yine bir şiirle düşüncesini ifade ettiği için 1.5 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor.
Fazıl Say’a dava açan Ali Emre Bukağılı, kendi deyişiyle “İslam düşmanlarına rahat nefes aldırmamak” için savcılıklara suç duyurusunda bulunmakta profesyonelleşmiş, ona buna dava açıp duran biri. Bir zamanlar Kemal Kerinçsiz “Türklüğü, Cumhuriyeti, TBMM’yi alenen aşağılamak” suçlamasını kullanarak böyle davalar açardı. Kerinçsiz’in Ergenekon’dan tutuklanmasıyla doğan dava boşluğunu, Ali Emre Bukağılı “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak” suçlamasıyla doldurdu.
Ne değişti sizce?
Millici Kerinçsiz’in yerini Ümmici Bukağılı alınca çağ mı atladık?
Yargının, kişinin özlük haklarını ilgilendiren konularda düşüncesini belirtmesini fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirecek, böyle saçma sapan suç duyurularını kabul etmeyecek, açılan davaları ilk duruşmada düşürecek kadar bağımsız ve korkusuz olmadığı yerde adalet ne arar, sarayı ne işe yarar?
***
Fazıl Say’a açılan dava ve istenen ceza, Türkiye’nin çağdışılık davasıdır. Çünkü ülkede 11 yıldır yargıdan eğitime, sağlıktan ulaşıma vb. reformlar yaptığını ileri süren AKP iktidarı sürecinde fikir ve ifade özgürlüğünün bir gıdım genişlemeyip aksine daraldığının, toplumun muhafazakârlaşmayıp mutaassıplaştığının kanıtıdır.
Muhafazakârlık, adı üstünde, var olan değeri korumak, değiştirmemektir; tutuculuktur, en fazla.
Oysa taassup...
Bir düşünceye, inanışa körü körüne bağlanmak, başka düşünceleri ve inançları bütünüyle yadsımaktır, düpedüz. Örneğin, cemevleri ibadet yeri sayılmayıp “camiye gitsinler” denilen Alevileri yadsır gibi yadsımak...
Şöyle bir bakın çevrenize. Kendinizi dinleyin. 11 yıl önce söyleyebildiklerinizi bugün söyleyebiliyor musunuz? Hayır. Dinledikleriniz, seyrettikleriniz, okuduklarınız daha mı cesur? Hayır.
Korkuyor musunuz?
Evet.
Öyleyse, taassubun yanına bir de tahakkümü ekleyin; 11 yıllık AKP iktidarında, nereden nereye geldiğimizin resmidir.
‘G’ NOKTASI
Fransız Le Monde gazetesinin 17 Ekim tarihli internet sayfasının manşeti, “Radikal İslamcılık ve Nazizm, benzer ideolojilerdir” tümcesiydi. Ve manşeti izleyen Fransız Yahudi Dernekleri Başkanı Richard Prasquier imzalı makale, özellikle Selefi radikal İslamcıların kendilerinden olmayana karşı besledikleri nefret ve yok etmek emelleri açısından Nazilere benzedikleri savını işliyordu. Makalede, “Nazilerin gözünde Yahudiler hamamböceği, lağım faresi ya da mikroptular. Radikal İslamcılar için de Yahudiler ve Hıristiyanlar maymun, domuz ya da köpek piçi. Hayvanlık sıralamasında bir gelişim kaydedildiği söylenebilir. Ama verilen mesaj aynı: Düşman insan suretine bürünmüş bir hayvan ve öğrenilmesi gereken bilgi, hangi hayvan olduğuna dair…” vb. gibi dehşetengiz bölümler içeriyor. Ancak Türk medyası, son derece provokatif ve yersiz bu makaleden nedense hiç söz etmedi. Ben de korkuyorum, bu kadarcık alıntıyla yetindim doğrusu!
“Biz gelmeden önce eksik değildi dünya,
Biz gittikten sonra da eksilmeyecek.”
ÖMER HAYYAM
(Cumhuriyet)