Antalya, doğanın birbirinden alımlı güzelliklerle donattığı, coğrafyası ve insan eliyle yaratılan uygarlıkların alabildiğine şımarttığı tarihiyle, gerçekten eşsiz zenginlikleri barındırıyor. Ülkemizin uluslararası düzeyde en köklü sinema şenliği, Altın Portakal Film Festivali de Antalya’ya çok yakışıyor!
49. Altın Portakal festivalinde Ulusal Jüri üyesi olmaktan hem gurur duydum hem de müthiş keyif aldım. Her biri tutku ve emek ürünü 10 yapıtın yarıştığı ulusal kategoride, elbette kazanan da olacaktı, kaybeden de... Dolayısıyla jüri kararları, kimini sevindirirken kimini üzecekti ve sonuçların tartışılması kaçınılmazdı.
***
Hülya Avşar’ın başkanlığında Ayşegül Aldinç, Barış Pirhasan, Erdil Yaşaroğlu, Prof. Dr. Gülseren Güçhan, Levent Kazak, Pelinsu Pir, Barbara Boyle, Selçuk Yöntem, Sümer Tilmaç, Tunca Arslan, Uğur İçbak ve bendenizden oluşan Ulusal Jüri, alacağımız kararları herkesin onaylamayacağının bilincindeydik. En az hatalı, en haklı sonuçlara ulaşmaya çalıştık. Kendi aramızda bile kimi ödüllerin başkalarına gitmesini daha adil bulanlar oldu; ama sonuçları oy çoğunluğu belirledi ve demokratik bir olgunluk içinde kabul ettik hepimiz.
49. Altın Portakal ödüllerinin bence en önemli kazanımı, seyircinin tercihiyle buluşması. Filmlerin tümü gösterime girdiğinde, Ulusal Jüri’nin belki de ilk kez seyirciyle aynı kararlara vardığı, “Güzelliğin On Par’etmez”in en iyi film olduğu ve “Zerre”nin de hemen ardından geldiği kanıtlanacak!
Antalya, sinemasever, kültür ve kitap meraklısı halkıyla gerçekten özel bir kent. Altın Portakal’da yarışan filmleri gerçek sinemaseverlerle birlikte izlemek çok keyifliydi.
***
Festival sırasında, CHP’li belediyelerin “son özgürlük alanlarımız” olarak önemini anladım. Eğer Antalya belediyesi CHP’li olmasaydı, Silivri tutuklusu Soner Yalçın’ın bittiğini göremediği Madımak belgeseli, “Menekşe’den Önce” filmi yarışma dışı gösterilemezdi. Eğer Antalya CHP’li olmasaydı, bu belgesele oybirliğiyle verdiğimiz Toplumsal Vicdan Onur Ödülü’nü asla veremezdik!
CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Altın Portakal’ın kapanış galasına sevimli eşi Selvi Kılıçdaroğlu ile birlikte gelmesi, Antalya’nın dünyaca ünlü bir tıp merkezi olmasında büyük emeği geçen, değer bilen herkesin sevip saydığı Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’a destek vermesi içimde umut çiçekleri açtırdı. Gerek Kılıçdaroğlu, gerekse Akaydın’ın sinema şölenine gösterdikleri saygı, sahneyi siyasal nutuk atmak için kullanmamaları, herkesin takdirini kazandı.
Kusursuz bir organizasyona daha imza atan Altın Portakal festivalinden mutlu ve yorgun dönüşümde, hayıflandığım iki şey var: Konuk edildiğimiz olağanüstü güzellikteki Hillside Su oteline girip çıkarken gözüme çarpan ve mimarisini çok ama çok beğendiğim, dünyanın 5. büyük Akvaryum’unu gezememiş olmak!
‘G’ NOKTASI
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, “Güzelliğin On Par’etmez” filminin Avusturya yapımı olduğunu söyleyerek ulusal dalda yarışamayacağını ima eden kültürsüz Sinema Genel Müdürü Cem Erkul’u alenen kınıyorum!
Çifte yurttaşlık, Türkiye’nin, göçmenlerini 1990’lı yıllardan beri özendirdiği, İçişleri Bakanlığı tarafından onaylanması koşuluyla dışarda yaşayan yurttaşlarına resmen tanıdığı bir haktır. Bizzat Başbakan Erdoğan, yurtdışındaki Türklere çifte yurttaşlık almalarını önermektedir.
Küresel bir dünyada yaşıyoruz. Türkler tarafından, Türkçe olarak ve Türkiye’nin temel sorununa ilişkin bir filmin, Avusturya tarafından da benimsenmiş olması, bu zatın küçük olsun benim olsun zihniyetine en iyi cevaptır. Tersi bir yaklaşım eğer düpedüz ırkçılık değilse, sinemanın uluslar üstü evrensel değerlerine hakaret sayılmalıdır.
“Şampiyonun yüreği,
bilginin beyni kadar değerlidir.”
GERARD DEPARDIEU
(Cumhuriyet)