Kendi de “ateşin ortasından” bedeni, ruhu, hayatı yaralı dönmüş, yıllarını kırgınlıkla geçirmiş eski bir asker dedi ki…
“Ağabey, yanlış şu: Şehit yakınlarına, evlatlarının öldüğü haberini, rütbesi duruma göre değişen komutanlar veriyor.
Madem esas sorumlu sivil iktidar; siyasetçiler versin ölüm haberlerini. Belki karşılarındaki ailelerden, kayıp evlatların ateşinin düştüğü hanelerden etkilenirler.”
***
30 yıldır envai parti ve iktidarla “çözüm” üretememiş “Siyaset”; belki acının haberini taşıyarak, o annelerin, babaların, minik çocukların yüzleriyle, gözleriyle anında yüzleşerek düşünür!
Çünkü asker ne isterse veriyoruz demekle olmuyor; can veriyor musunuz o hanelere?
***
Elbet önce iktidar sorumlu. Yüzde 50 oy hesabıyla, ortalama her iki “şehit” ailesinden birinin oyunu, hatta yoksul hanelerin yüksek nüfusunun epey oyunu, hatta yarısından da fazlasının oyunu almış olmalı.
Gitsin bir bakan, milletvekili…
Desin ki, oyunuzu aldık, canınızı verdik!
Sadece iktidar olmasın; muhalefet de, en azından tahmin veya beyanla, oy aldıkları ailelere ulaşıp anlatsın, evlatlarının nasıl düştüğünü.
Çünkü iş tersine dönmüş:
Siyasetten hayat, barış, umut ve çözüm çıkacağına…
Ölümlerden, biten ömürlerden, şehitlerden siyaset derleniyor memlekette.
***
İş temsilse, Meclis’teki öteki siyasetçiler de, kendilerine oy vermiş ailelere ilk elden taşısın, oğlunun, kızının “ölü ele geçirildiği, etkisiz hale getirildiği, başka çocukların da sırada olduğu” haberini.
***
Sadece cenaze, sadece taziye, sadece demeç, bildiri, tepki yetmez.
Siyasetçiler, temsilciler gitsinler, haberi ilk ağızdan versinler.
Evladınız artık yok, desinler.
Biz dün gece uyurken o gitti, desinler.
En acılı ailelerin dahi acayip bir tevekülle söyleyebileceği, Allah sizin çocuklarınıza uzun ömür versin temennisini, duasını da öpüp başlarına koysunlar!
***
Zaten…
İstisnalar bir yana, sıvasız hanelerin yoksul çocuklarını aşağılayıp duran askeri hiyerarşinin, onların ölüsüne saygı ifadesi; sıvasız hanelere ve tesellisiz törenlere, sanki evlatlarını hep gözetiyormuş gibi başsağlığı taşıması da ikiyüzlüydü.
Madem ki askeri vesayet yok…
Siyasetçiler gitsinler, evladınız gece şehit düştü; maalesef yaşatamadık haberini versinler!
Hatta komşulara da uğrasınlar; yarın size de gelebiliriz, diye!
***
“Havale” değil, “haber” diyorum!
Yoksa maşallah; iktidar, başbakan, “ayıplı mal” gazeteci; “şehit başına düşen devlet ikramiyesi”ni sanki evlatlar geri gelmiş…
Sanki başka çocuklar da gitmeyecekmiş…
Sanki bunlar kafadan lejyonermiş…
Sanki hakikaten ölmelerine, öldürülmelerine maddi açıdan değmiş gibisine ilan ediyor…
Sıvasız hanelerin yoksul evlatlarına paha biçiyorlar.
Sayısız, sırasız oldukları için manevi yükte hafif sandıkları kayıpları; sanki parada, pahada ağırmış gibi, borsada alınıp satılırmış gibi yazar kasalarda hesaplıyorlar…
Şehit başına 450 bin lira mı; yok 150 bin lira mı, diye.
Yalaka medyacı, kraldan çok kralcı, en büyük ödülü koyuyor, bir başbakandan bile önce.
Çözümsüzlükten, bu kandan, kan sırıtmaktan utanmıyor da…
Millet vergisi veya desteğiyle, iktidar ve devletin biçtiği “şehit bedeli”ni, sanki pinti cebinden çıkarmış da tek tek sayıyormuş, sanki o çocuklar ölmemiş gibi pişkin pişkin hesaplıyor.
Madem para iyi…
Sen de oraya yolla çocuğunu o zaman!
***
Bi gidin yahu…
Utanın!
Bi gidin, çocuğunuz gitti ama paranız geldi deyin o hanelere, sıcağı sıcağına!
Öldünüz ama yaşadınız, deyin!
(Habertürk)