Bireysel başvuru: çözüm mü, sorun mu?

~ 31.08.2012, Ali Rıza AYDIN ~

2010 Anayasa değişiklikleri ile iç hukukumuza giren, 23 Eylül 2012’de uygulanmaya başlayacak olan bireysel başvurunun, hem öğretisi ve hukuku hem de uygulaması üzerine çok yazılacak, söylenecek. “Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği” savını ve bu savın Anayasa Mahkemesi tarafından incelenerek karara bağlanmasını esas alan bireysel başvuru, 2010 Anayasa değişikliklerinin gözdeleri arasındaydı. Çok öne çıkarıldı, Anayasa’da yer alan biçimiyle olduğu gibi, Yasası’nda (6216) yer alan düzenlemelerle ve getiriliş amacına yönelik eleştirilerle çok tartışıldı. Bu tartışmalara Eylül’den başlayarak uygulama da eklenecek. Başvurunun kabulü ya da reddinden, inceleme süreci ve sonucuna kadar, verilecek karardan bu kararın yaşama geçirilmesine ve birey/toplum üzerindeki etkisine kadar birçok konu tartışılmaya devam edilecek. Bu yeni kurumun “çözüm mü sorun mu” olacağı, çözüm ise neyin çözümü olacağı tek tek gözler önüne serilecek.

Baştan belirtelim; bireysel başvuru konusu, ne ülkenin ve toplumsal ilişkilerin, ne de yönetim tarzının, hukukun ve yargının genel yapısından soyutlanamaz. Bu yönüyle de ne bataklıkta tutunulacak bir sopa ne de okyanusta sığınılacak bir adadır. Bu savı destekleyecek emarelerin bir bölümüne göz atalım:

1) Türkiye gibi, hukukun, bir üst yapı kurumu olarak sermayenin sınırsız baskısı ve AKP’nin buna koşut gerici politikaları için önemli bir baskı aracı olarak kullanıldığı, bu durumun da birey ve toplumun gözüne gözüne sokularak uygulandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu anlamda, tarihi süreç içinde kazanılan hakları budayan, yaşam hakkını hiçe sayan, çelişkilerle, eşitsizliklerle ve adaletsizliklerle dolu, altüst edilmiş bir hukuk içinde, “hukuksuzluğun hukuku” içinde yaşıyoruz. Bunun da adı hâlâ “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”…

2) Pozitif hukuk kurallarındaki adaletsizlik ve karmaşanın yanına, uygulamadaki çifte standardı eklememiz gerekiyor. Aynı kurallar, bireye, olaya, zamana ve/veya yere göre farklı yorumlanıp farklı uygulanıyor. Buna Anayasa da dahil ve en çok yaşandığı alan ise hak ve özgürlükler…

3) Burjuva demokrasilerinde, devlet organlarının vazgeçilmez iki ayağı, “yasama” işlevsizleştirilmiş, siyasal iktidarın kurallarının “çoğunluk onay kurumu” haline getirilmiş; “yargı” ise “güdümlü onay kurumu” yapılmış. Yani, politikaların uygulanmasında her ikisi de var ama yok…

4) “Demokratik, laik, sosyal, eşitlik, hak ve özgürlük” sözcüklerinin Anayasa’nın satırlarında kaldığı bir sözde “hukuk devleti”yle, diğer deyişle “kanun ve kanun hükmünde kararname devleti”yle birlikte, toplumun yaşam tarzına da köklü el atmalarla yeni bir Cumhuriyet’e geçilmiş…

5) İnsan hakları ihlallerinde, ekonomik ve sosyal hak ihlallerinde tavana vurulmuş ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM), yıllarca mahkumiyette birinci sıraya oturtmasına ve sürekli uyarılarına karşın tavana vurmada direndikçe direnilmiş. Bunun anlamı, İHAM kararlarına uymama konusunda, neredeyse tüm kurumlarıyla direnen bir ülkenin, aynı kararların dayanağı olan İHAS’yi kendi içinde yorumlayarak ihlallerin önüne geçme sevdasının bir işe yaramayacağı… Bu konuda kuşku duymanın boşuna olmayacağı…

6) İHAS’yi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile birlikte Anayasası’nın dayanağı ve gerekçesi yapan, ağırlıklı olarak 2001 yılı olmak üzere, bu konuda uyumsal değişikliklere imza atan bir Türkiye’nin; AKP iktidarında, 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesine ekleme yaparak, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeleri” yasalara üstün tutan bir Türkiye’nin, tüm bu değişikliklere karşın, hak ihlalleri konusunda liderliği bırakmaması… Anayasa’da yapılan bu değişikliklere uyulmayarak, bireysel başvuru gibi yeni alanlarda gezinmeye kalkışılması…

7) Bireysel başvuruyu inceleyecek ve karar bağlayacak olan Anayasa Mahkemesi’nin temel hak ve özgürlüklerle ilgili kararlarındaki gelgitleri ve aynı Mahkeme’nin, 90. maddeye eklenen tümceyi, bir Anayasa hükmü olmasına karşın incelemelerinde ve kararlarında görmezlikten gelmesi, hatta Mahkeme Başkanı’nın açıklamasıyla bu konuda yetkili olmadığını beyan etmesi… Anayasa Mahkemesi’nin 2010 yargı operasyonuyla uğradığı değişiklik sonucu, İkinci Cumhuriyet’in anayasal denetim organı haline getirilmesi…

8) Temel hak ve özgürlüklerin, tanınması yerine, “sınırlandırılması”nın hem hukukla hem de uygulamayla topluma dayatılması ve bunun “terörle savaşım”, “devletin korunması” gibi geniş ve soyut başlıklar altında baskı aracına dönüştürülmesi, toplumun da buna alıştırılması… Maddi ve manevi yaşam hakkına saldırıların, öldürme ve tutuklama eylemlerinin kanıksatılması…

9) Dışarıda aranan ve ihlali dışarıda saptanan haklar için, İHAM kapısının içeriden açılan kapıya bıraktığı rolün gerektiğinden fazla önemsenmesi… İHAM kapısındaki umut beklentilerinin, bireysel başvuru kapısına bağlanması…

10) Bireysel başvurunun, İHAM’nin de dayatmasıyla, -buna İHAM’nin bıkkınlığının dışa vurumu da denilebilir- İHAM’ye başvurunun azaltılması ya da uzatılması temel amacını taşıması… Bakılıp görülemeyen için, sözde yeni gözlere sığınılması; toplumun, “yeni” büyüsü ile avutulması…

11) Başvurunun, kapsam dışında kalanlar sorunsuzmuş gibi, İHAS kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerle sınırlı tutulması…

12) Anayasa’da yer verilen bireysel başvuru kurumunun, Anayasa Mahkemesi’nin kalemşoru olduğu uygulama Yasası ile birçok konuda sınırlandırılması ve bu sınırlayıcı hükümlerin Anayasa’ya aykırılık savlarının yine aynı Mahkeme tarafından reddedilmesi…

Bu sıralama uzar gider. Her bir gerekçe de kendi içinde alt başlıklarını doğurur. Bunlar kuşkusuz çok yönlü tartışılacaktır. Ancak, görülen odur ki, bireysel başvuru çözüm olmaktan öte sorun olmaya ve sorunları, kendisinden önceki kurumlar gibi taşımaya devam edecektir. Asıl olan, tartışmanın, kurulu düzenin hukuka biçtiği rolden ve toplumu çerçevelediği yaşam tarzından kurtarılarak toplum lehine çevrilebilmesidir, gerçeklerin görülmesidir. Adalet için hukukçular bu tartışmayı başlatmışlardır (URFA Özgür, “Bireysel başvuru devleti koruyacak”, http://www.adaletvesosyalizm.org/articles/50 ).

Bireysel başvurunun çözüm olmayacağına ilişkin önemli ve bütün sorunları içinde toplayan emare; temel hak ve özgürlükler ya da insan hakları sorununun, ekonomi politik ve “yapı” gözönünde tutulmaksızın, sınıfsal savaşımın yerine oturtulması; böylece savaşımın sınırlandırılarak, kapitalist/emperyalist dünyanın istediği çerçevede diğer deyişle izin verdiği boşlukta bir oyun haline getirilmesidir. Bireysel başvuru, egemenin büyük oyununun küçük parçalarından biridir. Ona biçilen rol, İHAM’ye başvuru süresinin uzatılması ya da azaltılmasını aşan bir roldür. Bu rol, Türkiye’ye biçilen, kapitalizme/emperyalizme uyum ve emeğin baskı altına alındığı gerici yaşam tarzı görevinin gereğince yerine getirilebilmesi için, bu görevle uyumlu “temel hak ve özgürlük” yorumu; esnekleştirilmiş “insan hakları” ve “laiklik” yorumu üzerine kuruludur; siyasal iktidarın kendine özgü temel hak ve özgürlük yaratma çabası üzerine kuruludur; eşitliğin üstünü örterek özgürlüğü öne çıkaran liberal bakış üzerine kuruludur.
“Uygulamaya bakalım, zaman ne gösterecek” gibi iyimser yaklaşımlara, şimdilik “zamanın bize gösterdiği geçekleri” anımsatmakla yetinelim.

(SolHaber)

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1815