Antalya Havaalanı’nda bindiğim Havaş’ın servis otobüsünden karayolu üzerindeki Tedaş kavşağında indim. Bu kez, Isparta’ya gitmek üzere, bir Pamukkale otobüsüne bindim. Böylece aynı karayolunda önce Antalya yönüne giderken, şimdi Isparta’ya doğru yola koyulmuş oldum. Otobüs, şehir çıkışına yakın bir yerdeki acentesinin önünde yolcu almak için durdu. Kapılar açılır açılmaz hızlı bir harekettir başladı. Bagaj kapakları kaldırıldı. Genç bir kadının sesi ile annesinin yanıtı duyuldu, ”Anaa! Çantaları viriveer”. “Amaan bıraak, aldım çıktım gari”. Kusursuz bir Ege ağzı idi; “e” ler üsten iyice basılmış, sesler incecik, neşeli, oynak, kıvrak. Kılık kıyafetleri tertemiz, görünüşleri yerel özelliklerini koruyor. Yanlarındaki küçük çocuk anane ve dedesiyle otobüse bindi, genç kadın aşağıda kaldı. Otobüsün orta kapısının karşısındaki koltukta oturuyorum. Kapı boşluğundaki anne ile göz göze geldik; güldü, gözlerinin içiyle ağız dolusu, hiçbir yabancılık koymadan.
Nedense, birden aklıma şu “ucube heykel” konusu geldi. Bu güler yüzlü genç kadın heykelle ilgilenmezdi herhalde. Neden ilgilensin ki? Sonra heykelin sanatçısını düşündüm; içinde nasıl bir fırtına kopuyordu acaba? Peki ya bu genç bu kadın böyle kalabilmek için daha kaç nesil böyle kalmalıydı?
Küçük çocuğun elinde alışveriş merkezlerinde satılan şu son zamanlarda pek moda, ayıcık biçiminde fermuarlı bir çanta vardı. Hani modern dünyanın her tarafa örneklerini saçtığı ticari objelerinden biri. Beğeniler o dünyanın satıcıları tarafından belirlenince, olumsuz herhangi bir sıfatla nitelendirilmezler. Bu durumda resim, heykel, edebiyat öncelikli belirlenenler arasında olmayacaktır kuşkusuz. Paranın dünyası en karlı beğenilerini satışa sunduğunda, o şey alınır, satılır, hepsinden önemlisi alışılır olur. Sanat ise uzağa kaçar, ya da kaçırılır. Peki, heykelle kim, ilgilenir? Sanat, para birlikteliği ne zaman, nasıl, hangi koşullarda ve kimin için yan yana gelir?
Çocuğun elindeki sentetik pelüşten yapılmış ayı çanta ucuz, yaygın, sıradan bir ürün. Belki çocuğun sağlığına zararlı olduğu bile söylenebilir. Aynı ürün, aynı paraya bir kilimden yapılmış olsaydı satın alır mıydık? Emin değilim. Yok, yok, galiba bir ürünün kabul görmesi, yüksek tondan eleştirilmemesi için artık, ne olursa olsun sıradan olması, biraz çirkin olması, estetik duygusundan uzak durması gerekir.
Efendim?
Çirkin mi dediniz?
“Ucube dedim”.
Hayır, diyemezsin, o ancak heykeller için söylenir.
Bunu da nerden çıkardın?
Çıkarırım. Çünkü yaşam mekanları diye yutturulan çirkin mi çirkin binalar için böyle şeyler söylenmez. Şehrin orta yerine, en güzel dönemeçlerine yapılan üst geçit, alt geçit, tüneller, bir bakışta adeta gözümün retinasını delen yapılar için söylenmez.
Doğayı her tür güzellik duygusundan yoksun bir anlayışla paramparça ederek yürüyen otoyollar, viyadükler, barajlar için söylenmez.
En güzel tepeciklere komik, saçma, aykırı yükseltiler diken toplu konutlar için söylenmez, onlara çirkin denilemez.
Bunların insan duygusuna seslenenleri yapılmaz mı, yoksa yapılamaz mı? Ne fark eder, önemli mi?
Güzelim dağların oyuk oyuk dişlendiğini görmezler mi?
Yalova, Orhangazi yolu üzerindeki faredişleri ibretlik, ama olsun. Orhangazi’nin yaslandığı tepelere dikilen acayiplikler beğenilmiş bile olabilir üstelik. Milli bakışımıza karşı mı duruyorum yoksa?
Sivri ada yok oldu, ne oldu, kim yedi adayı diye hiç kimse sormaz, soranlar da kötü niyetlidirler olsa olsa.
Hiçbir şey estetikten yoksun değildir çevremizde; ama heykeller güzellikten yoksun olabilirler, hatta her şey olabilirler.
Halkımızın heykele alışkın olmadığı söyleniyor. Tuhaf değil mi?
Yani insanımız güzel yaşam alanlarına, güzel yollara, köprülere, dağlara, tepelere, adalara, güzel olana, güzel şeye, nesneye, alışkın değildir demek mi istiyorsunuz?
O halde soruyorum; o kanaviçeler, iğne oyaları, danteller, halılar, camiler, köprüler, Safranbolu evleri nereden çıktı söyler misiniz?
Ezberi bozmayalım gerçekten. Balık baştan kokmuştur hep.
Av. Muazzez ÇÖRTELEK, Antalya, Salı, 11.01.2010
(*) Şair Kaysın Kuliev