TORBA YASA AYKIRI DÜŞÜNCELER

~ 27.07.2012, Av. Reha TAŞKESEN ~

Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar.

Maurice Dueverger

Bir “Torba Yasa” ya da resmi adlandırma ile “Yargı Paketi” daha yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu konudaki çalışmalar neredeyse bir yıl devam etmiştir. Kamuoyunda da çok tartışılmıştır. Beklentiler oluşmuştur. Bu nedenle de yasanın yayımlanması ile birlikte birçok yorum yapılmıştır. Ancak, kısmi ve yüzeysel incelemeler ile bu yasanın ortaya çıkardığı büyük resim anlaşılamamıştır. Bu çalışma da bir eksikliği gidermek ve sonuçların kamuoyu tarafından daha anlaşılır kılınmasına katkı sağlamak amacıyla yapılmıştır.

İsterseniz işe “torba yasa” ya da “yargı paketi” denildiği zaman ne anlamamamız gerektiği noktasından başlayalım:

Kısaca, birçok yasada yapılması düşünülen değişikliklerin bir yasanın içine doldurularak kamuya servis edilmesidir. Bir süre sonra yanlışlıkların ya da eksikliklerin ayırtına varılarak yeniden birçok değişikliklerin “pardon” denilerek yine bir başka yasanın içerisine tıkıştırılarak sunulmasıdır.

Yasayı incelerken bir şeye daha gereksinme duyduğumuzu anlıyoruz. Sadece okumak yetmiyor. Yasa, hukuk sistematiği bakımından öylesine karmaşık bir hale getirilmiş/gelmiş ki; bir matematik problemini çözmek gibi işlemler yapmak gerekiyor. Adına yakışır bir (torba) yasa olduğu konusunda kuşku duymuyorsunuz. Bu (torba) yasaları okurken bu kez ne gibi sürprizler var acaba ya da neresinde neler gizlenmiş gibi bir duygu ile hareket ediyorsunuz. Sözcükler ve kavramlar ile gönderme yapılan labirentler içerisinden giderek sonuca ulaşmaya çalışıyorsunuz. Beklenmedik sonuçlarla da karşılaşabiliyorsunuz.

Özetle nurtopu gibi bir (torba) yasamız daha oldu. Şimdi, zoru başarmak için yola çıkalım ve bu yasanın ne gibi değişikler içerdiğini/getirdiğini anlamaya çalışalım.

6352 sayılı Yasa 32 yasa ve 2 kararname metninde değişiklikler öngörmektedir.

Bizim üzerinde duracağımız asıl konu ise ceza kanunlarında (TCK ve CMK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yapılan değişikliklerdir.

İsterseniz önce genel bir tespit yaparak tümden gidim yöntemine göre hareket edelim ve daha sonrada değerlendirmelerimizi yapalım:

- TCK kapsamında yer alan önemli sayıda madde TMK kapsamına alınmıştır.

- Uygulama aşamasından itibaren ÖYM’ler kamuoyunda DGM olarak algılanmıştır[1]. Bu nedenle de ÖYM’ler kaldırılmış yerlerine Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri (BACM) kurulmuştur[2].

- TCK kapsamında yer alan ve TMK kapsamına dahil edilen bazı kısımlardaki önemli olduğu düşünülen maddeler BACM’ların yetki alanı dışında tutulmuştur.

- Basın suçlarına erteleme ya da af getirilmiştir.

- CMK kapsamındaki hükümlere seçenekler getirilmiş ve kolay tutuklama kararları verilmesinin ya da tutukluluğun devam etmesinin önüne geçilmek istenmiştir.

- Yasalarda yapılan değişiklikler ile önemli sayıda tutuklu ve mahkum tahliye edilmiştir.

Önemli olduğunu düşündüğümüz ve altı başlık altında topladığımız değişikliklerin ve sonuçlarının ayrıntılarına geçmeden önce aylar süren bu yargı paketinin ne maksatla hazırlandığına da göz atmakta yarar bulunmaktadır.

- TCK kapsamında yer alan önemli sayıda maddenin içerdiği suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmanın bu maksatla yetkilendirilmiş savcılar ve ÖYM tarafından yapılıyor olmasının ortaya çıkardığı rahatsızlıklar.

- Ergenekon, Balyoz, KCK, Futbolda Şike, İzmir Belediyesi gibi davalarla gündeme gelen tutuklamaların ve tutukluluk sürelerinin hukuka uygunluk bakımından yarattığı kaygılar[3].

- Özellikle KCK davası ile bağlantılı önemli sayıda siyasetçinin ve yerel yöneticinin tutuklanmalarına yönelik eleştiriler.

- Birbirlerini tanımayan şüpheliler arasında dahi kolay şekilde bir (terör) örgütü bağlantısı kurulabilmesinin ve suçların örgüt kapsamına alınmasının adalete duyulan güven duygusunda yarattığı aşınma.

- Önemli sayıda basın mensubunun tutuklu ve mahkum olarak ceza evlerinde tutuluyor olmasına yurt içinden ve yurt dışından verilen tepkiler.

Yapılan değişiklikler istenilen bu sorunları ortadan kaldırmış ve arzu edilen sonucu sağlamış mıdır? Bunu önümüzdeki süreç içerisinde gözlemleyeceğiz. Ancak, hemen sürecin başında şimdi yapacağımız bir değerlendirme ile de geleceğe bir not düşebileceğimizi düşünüyoruz.

TCK yürürlüğe girdikten sonra CMK hükümlerine göre kurulan ÖYM’ler tanımlanmış suçlar hakkındaki davalara bakıyorlardı[4]. Yeni düzenleme ile bu tanımlanmış suçlar hem TMK kapsamına alınmış ve hem de bu suçlarla ilgili davalara yine TMK kapsamında kurulması öngörülen BACM’ların bakması öngörülmüştür. Önümüzdeki süreçte TMK daha çok gündemde olacak ve daha çok konuşulacaktır. Bu noktada ise bir durum saptaması yapmamızda yarar olacaktır:

- Düzenleme, bu “özel mahkemelerin” kaldırılması ve “Hukuk Devleti” anlayışına uygun olağan mahkemelerde davaların görülmesi istikametinde bir değişiklik getirmemiştir. Olağan dönemde, “olağanüstü mahkemeler” ile yargılama yapma alışkanlığımız ortadan kaldırılamamıştır. Sıkıyönetim Mahkemeleri, DGM, ÖYM ile yaşadığımız süreç BACM ile devam edecektir. Kaldı ki; mevcut ÖYM’lerin ellerinde bulunan dosyalara Yargıtay aşaması sona erene kadar bakmaya devam edecek olmaları da iki sorunu da beraberinde getirecektir. Kuramsal olarak bu mahkemelerin 30 yılını tamamlanıncaya kadar varlığını devam ettirmesi mümkündür[5]. Ayrıca, bir tanesinden kurtulalım derken ne yazık ki artık iki “özel mahkeme” ile yaşamaya alışmak zorunda kalacağımız da gerçektir.

Nitekim yeni düzenlemenin hemen arkasından HSYK, 11 ilde 13 BACM kurulmasına karar vermiş ve bu mahkemelere 145 hakim ve savcı atamıştır[6].

- BACM’lar, TMK kapsamında kurulacak ve işleyecektir. Mahkemeler “terör” ve “örgüt” kavramları ile ilintili suçlara bakacaktırlar. Yasa metninden anladığımız bu kavramların alanının hem geniş tutulmuş ve hem de çeşitlenmiş olması gerçeğidir[7]. Gerçekte TMK başlangıçtan itibaren terörün tanımını çok geniş tutmuştur. Neredeyse her şey terörün tanımı içerisine sokulmaya çalışılmıştır[8]. Tek başına bu anlayış dahi “Hukuk Devleti” anlayışı, toplum ve birey özgürlüklerinin geniş tutulması ya da çok adı geçen “insan merkezli devlet” anlayışı ile örtüşmemektedir.

Düzenleme ile suçların alanı genişlemiş, “uyuşturucu ve uyarıcı madde üretimi” ile “haksız ekonomik çıkar sağlama” amaçlı suçlarda bu mahkemelerin yetki alanı içerisine dahil edilmiştir[9]. Önümüzdeki süreç içerisinde birçok suçun da bu kapsam içerisinde değerlendirilebilmesinin yolu açılmıştır. Geride kalan dönem içerisinde yaşadıklarımız “örgüt” kavramının da algılama alanının geniş tutulduğuna işaret etmektedir[10]. Bu anlayışın önümüzdeki süreç içerisinde devam ettirilmesinin onarılması güç yeni rahatsızlıklara neden olabileceği de açıktır[11].

- TCK’dan TMK kapsamına alınan maddeleri incelediğimiz zaman özellikle “Devlete Karşı Suçlar” üzerinde bir yoğunluğun olduğu dikkat çekmektedir[12]. Devletin geleneksel olan kendini koruma kaygısı ile sahiplendiği “özel mahkemeler” kaldırılmamış, tam tersine yetki alanları ve suç kapsamları genişletilerek bu mahkemelerin korunması yoluna gidilmiştir.

Bu konuda yapılabilecek önemli bir değerlendirme de; önümüzdeki süreçte bu “özel mahkemelere” duyulacak ihtiyaç algılaması ile iç ve dış çevrelerin verecekleri tepkilerdir. Devletin bu mahkemelerin varlığını koruma kararı, geçmiş uygulamaların geleneksel şekilde sürdürülmesi midir yoksa önümüzdeki süreçte “Devletin Güvenliğine” karşı bir risk algılaması mıdır? Bunu yaşayarak göreceğiz. Ancak, bölgemizde yaşadığımız ve siyasi içerikli olduğu kuşku götürmez Devlete karşı kalkışma hareketlerinin değil “özel mahkemeler” ile çok güçlü istihbarat çalışmaları ve güvenlik güçleri ile bastırılamadığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Düzenleme ile “terör ya da kalkışma hareketlerinin” “özel mahkemeler” ile önlenebileceği düşüncesinin bir yanılgı olduğuna dikkat çekmek isteriz.

Düzenleme, suç işleyen kamu görevlilerini de BACM’ların yetki alanı dışında tutmuştur. Bu uygulama da iki nedenle önemli sakıncalar taşımaktadır. Yakın tarihimizde yaşadığımız acı deneyimler kamu görevlilerine tanınan bu ve benzeri ayrıcalıkların vahim sonuçlara neden olabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca, ülke vatandaşlarını iki kısma ayırmak suretiyle aynı suç nedeni ile bir kısmını “olağan mahkemelerde” bir kısmını ise “özel mahkemelerde” yargılama anlayışı nasıl açıklanacaktır? Anayasa’nın “yargı önünde eşitlik” hükmü yok mu sayılacaktır[13]? Bilemiyoruz, belki de bir Anayasa değişikliği ya da bir (torba) yasa ile bütün (vatandaşa saygı duyan) anayasalarda yer alan bu önemli hüküm de değiştirilecektir. Çünkü her yanlışa bir diğer yanlış ile çare üretmekte çok usta olduğumuz tartışılmaz bir gerçektir.

BACM’lar ile ilgili olarak son dikkat çekmek istediğimiz husus, bu “özel mahkemelerin” TMK kapsamında yer alan “olağan üstü hal ilan (OHAL) edilen bölgelerde, olağan üstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlara” da bakacak olmasıdır[14]. Bu bağlamda BACM’ların önümüzdeki süreçte ve gerek duyulması halinde (potansiyel) OHAL bölge mahkemeleri olarak da işlevlerini yerine getireceğini söylemek de mümkündür.

Bu noktada uluslararası kurum ve kuruluşların ve yabancı ülke raporlarının “özel mahkemelere” karşı değerlendirmelerini de dikkate almakta yarar bulunmaktadır. Türkiye, geride kalan yüzyıl içerisinde bir devrim gerçekleştirmiş, Cumhuriyeti kurmuş ve demokrasi yöntemini benimsemiştir. Hukuk sistemini evrensel ve dünyanın da benimsediği ilkeler üzerine oturtmuş ve önemli aşamalardan geçerek bir noktaya ulaşmıştır[15]. Hukuk alanında yapılması gereken atılım, Türkiye’yi dünya ile daha da bütünleştirecek istikamette olmalıdır. Bulunduğumuz noktadan geriye dönüşün Türkiye için önemli olumsuz sonuçlara yol açacağı tartışmasızdır. Bu nedenle uluslararası kamuoyunun değerlendirmeleri de önem taşımaktadır.

Eleştiriler iki nokta üzerinde yoğunluk arz etmektedir. Bu iki önemli husus “mahkemelerin meşruiyeti” ve “terörün tanımının geniş tutulmuş” olmasıdır. Konumuz ile ilgili incelemeye aldığımız 5 ayrı dokümanda yer alan bazı ifadeleri yorumsuz olarak aşağıda okuyucunun bilgisine sunuyoruz[16]. Kullanılan sözcüklerin bizlere hiç yabancı olmadığına da ayrıca vurgu yapıyoruz.

- İddianameye esas olan delillere ulaşma konusunda konulan kısıtlamalar “savunma hakkı” ve “adil yargılanma hakkı” konusunda kuşku yaratmıştır. Tutuklamalar konusunda ayrıntılı gerekçelere yer verilmemesi da “savunma hakkı” ihlali konusunda diğer bir dikkat çekici husustur. Henüz yayımlanmamış bir kitaba suç kanıtı olarak el konulmuş olması “basın özgürlüğü” ve “mahkemenin meşruiyeti” konusunda şüphe uyandırmıştır. Tutuklamalar ile iddianamenin hazırlanması arasında geçen uzun süre şüphelilerin etkin bir yargılanmaya tabi olacakları konusundaki kaygılara güç kazandırmıştır. Tutukluluk sürelerinin uzunluğu diğer bir önemli konudur. KCK davası nedeniyle 2000 kadar siyasetçi ve yerel yöneticinin Nisan 2008 ayından bu yana tutuklu olmalarına zemin oluşturan usul hukuku da yine üzerinde durulması gereken bir husustur[17].

- Mahkeme öncesi tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve yargılamanın en kısa süre içerisinde tamamlanabilmesi konularına özel duyarlılık gösterilmelidir. Terör konulu bazı davalarda sanıkların ve savunmanın suça esas olan delillere ulaşmaları engellenmektedir. “Adli Kontrol” yerine sık tutuklama kararları alınması, bilgi sızması, davanın dayandırıldığı olaylara ilişkin kanıtların yetersiz kalması, dava dosyalarına başvuruların önlenmesi, tutuklama kararlarının ayrıntılı şekilde gerekçelendirilmemesi, bu kararların süreç içerisinde gözden geçirilmemesi kaygı yaratmaktadır[18].

- Birçok yargıç tutukluluk sürelerinin uzatılması ile ilgili olarak hukuka uygun gerekçeler yazma konusunda başarılı olamamış, “kaçma riski” ya da “yargı sürecine müdahale” şüpheleri hakkında uygun gerekçeler yazamamışlardır. Yargıçların savunmanın öne sürdüğü gerekçeleri nadiren dikkate aldığı ve tutuklama kararlarının hemen otomatik şekilde uzatıldığı görülmüştür[19].

- Türkiye’nin terörizm konusuna getirdiği geniş yorum, (konu olan) şiddet olayına katılma ya da terörizme destek verme konusunda çok az kanıt olmasına rağmen kişilerin terörizm suçlamalarına ve keyfi yaptırımlara maruz kalmasına yol açmaktadır. Hükümetin, “Ceza Hukuku” alanındaki boşlukların giderilmesi ve “adil yargılanma” hakkının etkin ve yaygın kılınması bakımından reform sürecine destek vermesi ihtiyacı bulunmaktadır. Polis, asker ve kamu görevlileri tarafından hakları ihlal edilen kişilerin haklarını arama konusunda hala önlerinde önemli engeller bulunmaktadır. Türk hukukunda terörizmin geniş tanımı dikkat çekmektedir[20].

- Sivil yargı, “genel mahkemeler” ve “özel yetkili mahkemeler” olarak ikiye bölünmüştür. TMK çerçevesinde takdir edilen mahkumiyet kararları nedeniyle Türkiye’nin adı ÇHC’den sonra ikinci sırada anılmaya başlanmıştır. TMK ve TCK hükümlerinin geniş şekilde yorumlanması ve uygulanması, mahkeme safhası öncesinde delillere ulaşma konusundaki geniş kısıtlamalar, ÖYM savcı ve yargıçlarının savunma hakkına karşı sistemli şekilde uyguladıkları sınırlamalar özellikle üzerinde durulması gereken sorunlu alanlardır. TMK, geniş şekilde tanımlanmış “terör faaliyetlerini” şiddetle cezalandırmak için sık kullanılmaktadır[21].

Bu dokümanlardaki ifadeler bizleri mutlu etmemektedir. Ancak, bir kısmının doğru olmadığını, abartılı olduğunu, maksatlı olduğunu düşünsek bile bir kısmının da doğru olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Yasanın yürürlüğe girmesinden önce üst düzey yetkililerin kaygı ve endişe içeren açıklamaları da dikkat çekmiştir[22]. Uluslararası alandan da açıklamalar gelmiştir[23]. Kaldı ki; yasanın yürürlüğe girmesinden hemen sonra Türkiye’de yine en üst düzeyde yetkili kişilerin yaptıkları, örneğin “umarım yargı yasamanın kararını doğru algılamıştır” gibi açıklamaları da siyasi çevrelerde bu mahkemelere ve uygulamalarına karşı bir güven aşınmasının ortaya çıktığının açık göstergesidir[24].

Bu noktada vatandaşlar da haklı olarak; “bu mahkemeler hangi amaç ile kurulmuştur, atanan hakim ve savcılar hangi esaslar gözetilerek seçilmiştir, iç ve dış çevrelerin getirdikleri eleştirileri hak ediyor muyuz, yargımızın uluslararası kamuoyu nazarındaki itibar kaybının hesabını kimden soracağız” gibi önemli hususları sorgulamakta haklı olacaklardır. Bu soruların yanıtlarını vatandaşlarımızın vicdanına ve yetkililerin de takdirine sunuyoruz.

Şimdi de başlangıçta saptadığımız altı ana konudan bir diğerine geçerek, BACM’ların yetki alanına alınan ve ancak TCK’daki maddeler arasından seçilerek yetki alanı dışında tutulan yedi madde hakkında bir değerlendirme yapacağız. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yedi maddenin hangi gerekçeler göz önünde tutularak yetki alanı dışına çıkartılmış olduğunu anlamak da kolay değildir[25].

Bu maddelerden üç tanesinin üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır:

“Temel Milli Yararlara Karşı Hareket” (TCK, m.305) suçunun savaş hali dışında işlenmesi durumunda kovuşturması Adalet Bakanı’nın iznine tabi kılınmıştır. “Temel Milli Yararlar” ise; bağımsızlık, toprak bütünlüğü, milli güvenlik ile Cumhuriyet’in Anayasa’da belirtilen temel nitelikleridir (ANY, m.2 ve bu madde ile bağlantılı olarak Başlangıç Bölümü’ndeki temel ilkeler).

“Halkı Askerlikten Soğutma” (TCK, m.318), bu konuda teşvik, telkin ya da propaganda yapılmasına, bu fiilin basın yolu ile işlenmesine ceza takdir eden maddedir.

“Askerleri İtaatsizliğe Teşvik” (TCK, m.319), askerleri ya da askeri idareye bağlı olarak görev yapan diğer kişileri itaatsizliğe, yeminlerini bozmaya, disiplini ve görevlerini ihlale yöneltmeye ya da tahrik etmeye ceza takdir eden maddedir.

Bu konular Anayasa’da yer alması ve Askerlik mesleği bakımından önemlidirler. Diğer maddeler TMK kapsamına dahil edilirken bu maddelerin ayrı tutulmuş olması dikkat çekmektedir. Yasama organı bu maddeleri kapsam dışında bırakmıştır.

Basın suçlarına erteleme/af getirilmiştir. Özellikle “devam etmekte olan davalarla” ilgili haber üretmek nedeniyle haklarında soruşturma, kovuşturma yapılan ya da haklarında mahkumiyete kararı verilmiş kişiler af edilmişlerdir. Devam etmekte olan davalarla ilgili haberlerin “yargıya müdahale” şeklinde algılandığı ve bu maksatla da 5000 kadar dava açıldığı ifade edilmiştir[26]. Ancak, basın ve ifade özgürlüğü anlamında geleceğe yönelik yeni bir düzenleme ise ne yazık ki bulunmamaktadır. Bu durumda da düzenlemenin yukarıda değindiğimiz raporlarda yapılan eleştirilere bir yanıt ya da günü kurtarmak adına bir önlem olarak gündeme alındığı düşünülmektedir.

“Adli Kontrol” kavramının alanı genişletilmiş, ancak madde metnindeki anlam bakımından da karar tamamen yine savcının ya da yargıcın takdirine bırakılmıştır. Bu nedenle de “Adli Kontrol” ile ilgili bu düzenlemenin, eleştirilen geçmiş dönemdeki uygulamalar bakımından geleceğe yönelik bir rahatlama getirdiğini söylemek mümkün görülmemektedir. Buna karşılık yeni düzenleme ile 35.000 kadar tutuklunun dosyalarının incelenerek, tutuksuz olarak yargılanmak ya da “Adli Kontrol” uygulamasına geçilmek suretiyle özgürlüklerine kavuşmalarına da olanak sağlanmış olduğuna da vurgu yapmakta yarar bulunmaktadır[27]. Yetkililer tarafından 10.000 kadar tutuklunun düzenlemeden yaralanabileceği ifade edilmiştir. Uygulamanın sonuçları kısa süre içerisinde görülebilecektir.

Seçtiğimiz son konu ise “tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılmaları” ile ilgili düzenlemedir. Öncelikle konunun öznel değil de nesnel bir bakış açısı ile değerlendirilmesinde yarar olduğunu belirtmek doğru olacaktır. Çünkü bu konu kamuoyunda çeşitli yönlerden çok eleştiri almıştır. Duyarlı bir konudur. Sözcüklerin dikkatle seçilmesinde yarar vardır. Düzenleme ile 3200 kadar tutuklunun indirim ya da “Denetimli Serbestlik” uygulaması çerçevesinde serbest kaldığı/kalacağı değerlendirilmektedir[28].

Bu uygulamaya “örtülü af”, “kısmi af”, “siyasi af” şeklinde eleştiriler getirilmiştir. Her kişinin, her kesimin bir takdiri vardır. Biz ise, konuya ilkeler temelinde yaklaşmak zorundayız. Suç kavramının iki tarafı vardır. Sanık ve mağdur/zarar gören arasındaki dengenin doğru tesis edilmesi bir zorunluluktur. Adalet terazisinin temsil ettiği anlam da budur. Adalet, Devlet’in varlığının olmazsa olmaz koşuludur. Toplumda “adalete olan güven” duygu ve düşüncesindeki aşınma Devlet’in de varlığının sorgulanmasına yol açar. Bu noktada bir af uygulamasının; tesis edilmiş, eksik tesis edilmiş ya da edilememiş olan adalet dengesi bakımından ortaya çıkardığı sonuçlara bakmakta yarar bulunmaktadır. Adalete uygun tesis edilmiş denge bozulmamış, eksiklik giderilerek denge tesis edilmiş ya da tesis edilmemiş denge düzenleme ile tesis edilmiş ise maksat hasıl olmuş demektir. Bu üç olasılığın dışında ortaya çıkan sonuç kamu vicdanı tarafından sorgulanmaya devam edilecektir.

Bu konuda belki de söylenecek son söz; yargı bağımsızlığı sağlanmadığı sürece her ne maksatla olursa olsun bu (özellikle siyasi maksatlı) af uygulamalarının önünün kesilemeyeceği ve sosyal barış ve huzur ortamının sağlanamayacağı hususudur.

Düzenleme ile nasıl bir resim ortaya çıkmıştır?

Sadece bu siyasi iktidar dönemini değil de bütün geçmiş siyasi süreci dikkate aldığımızda; Devlet’in kendini koruma ve savunma anlayışında bir değişiklik olmadığını ve “özel mahkemeler” ile birlikteliğimizin devam edeceğini anlamış bulunuyoruz. Ancak, bir devlet yaşamının da sürekli olarak bir risk ve tehdit ortamında yaşanmış olduğunu/yaşanacak olmasını da anlamak mümkün değildir. Türkiye’nin gerçekte odaklanması gereken husus da budur. Hepimizin inanması ve desteklemesi gereken görüş; koşullar ne olursa olsun mevcut risklere ve tehditlere karşı Devlet’in her türlü önlemi alması ve ancak ülke içinde de “Hukuk Devleti” ve “Sosyal Devlet” anlayışının etkin ve egemen kılınmasıdır. Vatandaşların “temel hak ve hürriyetleri” en geniş şekilde yaşamaları sağlanabilmelidir ve kendilerine “yüksek bir adalet duygu ve düşüncesi” bir güvence olarak sunulabilmelidir. Bireylerin ve toplumun sürekli olarak bir tehdit ve risk ortamında yaşatılması ya da böyle bir ortamın varlığı öne sürülerek sürekli olarak kısıtlamalara maruz bırakılması uluslararası alanda Türkiye’nin karnesinin olumsuz olmasına yol açabilecektir. Bu da kabul edilebilir değildir.

Düzenleme, “özel mahkemeler” konusunda bir değişiklik ya da iyileşme getirmemiştir.

Artık iki çeşit “özel mahkememiz” bulunmaktadır. TMK ise, yeni düzenleme ile daha çok gündemde olacaktır. TCK kapsamındaki 90 kadar maddenin “terör suçu” ya da “terör amacı ile işlenen suç” kapsamında TMK kapsamına alınması düşündürücüdür. Bütün bu suçlara yine TMK kapsamına dahil edilen BACM’ların bakacak olması da kaygı vericidir. Bu şekilde Türkiye’nin “Hukuk Devleti” anlayışına yaklaşamayacağı açıktır.

Düzenleme, ulusal ve uluslararası “hukuk ve insan hakları çevrelerinden” yoğun eleştiri almamıza engel teşkil etmeyecektir.

Kolay tutuklama ve tutukluluğun devamına karar verilmesi hususuna getirilen seçenek yaptırımların yine savcıların ve mahkemelerin takdirine bırakılmış olmasının mevcut uygulamalar bakımından bir değişiklik getirmeyeceği düşünülmektedir. Özellikle, KCK kapsamındaki ve TSK mensuplarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların aynı anlayışla devam edeceği anlaşılmaktadır. Binli ve yüzlü rakamlarla ifade edilen bu tutuklu kişilerin ya da mahkumların durumu gelecekte Türkiye’nin önüne önemli sorunların gelmesine neden olabilecektir.

Düzenleme, Türkiye’de etnik, dini ya da başka çeşit ayrımcılık yapılmadığı konusundaki kanaatin güçlü kılınmasına bir katkı sağlamayacaktır.

5000 kadar basın davasının düşeceği, 10.000 kadar tutuklunun tutukluluk halinin sona ereceği, 3200 kadar hükümlünün de serbest kalacağı ifade edilmiştir. Bu mevcut durum bakımından bir iyileşme olarak algılanmış olsa da; siyasi düşünceler ile alınan kararların sosyal barış ve huzur ortamına bir katkı sağlamayacağı bilinmektedir. Türkiye’nin bir kısırdöngü içerisinde bu süreçleri yaşaması yerine ilkeli ve tutarlı davranmak suretiyle “bağımsız yargı” anlayışının etkin kılınması daha uygun olacaktır.

Düzenleme, belki kısmi ve dönemsel bir iyileşme olarak belleklerde iz bırakacak, ancak Türkiye’nin köklü ve esaslı bir hukuk değişimine olan gereksinmesini ortadan kaldırmayacaktır.

Türkiye varlığı 8 yıldır devam eden ve çok eleştiri alan ÖYM’lerden kurtuluyor derken, bir sürpriz gelişme ile BACM olarak adlandırılan ikinci bir tür “özel mahkemeler” ile tanıştı. Dolayısıyla bir yanlışı bir yanlış ile düzeltme yoluna gitti ve ancak arzu edilmeyen bir noktaya geldi. Önümüzdeki süreç bakımından çok daha ağır eleştirilerin de yolunu açmış oldu.

Türkiye’nin artık iki çeşit “özel mahkemesi” vardır. Belki de farkında değiliz ama aynı zamanda da iki başlı bir yargı sistemimiz olduğu gibi bir izlenim de giderek güç kazanmaktadır.

Unutulmaması gereken önemli bir hususa daha dikkat çekmekte yarar vardır: Siyasi bir sorunun askeri önlemlerle çözümü olanaklı değildir. Askeri önlemler sadece siyasi çözüm için zaman kazandıran, katkı sağlayan hareketlerdir ve sınırlı süre için kullanılmalıdırlar. Bir dönem (sanırız aynı anlayış bugün de devam ediyor) Türkiye siyasi amacı olan siyasi ve önemli bir (terör) sorununu askeri önlemler ile çözmek istemiştir. Ancak, 30 yıl sonra geldiğimiz nokta itibarıyla sorun çözümlenememiş, tam tersine bir yandan kanıksanmış ve diğer yandan da dayanılmaz hale gelmiş ve toplumun her kesiminden tepki verilmesine yol açmıştır.

Bu nedenle de eğer “özel mahkemeler” siyasi amaçlı bu (terör) sorununun çözümü için bir çare gibi algılanıyorsa ya da öneriliyorsa, bu anlayışın kesinlikle çok büyük bir hata olacağına şimdiden vurgu yapmakta yarar bulunmaktadır. Sorunu bu kez de yargıyı kullanarak çözmek (ya da ötelemek) gibi bir yaklaşım önümüzdeki süreçte Türkiye’nin önüne daha büyük sorunlar çıkarabilecektir.

Bu çalışmamızı son olarak iki cümle ile bitireceğiz.

Birincisi; bir vatandaşımızın “karara itiraz etmeyeceğim, yargıya güvenmiyorum, yargıyla da uğraşmak istemiyorum” haykırışıdır[29].

İkincisi; bir raporda geçen “Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti Türkiye’nin bölgesel çıkarları bakımından demokrasi talep eden “Arap Baharı” hareketlerine yoğun ilgi gösterirken, kendi ülkesinde “insan hakları” anlayışı gerilemektedir. Hükümet 2005 yılından bu yana “insan hakları” reformuna bir öncelik tanımamış, ifade ve dernek kurma özgürlüğü; gazetecilerin, yazarların ve yüzlerce (Kürt) siyaset kişisinin halen devam etmekte olan soruşturmalar ve hükümlü olmaları nedeniyle zarar görmüştür” satırlarıdır[30].

Küresel, bölgesel ve ülkesel ölçekte sorunlu bir süreç yaşıyor olabiliriz. Ancak, bu olumsuz koşulların varlığı, bir ülke insanlarının “haklarının sınırlanması ya da yok sayılması” için bir gerekçe olmamalıdır. Nasıl olsa “kanuna uygun” anlayışının, “hukuka uygun mu” sorusunu göz ardı ettiği bir ülke olmamalıyız. Nasıl olsa “halk sesini çıkarmıyor” gibi bir gerekçenin arkasına saklanarak “adalet duygu ve düşüncesinin” yok edilmesi ise onarılması güç büyük bir itibar kaybına yol açabilecektir.

Bu çalışmamız, bu noktadan sonra Türkiye’nin hukuk alanında ve hukukun uygulanması bakımından hangi istikamete gidebileceği sorusuna bir ışık tutabilecektir. Yine de karamsar olmak için bir neden olmadığını söyleyebiliriz. Tarihsel sürecin arada karanlık dönemler yaşansa dahi sürekli olarak iyiye, doğruya ve güzele doğru devinim yaptığını çok iyi biliyoruz.

Av. Reha Taşkesen

Ankara, 26.7.2012


 

[1] RT, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Erzurum, Van, Malatya ve Diyarbakır olmak üzere 8 ilde ÖYM ve savcılık vardı. İstanbul’da 8 ÖYM görev yapıyordu.

 

[2] 3337 sayılı TMK, M.10/1, Geçici Madde 2/7.

 

[3] RT, KCK (Union of Communities in Kurdistan), 2005 yılında Kürdistan Halklar Konfederasyonu (Koma Komelen Kurdistan, KKK) olarak kuruldu. Ancak, 2007 yılında dernek anlamına gelen “komel” sözcüğü yerine cemaat, toplum, halk anlamına gelen “civak” sözcüğünün kullanılmasına karar verildi. İsim aynı kaldı ancak anlamı Kürdistan Halklar Konfederasyonu (Koma Civaken Kurdistan, KCK) olarak değişti.

 

[4] RT, ÖYM’ler DGM’lerinin 2004 yılında kaldırılmasından sonra kurulmuştur. ÖYM’lerin elinde 22.000 dosya bulunduğu bunlardan 5000 kadarının uyuşturucu ve kaçakçılık ile ilgili olduğu ifade edilmektedir. Mahkemeler ellerinde bulunan dosyalara Yargıtay aşaması da sona erinceye değin bakmaya devam edeceklerdir. Kısacası daha uzun yıllar bu mahkemeler ile yaşamaya devam edilecektir.

 

[5] Emine Ülker Tarhan, CHP Genel Başkan Yardımcısı, ''İçler acısı bir sonuçla karşı karşıyayız. ÖYM'ler muhafaza edildi. Sadece o güçlü yetkiler CMK'dan taşınıp TMK'nın içine olduğu gibi getirildi ve monte edildi. Yani sadece bu yetkilerin adresi değişti. Üstelik özel yetkili mahkemelerde açılmış davalar bakımından kesin hüküm verilinceye kadar o yetkilerin muhafaza edilmesine karar verildi ki bu olağanüstü bir şeydir. Kesin hükme kadar gidecek sürenin 30 yıl olduğunu söylemeliyim…Eski ÖYM'ler klonlanarak, yeni terörle mücadele mahkemeleri haline getirilmiş. Bunlar Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı. Aynı eylemlerden ötürü iki ayrı mahkemede yargılanma gibi bir sonuç yaratıyor…Eşitlik ilkesine açık aykırılık var, açıkça Anayasa'nın 10. maddesine aykırıdır kanaatimce.”

 

[6] RT, HSYK, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır(2), Erzurum, İstanbul (2), İzmir, Malatya, Samsun ve Van illerinde Bölge Ağır Ceza Mahkemesi kurulmasına karar vermiştir. Bursa, Antalya ve Samsun ise “özel mahkemeye” kavuşan 3 yeni il olmuştur. HSYK bu mahkemelere 145 hakim ve savcı ataması yapmıştır. 41kişi CMK m.250 ile yetkili ÖYM'den gönderilirken, 104 hakim ve savcı ise ilk kez atanmıştır. Bunların içinde 26 hakim "özgürlük hakimi" (TMK, m.10/c “Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir) olarak görev yapacaktır.Ancak, yürüyen davalar bakımından böyle bir uygulama geçerli olmayacaktır.

 

[7] Düzenleme ile daha önce TMK m.3’de ve m.4’de tanımlanan yine TCK kapsamında bulunan suçlara ek olarak TCK’dan yeni maddeler TMK kapsamına alınmıştır. TCK kapsamındaki 90 kadar madde “terör” ve “örgüt” bağlantılı olarak TMK hükümlerine bağlı olarak BACM’ların yetki alanı içerisine girmiştir.

 

[8] TMK, m.1, “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.

 

[9] TMK, m.10, TCK’da yer alan 1.Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu, 2.Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar, 3.İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) dolayısıyla açılan davalar birinci fıkra hükmüne göre görevlendirilen mahkemelerde görülecektir.

 

[10] Hukuk sistemimizde “örgüt” kavramı/tanımı da henüz çok yerleşmiş değildir. TCK, m.6/j’de “diğerleriyle beraber veya tek başına” ifadesinden yola çıkarak “iki kişinin (terör) örgütü sayılabileceği” sonucu ortaya çıkmaktadır. Aynı ifade TMK, m.2’de de bulunmaktadır. TCK, m.220/1’de ise “örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir” denilmektedir.

 

[11] Geride kalan süreç içerisindeki uygulamalardan en çok akılda kalan örnek “Futbolda Şike Davası” olmuştur. Bu dava kapsamında yargılanan kişilere isnat edilen esas suç konusu “haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla suç örgütü kurup yönetmek” (TCK, m.220/1) olmuştur.

 

[12] RT, TCK’dan TMK kapsamına alınan toplam 90 kadar madde TCK’daki 268 suç maddesinin %34 kadarıdır. “Hürriyete”, “Malvarlığına, “Kamu Güvenine”, “Ekonomi, Sanayi, Ticarete”, “Devletin Güvenliğine”, “Anayasal Düzene”, “Milli Savunmaya” ve “Devlet Sırlarına” karşı 57 kadar suç maddesi ise 90 maddenin (%34’ün), %64 kadarına isabet etmektedir.

 

[13] TC Anayasası, m.10

 

[14] TMK, m.4/d, “Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlar.”

 

[15] Mustafa Kemal, AÜ Hukuk Fakültesi, 1925, “Büsbütün yeni kanunlar yaparak eski hukuk esaslarını temelinden ortadan kaldırmak girişimindeyiz ve yeni hukukun esasları ile alfabesinden öğrenime başlayacak bir yeni hukuk kuşağını yetiştirmek için bu kurumları açıyoruz. Bütün bu uygulamada dayanağımız, ulusun işe yatkınlığı ve yeteneği ve kesin iradesidir. Bu girişimlerde arkadaşlarımız, yeni hukuku, bizimle birlikte, sözünü ettiğim nitelikte anlamış olan seçkin hukukçularımızdır.”

Genel yaşamımızın yeni hukuksal esası kuram ve uygulama alanında görünüp gerçekleşinceye kadar geçe­cek zamanı sağlayan, doğrudan doğruya ulusumuz ve onun devrimindeki yorulmaz ve yıpranmaz güç olacaktır.

 

[16] AB İlerleme Raporu (EU Progress Report, Turkey, 2011)

Birleşik Devletler İnsan Hakları Uygulamaları Raporu (US Human Rights Practices Report, Turkey, 2012)

Avrupa Komisyonu İnsan Hakları Komiserliği Raporu (The Council of Europe Commissioner for Human Rights Report, Turkey, 2011)

İnsan Hakları Gözlem Raporu, (Human Rights Watch Report, Turkey, 2012)

Gözlemci Raporu (The Observatory Report, Turkey, 2012)

 

[17] AB İlerleme Raporu (EU Progress Report, Turkey, 2011)

 

[18] Birleşik Devletler İnsan Hakları Uygulamaları Raporu (US Human Rights Practices Report, Turkey, 2012)

 

[19]Avrupa Komisyonu İnsan Hakları Komiserliği Raporu (The Council of Europe Commissioner for Human Rights Report, Turkey, 2011)

 

[20] İnsan Hakları Gözlemci Raporu, (Human Rights Watch Report, Turkey, 2012)

 

[21] Gözlemci Raporu (The Observatory Report, Turkey, 2012)

 

[22] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20881975.asp ( Nuray BABACAN, ANKARA, 30 Haziran 2012)

Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkanlık Divanı Üyelerini Kabul, Çankaya Köşkü, 30.6.2012, “Çok doğru, yargıda uygulamalar büyük sorun. Bakın İzmir Belediyesine. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ticareti, ekonomik çıkar amaçlı suç örgütü, bir de terör suçu deyip ÖYM’ye sokuyorlar. Daha suçun var olup olmadığı belli olmadan her şeyi buraya sokuyorlar. Sonuç olarak bir belediye başkanını incelemeden, suçun vasfını belirlemeden buraya sokuyorlar. Esasında bundan da bir şey çıkmayacaktır. Bu üç şeyi sokup büyük bir operasyona dönüştürüyorlar. Halbuki burada cebir yok, şiddet yok. Van ÖYM’de 100’ün üzerinde dosyayı inceledim, sadece bunların 2’si bu kapsama girmiş. Baktığınız zaman 98’i görevi kötüye kullanma… Bu 3’üncü pakette nasıl değişecek bilmiyorum ama her şey yasayla da değişmez, o genel çizgileri koyar. Bu zihniyet meselesi. Bu hâkimin tahakkümüne dönüşmüş. Yapılmak istense başka yolları da var”

Mustafa Elitaş, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili, 30.6.2012, “Devam eden darbe teşebbüsleriyle ilgili davaların sonuçlandırılmasına kadar mevcut mahkemeler görevlerine devam edecekler. ÖYM normal ülkelerde olmaması gereken mahkemelerdir.”

 

[23] Andrew Gardner, Resarcher on Turkey for Amnesty International, Media Line, 28.06.2012, “Uluslararası insan hakları standartları ile de koruma altında olan gösteri yapma, makale yazma ve benzeri icraatları nedeniyle mahkemeler tarafından yürütülen kovuşturmalara muhatap olan kişiler Türkiye’nin uzun süren insan hakları ihlali sorunlarından bir tanesi olmuştur…Mahkemelerin kaldırılması sadece Türkiye’deki insan hakları ihlallerine bir gönderme olacaktır, özel yetkili mahkemelere değil, yargı sistemi etkin ve verimli değildir ve tartışmalı davalarda yargı tarafsızlığı eksiktir…Özel mahkemelerin kaldırılması önemli bir gelişme olacaktır. Ancak, işaret edilen sorunlar bakımından arzu edilen husus TMK’da ve terörün çok geniş tutulan tanımında köklü değişiklikler yapılmasıdır.” (The prosecution handled by these courts has been one of the most long-standing human rights problems in Turkey, particularly people being prosecuted for taking part in demonstrations, writing articles and other conducts protected by international human rights standards…Abolishing the courts would only address part of Turkey’s human rights challenges. Not just the special authority courts, but the entire judicial system is inefficient and lacks impartiality in addressing controversial cases...The removal of the special courts system would be a significant improvement. However, what is also required in a fundamental change in the anti-terrorism law and its very broad definition of terror is more vital to addressing the problem)

 

[24] TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 5.7.2012, “Tedbir mahkumiyete dönüşmemeli. Yargıçlarımızın da yargı makamlarımızın da çıkardığımız yasaların ruhunu iyi anlamaları, iyi kavramaları gerekiyor. Tutuklu milletvekilleri de dahil özel yetkili mahkemeler olarak bilinen mahkemelerin uygulamalarından bir rahatsızlık olmuş. Meclis de bu rahatsızlığı, bünyesinde değişiklik yaparak bunu ortaya koydu… Tutuklu milletvekilleri bakımından da adli kontrol gibi gerçekten çağdaş bir tedbiri uygulamaya koyabilecektir. Ümit ederim yargı, yasamanın verdiği bu mesajı iyi anlamıştır… Türkiye'nin itibarı için önemli. Kimse de artık, 'Ben yaptım, tutuklarım' gibi bir yola tevessül etmemeli."

 

[25] TCK, II.K, IV.Ks.,IV.Bl., “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, m.305 (Temel Milli Yararlara Karşı hareket)

VI.Bl., m.318 (Halkı Askerlikten Soğutma), m.319 (Askeri İtaatsizliğe Teşvik), m.323 (Savaşta Yalan Haber Yayma), m.324 (Seferberlikle İlgili Görevin İhmali), m.325 (Düşmandan Unvan ve Benzeri Payeler Kabulü)

VII.Bl., m.332 (Askeri Yasak Bölgelere Girme)

 

[26] Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, 11.7.2012, “Yürüyen davaları haber yapıyorsunuz. Haber değil yargıyla ilgili ihlal anlamında algılanıyordu…Davaları haber yapan basın mensuplarını ilgilendiren 5000 civarında dava açılmış, bunların hepsi ertelenmiştir.”

RT, 6352 sayılı Yasa, Geçici Madde 1/1, “31.12.2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı…” soruşturma aşamasında bulunan kamu davalarının ertelenmesine, kovuşturma aşamasında kovuşturmanın ertelenmesine, kesinleşmiş olan mahkumiyet hükmünün infazının ertelenmesine karar verilmiştir.

 

[27] TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 5.7.2012, “Dün akşam itibariyle cezaevlerinde 92 bin 151 hükümlü ve 34 bin 235 tutuklu olmak üzere 126 bin 386 tutuklu hükümlü olduğunu hatırlatarak tutuklu sayısının1/3’e düştüğünü, tutuklu sayısında hükümlüye nazaran ciddi azalma olduğunu…”

 

[28] AA, 11.7.2012, “Kanun kapsamında yapılan değişikliklere durumları uyan mahkumların dosyaları tek tek inceleniyor. Toplam 3200 mahkumun düzenlemeden yararlanarak tahliye edilmesi öngörülüyor.”

 

[29] http://www.turkiyegazetesi.com/haberdetay.aspx?newsid=17266

http://www.haberler.com/albay-ailesi-tahliye-kararina-itiraz-etmeyecek-3781513-haberi/

 

[30] http://www.hrw.org/world-report-2012/world-report-2012-turkey

İnsan Hakları Gözlemci Raporu, (Human Rights Watch Report, Turkey, 2012), “As the Justice and Development Party (AKP) government focused on promoting Turkey’s regional interests in response to the pro-democracy Arab Spring movements, human rights suffered setbacks at home. The government has not prioritized human rights reforms since 2005, and freedom of expression and association have both been damaged by the ongoing prosecution and incarceration of journalists, writers, and hundreds of Kurdish political activists.”

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 3388