İbrahim Tatlıses neden "oğlumun adı İDO değil" açıklaması yaptı?
Kim ne derse desin, halkımız “magazin sever” bir halktır.
Bu sebepten olacak ki; ne kadar ciddi olursa olsun kendini doğrudan ilgilendiren konuları bırakır, gider başkalarının özel hayatlarını anlatan “magazin” haberlerine diker gözünü:
Kim kiminle nerede görülmüş, kim kimi aldatmış, kim kime… falan filan.
İşte bundan dolayıdır ki, bazı ciddi konuları, daha çok ilgi çekmesi açısından “vatan” “millet” “halkımız” “ulusal ekonomimiz” falan demeden aynen gazetelerin üçüncü sayfa “haberleri” türünden bir girişle vermekte yarar var.
*
Bana göre bu ülkede halkın nabzını en iyi tutanların arasındaki birinci kişi olmasa bile en başarılılarından biri, mutlaka ünlü sanatçımız İbrahim Tatlıses’tir.
Sahne hâkimiyetine, izleyenleri ile diyaloğuna, kendisine gösterilen teveccühe bakıldığında bu çok açık bir gerçek olarak kabul edilmelidir.
Halkın neden hoşlandığını bilir;
Dolayısıyla hoşlanmadığını da.
Kamuoyunun yoğun biçimde İDO’nun kendisine ters gelen fiyat politikası ile meşgul olduğu geçtiğimiz günlerde Tatlıses, bence şimdi söyleyeceğim konu hariç ortada hiç bir neden görünmüyor iken bir açıklama yaptı:
“Benim oğlumun gerçek adı İDO değil, İbrahim’dir. Ona “İbrahim – Derya’nın kısaltılmış hali olan İDO adını koydular” dedi.
Gazeteler bunu “Tatlıses 20 yıllık sırrı açıkladı” diye verdiler.
(4 Temmuz 2012-Hürriyet)
Hiç düşündünüz mü, halkın nabzını çok iyi tutan bir sanatçı 20 yıldır ses çıkarmadığı bir konuda acaba neden bir gün ansızın “benim oğlumun adı İDO değildir, İbrahimdir” demek gereğini hissetti?
Acaba o sanatçılara mahsus sezgisi ile 20 yıl sonra neden bu günlerde bunu açıklama ihtiyacını duydu?
……
*
Peki…
Bu magazinsel girişten sonra şimdi kendi “üçüncü sayfa”mızı kapatıp gelelim biraz daha ağır ama halkımızın ekonomisini ilgilendiren konulara.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’ın belediyeye nakit para basan ama sayın başkanın bazen “.. Şirketlerin gücünü, başarısını ve kalitesini biliyoruz” bazen “ne yapalım bu yükü daha fazla taşıyamazdık” deyip o tarihte biz dâhil belediye meclisindeki muhalefet üyelerinin kendini yırtarcasına karşı çıkmasına karşın partili üyelerinin oylarıyla alınan karara dayanarak sattığı İDO’nun şimdiki sahipleri, ticari bir özeleştiri yapıyor ve şöyle diyor:
“Normalde bizim yüzde 40’a yakın zam yapmamız lazımdı… Maliyet artışlarına rağmen gereken zammı yapmadık ama yine de kazıklayan şirket konumuna düştük.”
Sonra da neden böyle bir zam yapılması gerektiğini şöyle açıklıyorlar:
“Biz İDO’yu aldığımızda deniz otobüslerinde kırsal yakıt kullanılıyordu.
Şimdi ise, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) yaptığı değişiklikle bize de euro-dizel yakıt kullanma zorunluluğu getirildi.
Euro-dizel’e geçtiğimiz için aradaki maliyet farkı yıllık 68 milyon TL.”
İkinci gerekçe de şöyle:
“Bir kere Türkiye’de döviz performansı açısından bakıldığında geçen yıldan bu yana yüzde 20 devalüasyon oldu. Dolar geçen yıldan bu yana yüzde 20 değer kaybetti.
Biz İDO’ya 900 milyon dolara yakın para ödedik. Euro 1.50 iken aldığımız borcumuzu şu anda Euro’nun 1.80 olduğu bir ekonomik ortamda ödüyoruz (doları kastediyor olmalı-bs). Hesapladığınızda tam yüzde 20 devalüasyon oldu. Biz TL olarak gelir elde ediyoruz ve borcumuzu dolar olarak ödüyoruz.”
Şimdi bu açıklamaları okuduktan sonra ne demeli?
Örneğin: “Haberimiz olsun, önümüzde yapılmamış %40’lık bir zam var, özel sektör belediye gibi davranıp bunu sineye çekmek zorunda olmadığına ve bizler de denizi yüzerek geçemeyeceğimize göre bu bilet işi burada bitmez” mi diyeceğiz?
Ya da “Siz şu bizim boğazın iki yakası arasında sabah işine gidip akşam evine dönen ortalama Türk vatandaşına verdiğiniz taşımacılık hizmetinin, Pendik Yalova hattının, Yenikapı Bandırma hattının yani Marmara denizi içinde yaptığınız taşımacılığın vapur biletini neden Amerikan doları üzerinden almak zorundasınız ki?” mi diyeceğiz.
Gelin bu soruların akla gelen ilk cevaplarını biz verelim, siz yine istediğiniz gibi geliştirin:
1)İDO’nun taşımacılık gideri içinde yakıt maliyeti yüzde 40’tır.
(Prof.Dr. Hayri Ülgen/İDO ile ilgili makalesi).
Yakıt maliyetinde ileri sürülen artış oranı da haydi “söylendiği gibi” yüzde 40 ise yapın hesabını; matematik olarak bu artışın taşıma maliyetine etkisi (0,40x0,40=) sadece yüzde 16 olacaktır.
Demek ki yakıta yüzde 40 zam geldi diye bilet ücretlerine yüzde 40 zam yapılması gerekmez. Bu hesabı özellikle UKOME’nin yani İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ve bu komisyona katılan bürokratların iyi yapması, bu işlerin takip edildiğini bilmeleri gerekir.
2)Bu ülkede döviz fiyatlarının yükselmesi yani yukarıdaki beyana göre “devalüasyon” hali varsa; bu durum, sade vatandaş başta olmak üzere; köşedeki bakkaldan buzdolabı üreticisine kadar herkesin sonucuna katlanmakta olduğu bir düzenlemedir. Türkiye’de kurulu ve yine Türkiye’de faaliyet gösteren bir firmanın hiçbir biçimde kendisini diğer firmalardan ayırıp “benim üzerimdeki kur farkı etkisini giderin, ben yurt dışından kredi kullandım” deme ayrıcalığı ve bunu doğrudan bir başkasının sırtına yükleme şansı yoktur.
Bu işlerde kar ve zarar kardeştir.
Aksi halde döviz fiyatları yükselmek yerine aşağı düşünce de halk olarak bizim bilet ücretlerinde indirim beklememiz gerekir.
3) Biz EPDK yani Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Kararı ile ucuz olan “kırsal dizel” den “Eurodizel”e geçtiğimiz için maliyetimiz yükseldi denmektedir.
EPDK’nin “Eurodizel” e geçişi mecbur kılan düzenlemesi “98/70/AT sayılı Avrupa Birliği Yönergesi”nde yer alan “motorin” tanımı gereğidir ve bu durum daha 2010 yılında bile kamuoyunca bilinmekteydi. (Bakınız: 11 Temmuz 2010 Star Gazetesi)
Kırsal motorinin üretim ve ithalatı 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle yasaklanmıştı.
Dağıtıcılarına 15 Şubat 2011 tarihine kadar stokunuzu bitirin denmiş;
1 Nisan 2011 günü de her türlü kullanımına son verilmişti.
İDO’nun satış tarihi ise bu düzenlemelerden çok sonraki bir tarih olan 8 Nisan 2011’dir ve İDO’nun şimdiki sahipleri o eurodizel düzenlemesi sırasında muhtemelen daha İDO’ya talip olmayı bile düşünmemekteydiler.
Bu durumda “kırsal dizel”den “eurodizel”e geçiş, maliyelerimizi %40 artırdı” ifadesinin ne kadar “kabul edilebilir” olduğunu okurun takdirine bırakıyorum.
4)Bence İbrahim Tatlıses boşuna Tatlıses olmamıştır.
Yirmi yıl sonra “Benim oğlumun adı İDO değil, İbrahim’dir” derken bu işlerdeki sezgisi müthiş.
Doğrusu “İbrahim”.
Ona artık kimse İDO demesin.
Hits: 2440