Türkiye Komünist Partisi (TKP), geçen ay gerçekleştirdiği 11. Kongre Türkiye Konferansı’nın ardından “Dinselleşme ve Komünistler” başlıklı bir değerlendirme yayımladı. Toplumda giderek etkisi artan dinselleşme karşısında komünistlerin tavrını ele alan metni dikkatle okudum. İçinde yaşadığımız dönemde son derece isabetli görüşler içerdiği için bu aydınlatıcı değerlendirmenin üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle giriş kısmındaki tespitle işe başlayalım.
“TKP 10. Kongresi’nin, 2011 seçimleriyle kurulduğunu saptadığı İkinci Cumhuriyet’in temel eksenlerinden biri, siyasal rejimin ve toplumsal yapının dinselleştirilmesidir. Birkaç yıl önce marjinal örnekler mi, öncü adımlar mı oldukları tartışılan kimi uygulamaların genelleştiğini ve bütünlük kazandığını görüyoruz. Eğitim sistemine dinin sokulması, çeşitli yerelliklerde alkollü içkiye düpedüz yasak getirilmesi, devletin dini televizyon kanalı açması yalnızca tekil uygulamalar değil, AKP’nin ilk bakışta bunlarla ilişkisi kurulamayacak çeşitli alanlardaki programını bütünleyen ögelerdir.
“Türkiye egemen güçlerinin sosyal devletten kalan boşluğu doldurmak için İslami yardımlara, Ortadoğu’da rol genişletmek için Sünni kimliğine, Kürt sorununa çözüm adına ‘din kardeşliği’ fikrine, ilerici ideolojilerin kaynaklarını kesmek amacıyla sanat ve kültür alanlarının kurutulmasına, genel olarak eşitsizlikleri, haksızlıkları meşrulaştırmak için dinin yaygınlaşıp derinleşmesine ihtiyaçları var.
“Bu çerçevede ateizme dönük aşağılayıcı saldırılar meczupça bir gericiliğin göstergesinden ibaret değil, egemen ideolojinin yeniden yapılandırılmasının vazgeçilmez unsurlarıdır. Olası bir yeni anayasa da kitlelere burjuva liberalizmi veya emperyalist ‘küreselleşmecilik’ üstünden değil, din sayesinde mal edilmeye çalışılacaktır.”
Bunlar belirtildikten sonra, emekçi hareketinin ve solun, sömürüsüz bir dünya mücadelesinde kendini zorunlu olarak seküler bir perspektifle tanımladığının altı çizilmiş. Şu nokta önemli; TKP toplumsal yaşamın, siyasetin, siyasal ideolojilerin vb. dinsellikten arındırılması için mücadeleyi önerirken, aynı anda bireylerin kişisel inanç ve vicdan özgürlüğünü de sahipleniyor. Burada altını çizdiğim satırlar var: “Sosyalist hareketler günümüzde de kimi ülkelerin özgün koşullarında dinci akımlarla olumlu temasa girebilmektedir. Türkiye Komünist Partisi, bu örneklerden genelleştirilmeye gidilemeyeceğini, ülkemizin bu kapsamda ele alınamayacağını saptamaktadır.”
Komünist hareketin, burjuva aydınlanmasını sınıfsız topluma uzanan bir sosyalist aydınlanma olarak dönüştürerek sahiplendiği vurgulanıyor metinde. İkinci Cumhuriyet’in Aydınlanma mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi konusunda bir burjuva konsensüsünü temsil ettiği ve neoliberal, piyasacı yaklaşımlarla dinci gericilikle birbirini bütünlediği belirtiliyor.
İki kesime önemli mesajlar veriliyor. 1- Dinci iktidara muhalefet için “Gerçek Müslümanlar” adına konuşulması da, dinin ortak payda olduğunun kabulü demektir; sol, dinin siyaset alanına sokulmaması ilkesinden ödün vermez. 2- Kürt toplumu içinde tarikatların, Hizbullah’ın, Barzaniciliğin ve bunlarla bütünleşik aşiretçiliğin güçlenmesi, ideolojik alanda dinci gericiliğin atağa kalkması gibi gelişmelerin tamamı İkinci Cumhuriyet sendromlarıdır. Sol, Kürt toplumunun uyanışının seküler karakterine sahip çıkmalı ve bu boyutu güçlendirmeye çalışmalıdır.
Oldukça kapsamlı bir çerçeve çizen bu metni kaleme alanları kutluyor, tümüne katılıyorum. Yerim bittiği için burada kesiyorum ama gelecek haftalarda çok önemsediğim bu konuya yeniden değineceğim. l
(Cumhuriyet Pazar)