Teoride Türkiye büyük devlet, Suriye küçük devletti. Türkiye isterse ham der, Suriye’yi yutardı.
Sonra Suriye, pratikte “Düşürdük!” diye naralanınca, bizimkiler baktı uçak geri gelmiyor, “Mademki düşürdük diyor, demek düşürdü!” deyip savaş açmaya kalktılar.
Kimin büyük, kimin küçük olduğuna dair teori biraz sarsıldı, ama devrilmedi.
Suriye, uçağımızı teoride basit uçaksavar bataryasıyla vurduğunu öne sürerken, bizimkiler yemin billah, akıllı füze tarafından vurulduğunda ısrar ettiler.
Ne var ki pratikte, Büyük Türkiye’nin düşürülen uçağını bulup çıkarması gerekti. Bizimkiler bir baktı, tankı var, topu var, füzesi, rampası, jeti meti… Ama bunca varlık ve büyüklük içinde uçağının düşürüleceği ihtimali olmadığından, Suriye’nin düşürdüğü jeti aramataramadenizdençıkarma gemisi yok!
İmdadına Amerikan Nautilus gemisi yetişti. Zaten düşürülen uçak da Amerikandı. Amerikan gemisi Amerikan jetinin halinden anlardı. Nitekim düşen uçağı bulup çıkarmakta gecikmedi.
***
Füze mi vurdu, batarya mı derken, bir de ne görsünler?
Teoride “düşürüldü” diye Suriye’nin övünüp Türkiye’nin dövündüğü jet, meğer pratikte vurulmadan düşmüş!
Şimdi Türkiye’nin teorisi, uçağın vurulmasa bile Suriye tarafından düşürüldüğü yolunda. Eh, Suriye de karavana atıştan edindiği nişancılığı inkâr edecek değil ya, hasmın teorisine, “He ya, düşürdüm!” diye kafa sallıyor.
Ama pratikte, düşen RF-4E Phantom tipi keşif uçağı, 1965 yapımı olup, ASELSAN tarafından “Terminator 2020” tekniğiyle yenilenmesine rağmen, Türk Hava Kuvvetleri envanterine girdiği 1974’ten bu yana tam 56’sı kaza kurbanı olup içinde 58 havacının şehit verildiği 165 adet “asar-ı atika”dan biriydi…
Söylediler inanmadım, araştırdım doğruymuş: 1999 yılı itibarıyla İsrail ve İngiltere, bu uçakları ıskartaya çıkarmış. ABD ve İspanya ise hedef olarak kullanıyor. Avustralya da olan mevcudu ABD’ye hedef yapsın diye geri göndermiş!
Pratikte savaş uçağı olarak değil, yeni savaş uçakları hedef çalışsın diye uçurulan bu antika jetleri hâlâ hangi ordular aktif kullanıyorlar dersiniz?
Türkiye, İran, Güney Kore, Yunanistan… Yakışmaz diyen, giysin fistan!
İster istemez 2011 Eylül’ünü anımsıyor insan: Hani ABD/İsrail/Kıbrıs Rum ortaklığı Noble Energy şirketinin Akdeniz’e diktiği heyula doğalgaz platformuna karşı teoride makro tavır alan Türkiye’nin, pratikte mikro afrı tafrı; tek, biricik, eşsiz ve tarihi sismik araştırma gemisi Piri Reis’in denize açılışını…
Sahi n’apıyor o gün bugündür, KDV’sini ödeyemediği yeni motorunu kıçına takamayınca adının önüne Koca takıp, eski motoruyla çıkarıldığı yolda kalan Akdeniz fatihimiz, Koca Piri Reis araştırma gemimiz?
Teoride kimin gazını alacaktı, pratikte hangi gazı çıkardı?
***
Teoride, yeni bir Terörle Mücadele Yasası çıkardılar. Yıl 2006.
Pratikte, konuşmaktan yazmaya, yazmaktan basmaya, bağırmaktan pankart açmaya; sendika, grev ne demek? Her şey terör eylemi olup çıktı.
Zaten teoride antidemokratik DGM’leri kaldırıp, demokratik ÖYM’leri kurmuşlardı. Yıl 2005.
Pratikte bilimciler, gazeteciler, yazarlar ya terörist ya darbeci; ABD’ye he demeyen subaylar da ya terörist ya casus olarak içeri tıkıldılar. 2012 yılına gelindiğinde Türk ve Kürt aydınların derdest sayısı, serbest sayısını aşmıştı.
Teoride, ÖYM’leri kaldırmak, uzun tutukluluktan doğan mağduriyeti önlemek için kolları sıvayıp bir torba yasa diktiler, üç hafta önce.
Pratikte, tribünlerde attığı ipi TBMM’de tutan MHP’ye şükran selamı çakıldı, 80’lerin artığı terörist katiller serbest bırakıldı. Darbe yapmadan darbeci, terör yapmadan terörist ilan edilen siviller, hatta teröristlerle savaşan askerler hâlâ kodeste.
***
Zaten teoride bir Türk dünyaya bedeldi ya?
Pratikte değil dünya, bir TOKİ kondusu bile etmediği ortaya çıktı, sonunda:
2005 yılında Kuşadası’ndaki terör eyleminde ölen İngilizin bedeli, 1 milyon sterlin. Türklerin bedeli, 70’şer bin TL. O da “devletin kusuru yoktu” diye geri isteniyor. Zaten onları öldüren terörist de yakında torba yasaya girer, dışarı çıkar.
Teoride Allah’ın takdiri, pratikte AKP iktidarı, biraz mülayim olun yahu, çoğu kısmet, azı kader!
‘G’ NOKTASI
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 3. yargı torbasından çıkamayan tutuklu gazetecilerin mağduriyetini dile getiren arkadaşımız Müyesser Yıldız’a: “Türkiye AKP’nin korku ve tek adam yönetimine teslim olmayacaktır. Bu konuda aydınlar, gazeteciler, yazarlar daha cesur olmalıdır” demiş.
Gazetecilerin dokunulmazlığı yok. CHP milletvekillerinin var.
Dokunulan cesur gazetecilerin durumu Silivri. Henüz dokunulmayan cesur gazetecilerin durumu da belli.
Ya dokunulmazlığı olan CHP’lilerin durumu?
Hangimizden daha cesurlar? İçerde olanlarımızdan mı, dışarda kalanlarımızdan mı?
“Gurur ve tevazunun ortak payandası, ikisinin de yalan oluşudur.”
GEORGES BATAILLE
(Cumhuriyet)