İKTİDARLARIN YAPISI VE MUHALEFETİN NİTELİĞİ !
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar gelen “iktidar” kavramı, sürü olarak halk ve onun çobanı olan kral şeklinde özetlenen "pastoral iktidar"dan başlayarak tiranlıklardan, oligarşilerden, monarşilerden ve başka birçok yönetim biçimi sergileyen iktidar anlayışından, demokratik parlamenter sisteme kadar uzanmıştır.
İktidarlar kaynağını “insan doğasından”, toplumdaki egemen olan “dinden”, toplumun birlikte yaşama çabasındaki “ortak iradesinden”alabilir. Bilinen bir başka gerçek de, iktidarın olduğu yerde bir karşı çıkışın, muhalefetin, direnmenin olduğudur.
Bugün dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizde demokrasi, insanların dillerinden düşürmedikleri fakat gerçekte bireylerin yaşamlarına, duygu ve düşüncelerine doğrudan ve sahiden nüfuz etmediği için, toplumlara her derde deva tek içimlik bir ilaç gibi verilmeye çalışılan ve neredeyse her bir bireyin kendi demokrasi anlayışına sahip olabilmesi mümkünmüş gibi sunulan bir kavram haline dönüşmüştür.
Oysa ideal anlamda olmasa da, uygulamasıyla ideale yaklaşmış olan gerçek demokrasilerde, bir başka anlatımla, “olması gerekene” değil”, “olan’a” bakılarak “demokratik” olarak kabul edilen rejimlerde, demokrasinin vazgeçilmez, olmazsa olmaz asgari koşulları olarak şu altı şartın varlığı aranmaktadır: 1. Etkin siyasal makamların seçimle iş başına gelmesi; 2. Seçimlerin düzenli aralıklarla tekrarlanması; 3. Seçimlerin serbestçe yapılması; 4. Birden çok siyasal partinin var olması; 5. Muhalefetin iktidar olma şansının var olması; 6. Temel kamu haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olmaları (1). Kuşkusuz demokrasinin şartları ve erdemleri bu altı madde ile sınırlı değildir.
Ancak ilk bakışta çok basit ve ilkel olarak değerlendirilebilecek bu şartları, dünyamızda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kesintisizolarak yerine getirebilmeyi başarabilmiş sadece 21 ülkenin var olduğu belirtilmektedir. Bu ülkeler şunlardır: Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Kanada, Lüksemburg, Norveç, Yeni Zelanda (2).
Görüldüğü üzere, muhalefetin iktidar olma şansının var olması ve temel kamu haklarından olan düşünce, basın, söz, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüklerinin tanınmış ve güvence altına alınmış olmaları demokrasinin olmazsa olmaz asgari kurallarındandır. Bugünün muhalefeti, yarının iktidarıdır. İktidarın el değiştirmesi, demokratik mantığın vazgeçilmez kuralıdır. Demokratik rejimleri, demokratik olmayan, baskıcı, teokratik rejimlerden ayıran en önemli unsur, örgütlenmiş muhalefetin varlığıdır. Tek partili bir rejim hiçbir zaman demokratik olarak kabul edilemez. Çağdaş demokratik devlette bu alternatifler siyasal partiler tarafından oluşturulur. Modern demokrasi, bir bakıma partiler demokrasisidir (3). Siyasi görüş farklılıklarına ilişkin yelpazenin partiler tarafından temsili zorunludur. İktidarların buna karşı durmaları, çeşitli yol ve yöntemlerle engellemeleri, kısıtlamaları düşünülemez.
Bu çerçevede, muhalefet kavramının genel anlamda tanımlamasını yapacak olursak; muhalefet, bir tutum ve davranışa karşı çıkma, uymama, başka türlü davranma, mutlak gücü sınırlama, başka önermelerde bulunma hakkıdır. En küçük toplumsal birim olan aileden başlayarak toplumun tüm alanlarında görülebilir. Eğer, siyaset zemininde oluşuyorsa, buna siyasal muhalefet denilmektedir. Demokratik, meşru bir muhalefet sadece demokrasilerde vardır. Çünkü demokrasilerde iktidarın yapısı, muhalefetin tüm unsurları ile var olmasına olanak sağlayacak nitelikte olmak zorundadır. O nedenle, muhalefetin nasıl bir muhalefet olacağını bir bakıma iktidarın yapısı ile belirlenir. Örneğin totaliter yapıdaki iktidarlarda gerek toplumsal gerekse siyasal muhalefet yapabilmenin koşulları ya yoktur ya da çok sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla orada olsa olsa ancak cılız bir muhalefet varolabilecektir.
İslam dünyasında ya da daha doğru bir deyişle İslam kültüründe muhalefet kavramı incelendiğinde ise, genel kuralın devlet başkanına itaat olduğu görülür. Yine İslam’da yasal muhalefetin kurumlaşmasından bahsedilemez. Zira, İslam düşüncesine göre genel olarak muhalif tutum, makbul bir davranış biçimi olmadığı gibi, devlet başkanının seçiminin devri de dönemsel değil, yaşadığı sürece bu görevde kalması esasına dayalıdır. Ortada meşruiyeti kaldıran bir durum olmadıkça da, seçilenin devlet başkanlığında kalması, iktidar ve muhalefet rollerinin normal şartlarda el değiştirmesini engellemektedir. Batı’dakinin aksine muhalefete, iktidara talip olma yerine “iyiliği emretme”, nasihat ve meşveret gibi yollarla ideal yönetim tarzından sapan iktidarın, kendini ıslah etmesini, bu mümkün olmadığında iş başına daha iyilerinin getirilmesini sağlama görevi vermektedir (4). Ancak bu konudaki yükümlü, doğrudan siyasetle ilgilenmesi zaaf olarak kabul edilen “ulema”dır. Ulemanın görüşlerinin ise doğrudan ve sadece sultan ve adamlarına ulaşması gerektiğinden, “olumlu muhalefet” diye nitelendirilen bu düşünce açıklamaları dahi İslam’da sınırlanmıştır.
Yine İslam’da, topluma yönetim üzerinde denetim imkanı veren bir yapı olarak nitelendirilen şur’a, muhalefetin yasal bir mekanizmaya dönüşmesini gerektiren bir temel olarak değerlendirilmektedir. Şur’a ile amaçlanan kısaca, “yönetimi üstlenenlerin istibdat ve tahakkümden uzaklaşmalarını, yasama ve siyasal tasarruf (yürütme) tekelini kaldırıp toplumun katılımını sağlamaktır.” Şur’a bu yapısıyla yasal muhalefetin de dayanağı” olarak açıklanmaktadır. Oysa, bunu düzenleyecek olan iktidarın bizzat kendisi olduğundan gerçekte toplum, Şur’a yoluyla iktidarın ancak destekçisi konumundadır. Böyle bir uygulamada, iktidar dışı muhalefetin işlevsizliği ve gereksizliği apaçık ortadadır.
Tüm bu açıklama ve değerlendirmelere biraz daha yakından bakıldığında, bugünkü iktidar yapımızın aslında İslami niteliklerle ne kadar örtüştüğü açıkça görülmektedir. Bu durumda ise “Muhalefet” kavramına şimdiki zaman penceresinden yeniden bakmak zorunlu olmaktadır. Sadece siyasal anlamda değil, genel anlamda da “Muhalefet kavramının” özellikle günümüzde değer kaybına uğradığı, gözden düşürüldüğü bir gerçektir. Siyasal muhalefetin bu kayıplardan nasibini çokça aldığı ise tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.
Öte yandan, İktidarın kendi içindeki çelişkileri ile, kendine ziyadesiyle benzeyen yapılar arasındaki çekişmelerini “kendi muhalefetini kendi yaratan anlayış” olarak da değerlendirebiliriz. Böyle bir çelişki, çekişme ya da karşıtlık, nasıl nitelendirirsek nitelendirelim, toplumda az da olsa kalmış olan muhalefet duygusunu da tatmin edecek ve demokrasinin asli unsurlarından biri sayılan gerçek “muhalefet”in giderek güçsüzleşmesine neden olacaktır.
“Muhalefet” dediğimiz şey de sistemin bir parçası olduğuna göre, “Ah nerede o eski muhalefet?” ya da “İyi bir muhalefeti kim istemez?” türündeki söylemler, esası olmayan ve hatta biraz da istihza içeren söylemler olarak kalmaya mahkumdur. Bugünün yöneten iradesinin, “İktidarın iyiliğini ve selametini isteyen ve onun için çabalayan” bir muhalefetin dışında hiçbir anlayışa geçit vermek istemediği görülmektedir. Bu ise, “Demokrasi dediğimiz sistemi tanımlayan en az unsurları” bile görmezden gelmek demektir.
_____________________________
- GÖZLER Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2004, s.112-126. (www.anayasa.gen.tr/demokrasi.htm, 15 Kasım 2005 ). Ayrıca bkz. GÖZLER Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000, s. 131-135 (www.anayasa.gen.tr/demokratikdevlet.htm,
- GÖZLER Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2000, s. 131-135, dpn.(Alıntılar; 26.06.2012)
- Aynı Eserler
- ARDOĞAN Recep (Dr.), Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: VIII/2, s.171-189, Sivas, Aralık 2004. “Teorik Temeller ve Tarihsel Gerilimler Arasında İslam Kültüründe Siyasal Muhalefet”
Diğer Kaynaklar :
1. FOUCAULT Michel, İktidar Düşüncesinin Anlaşılması,
Hits: 4221