“Türk Sosyal Demokratları Derneği”nin çağrılısı olarak gittiğim Köln’deki konuşmamın devamında, Türk Aydınlanması’nın bugün karşı karşıya bulunduğu tehdidi, Aydınlanma’nın beşiği olan Avrupa’nın bu konudaki tutumunu ve sonuç olarak da neler yapılabileceğini dile getirmeye çalıştım…
***
Anadolu’daki halklar sentezinin mayasında bulunduğuna inandığım, bunun yanı sıra birkaç yüzyıllık savaşımlar tarihine sahip, Cumhuriyet devrimleriyle de evrensel bir anlam kazanan Türk aydınlanmasını bugün tehdit eden tehlikenin belki de en açık biçimde dile getirilmiş ilk işaretlerinden birini “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabının Türkiye’ye ilişkin bölümleriyle ABD emperyalizminin günümüzdeki kuramcılarından Samuel Huntington vermişti…
Sözü çok edildi, en az birkaç kez ben yazdım… Fakat ne kadar tekrar edilse yine de azdır… Çünkü bugün başımızda dolaşmakta olan felaketin nasıl planlanıp kotarıldığı ancak bu kadar açık biçimde dile getirilebilirdi.
Profesör Huntington’a göre, Cumhuriyet devrimleri Türkiye’yi yolundan saptırmış, onu “bölünmüş” (herhalde laikler ve laik olmayanlar demek istiyor) bir ülke durumuna getirmiştir. Çünkü bu ülke Batı uygarlığına ait değildir. Onun yolu İslam ve Ortadoğu’dur. Ait olduğu yola girdiği takdirde, İslamın lideri olacaktır… Fakat kendisini laik olarak tanımladığı sürece bu olanaksızdır… Öyleyse… gerisini kitaptan, yazarın kendi sözleriyle okuyalım:
“Türkiye……… bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda Atatürk’ün kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir…”(263, 264. sayfalar)
Köln’deki konuşmamda özetlediğim bu sözler orada yaşayan yurttaşlarımızca, özellikle de en genç kuşaktan izleyicilerce büyük olasılıkla ilk kez işitiliyordu…
ABD emperyalizmin sözcüsü, çok açık olarak, bir “karşı Atatürk”ten söz ediyor…
“Büyük Ortadoğu Projesi”nin, “ılımlı İslam” safsatasının ve sonuç olarak da Türk aydınlanmasını yörüngesinden saptırarak baştan aşağı tersine çevirecek ihanet tezgâhının, nerelerde, hangi ellerde, kimlerce hazırlanıp kotarıldığı yeterince açık değil mi?..
***
Köln Üniversitesi’ndeki konuşmamın son bölümünde, neler yapılabileceği, neler yapılması gerektiği konusunda düşüncelerimi özetledim…
Öncelikle, Türk aydınlanmasının karşısındaki büyük tehdidin, aslında hiç de kendisini göstermeye çalıştığı kadar güçlü olmadığını bilmeliyiz…
Olağan koşullarda yüzde 10 oy potansiyelini bile aşamayacak bu “sivil darbe”ci ekip, bugün elde etmiş olduğu iktidar gücünü, emperyalist dış destekten ve uluslararası yeşil sermayeden almaktadır…
Bu desteklerin yanı sıra, Cumhuriyet devrimlerinin ürünü olan burjuva sınıfının beceriksizlik, öngörüsüzlük ve korkaklığı; Cumhuriyeti kuran partinin bir türlü derlenip toparlanarak sosyal-demokrat bir odak olamayışı ve sol’un da birleşik bir güç olarak ayaklarını ülke toprağını sağlamca basamayışı, Türk aydınlanmasını yok etmek üzere yola çıkmış tehdidin bu denli büyümesinin başlıca nedenleridir…
Bu olgular iyice kavrandığında, yapılması gerekenler de büyük ölçüde ortaya çıkmış oluyor…
Laik ve liberal değerlere sahip olduğu ölçüde Merkez Sağ, sivil darbeye biat edeceğine, ulusal bir programla kendi siyasal örgütünü kuramaz mı?
Bu kadar mı öngörüsüz, kimliksiz, korkak ve pısırıktırlar?
Ülkeyle birlikte kendi varlıklarının da elden gitmekte olduğunu görmüyorlar mı?
Cumhuriyeti kuran partinin, yeterince inandırıcı olamayan iktidar olma söylemlerini, popülist sloganları, düzeyi son derece düşük bu siyasal iktidarla ağız dalaşı ve çene yarıştırmayı bir yana bırakarak sendikalarla, meslek örgütleriyle daha yakın ilişkiler içinde, daha sağlam temellerde çağdaş bir sosyal demokrat örgüt olma yönünde derlenip toparlanması daha doğru olmaz mı?
Sol ise hiç kuşkusuz, birleşik bir güç olma ve eylem birliği yönünde adımlar atabilmelidir…
***
Türk aydınlanmasını, evrensel önemini, onu çok da iyi tanımayan, kişisel ve toplumsal bilinçaltlarında Huntington’cı önyargılar taşıyan Batılı kamuoyuna bıkıp usanmaksızın anlatmak ayrıca önem taşıyor…
Konuşmamda, özelikle de Batı ülkelerinde yaşayan “Avrupalı Türk”lere ve örgütlerine, bu görevi anımsatmam doğaldı…
Fakat bu uyarı görevi, öncelikle, hiç kuşkusuz Türkiye’nin laik, liberal, Cumhuriyetçi güçlerinin, sosyal demokrasinin ve solun ertelenemez sorumluluğundadır.
Batı’da “sol”un bir silkiniş dönemine girmekte oluşu, bu konuda bir fırsat ve şans oluştursa gerek...
(Cumhuriyet)