Dünya Kadınlar Günü, biz erkeklere kutlu olsun, diyeceğim bu kez. Bu günün anlamını daha derinlemesine içimizde duyumsamamız için...
Çünkü bugün “mübarek bayramımız kutlu olsun” der gibi, her iki cins için de tarafsız bir konu değil: Bir ezen-egemen taraf var, bir de ezilen-mağdur. Kadınlara “Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun” demek, epey eziyet verici!
En iyisi şöyle demek belki: Kadınların Özgürlük Savaşı (Günü) kutlu olsun!
Arkasından da sormak ve öğrenmek: Geçen bir yılın muhasebesini yaptın mı, neler oldu, neler değişti hayatında ve çevrende, toplumsal konumunda, kadın olarak, duygu olarak, pratik olarak?..
Bu soruyu erkekler de kendilerine sormalı: Ben kadınların özgürlüğü için bir yıl boyunca ne yaptım? Acaba bir kadına çiçek vermeyi hak edecek bir şeyler yaptım ve vicdanım rahat mı?!
Çünkü Dünya Kadınlar Günü, gün değil, bir süreç. 8 Mart ise bir hesap kitap ve ses duyurma günü!
***
Tam bu günlerde, siyasi iktidar, kız çocuklarının daha 10 yaşında başlarının türbanlanması, 4. sınıfa kadar okutularak toplumsal ve okul hayatının dışına çekilmesi ve eve kapatılması için harekete geçti! En iyi olasılıkla imam hatip okullarının orta sınıfına aktarılacaklar! Bu, dinci erkek siyaset talebinin bütün ülkeye dayatılmasıdır!
Türban meselesinin gelişim sürecini anımsayan var mı?
Konu, “türban takma özgürlüğü” olarak beyinlere çakıldı!
Dedik ki “mesele üniversite çağına gelmiş genç kızların türban takması değil; taksın ama bu orada kalmaz; sıra liselere, oradan ilköğretime gelecektir”...
Zaten bu süreci de başlatmışlardı!
Kızları türbanlama dernekleri, ilkokullara, türbanlı kızları gönderme zorbalıklarına başlamıştı!(*)
***
Bugün, eğitime katılacak kızların 10 yaşından itibaren türbanlanmasına yasal ortamı hazırlama noktasına geldik. “Liberal” çevreden İbrahim Betil ve Tosun Terzioğlu gibi isimler de, ilköğretimde kızlar türbanlanabilir görüşünü savunmaya başladı. Ne var bunda? Kızlar okusun da türban taksın, diyorlar!
Başı bağlanmış kızın beyni de bağlanmıştır, daha o yaşta! Türbanın kız çocukları için taşıdığı düşünsel, toplumsal, psikolojik, kültürel anlamı üzerine düşünmelerine gerek yok, bizler nasılsa erkek toplumun egemen bireyleriyiz!
Kadın özgürlüğünü, haklarını savunur görünen, toplumda kanaat oluşturucu konumdaki erkeklerin, kızların türbanlanması gibi büyük kapsamlı bir sorunda, erkek olmaları nedeniyle, en azından konuşmamaları, onaylar görünmemeleri, vicdani olarak susmaları gerekmez mi!?
Çünkü türbanın, savunur göründükleri kadın haklarını ve özgürlüklerini çiğneyici sonuçları olduğunu veya olabileceğini, düşünmeleri gerekir!
Onlara, “Bu konuda susun bari kardeşim, bu zaten merkezi-iktidar politikası olarak çoğunluk diktası olarak uygulanıyor.. Sizin desteklerinize ihtiyaçları yoktur! Susun ve oturun!” demeliyiz!
Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara çiçek verirken, bir vicdani ve entelektüel muhasebe yapmalarını dileriz!
Okusunlar da taksınlar! Hayır, bu asla haklı bir gerekçe olamaz!
Türbanın yaratacağı kişisel ve diğer sorunlardan kurtulabilecek çok az sayıda kız olacaktır!
***
Eğitimi imam hatipleştirme, ilköğretim çocuklarını türbanlama politikaları, bu iktidarın 10 yıldır uyguladığı kadın politikalarının bir parçasıdır, uzantısıdır, tamamlayıcısıdır; çekirdek politikalarından biridir.
Kadınlar 10 yılda daha iyi bir konuma mı geldiler; toplumsal ve siyasal konumlarında bir düzelme mi oldu?..
Yoksa erkek egemenliğinin daha vahşi saldırısına mı bırakıldılar!
Salt kendi çevremizdeki kadınlara bakmayalım, kadın sorunu daha çok kendi çevremizi aşan kadınların sorunudur!
Her gün iki-beş kadının öldürülmesinin bir anlamı olmalı!
Bu iktidar, 10 yıldır kadınların özgürleşmesine katkıda bulunmadı.
Ülkenin başındaki kişi, İmam Hatip Dernekleri Başkanı olarak davranıyor!
Kadınları erkeklerin egemenliği altında tutmaya yeminli dernek yöneticilerinin faaliyetleri, bugün tamamen bir iktidar faaliyetlerine dönüşmüştür.
İktidarın politikalarına destek vermek, kadınlar üzerindeki baskıları sadece arttırıcı, kümülatif etki yapacaktır...
(*) AKP’nin 10 yıl boyunca bu konuda yaptığı yasal değişikliklerin tümü, adım adım, içerikleriyle birlikte, Utku Çakırözer’in 24 Şubat yazısında çok güzel anlatıldı...
(Cumhuriyet)