KCK’ya yönelik operasyonun “yeni dalgasında” bazı gazeteciler de gözaltına alındılar.
Aralarında Özgür Gündem gazetesi, Birgün gazetesi, Vatan gazetesi ve AFP ajansının muhabirlerinin de bulunduğu çok sayıda gazeteci!
Hükümet yetkilileri elbette bu tutuklamaların “gazetecilik faaliyeti ile ilgili olmadığını, gazetecilerin terörist faaliyetler nedeniyle gözaltına alındıklarını” söyleyeceklerdir.
Ama gözaltına alınmalarına neden olan gerekçe doğrudan gazetecilik faaliyetleri ile ilgili.
Gazetecilerin gözaltına alınmalarının nedeni “merkezi yurtdışında olan örgütün medya kuruluşlarına haber vermek ve örgüt yönlendirmesiyle haber yapmak” olarak açıklanıyor.
Böylece “haber vermek ve haber yapmak” gibi iki yeni terör suçu icat edilmiş oluyor ki dünyanın demokratik bütün ülkelerinde bu tutum, basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit ve kısıtlamadır.
Gazetecinin yazdığı haberin doğru olmaması, haberin bir terör örgütünün yayınında kullanılmış olması bu durumu değiştirmez.
Gazeteciler bu haberleri ile bir terör eyleminin gerçekleşmesine katkıda bulunmuşlar mı, terör örgütünün emir-komuta zinciri içinde o eylemin herhangi bir aşamasında görev almışlar mı? Bir terör suçundan söz edecek isek bunlara bakmamız gerekir.
“O haberi niye yazdın, bu haberi neden o gazeteye verdin” gibi suçlamalar demokratik ülkelerde değil, ancak diktatörlüklerde olabilir.
Türkiye, öyle bir yere doğru gidiyor ki artık özgür basın faaliyetinden söz edebilmemiz giderek olanaksızlaşıyor.
Öyle görünüyor ki yakında sadece hükümetin yazılmasından hoşlandığı haberleri yazanlar bu mesleği yapabilecekler!
Bakanlarımıza bir eylem önerisi
FRANSA Cumhurbaşkanı Sarkozy, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün telefonlarına üç gün boyunca yanıt vermemiş.
Sarkozy’nin bir terbiye sorunu olduğunu zaten biliyorduk, bu bilgimizi teyit etmiş olduk.
Konuşsalardı da zaten bir işe yaramazdı ama bu tablo “dünya politikasının yeni büyük oyuncusu Türkiye” iddiaları ile hiç uyuşmuyor!
Bu nasıl bir “büyük oyuncu” ki en yetkili kişisinin telefonlarına çıkmayanlar bile var!
Günlerdir devlet yetkililerimiz, Fransa’da kabul edilmesine kesin gözüyle bakılan “Ermeni soykırımını reddedene hapis cezası” kanununu eleştiriyorlar.
Eleştirilerin dayandığı iki temel noktadan birisi de bu yasanın demokrasilerde söz konusu olamayacağı, söz ve ifade özgürlüğünü zedelediği şeklinde.
Bu görüşün Türkiye’de dile getirilmesi gerçekten ilginç bir durum.
Kendi yasalarındaki ve yargı uygulamalarındaki bu tür düzenlemelerle ilgili bir sorunu olmayanların, Fransızların düşünce ve ifade özgürlüğünü kendilerine dert edinmeleri gözlerimi yaşartıyor!
Biz sıradan vatandaşların Fransa’daki bu yasaya karşı bir eylemde bulunmamız da oldukça zor. Sınır dışı edilmeyi, Fransız polisinden dayak yemeyi ve hatta Fransa’da hapiste yatmayı göze almamız gerekiyor.
Ama bakanlarımızın ve milletvekillerimizin kendilerine diplomatik dokunulmazlık sağlayan kırmızı pasaportları var.
Şimdi o pasaportların gerçek bir işe yaramasının zamanı da geldi diye düşünüyorum.
Yasa çıkınca kalabalık bir grup yapıp Paris’e gitsinler ve kalabalık bir meydanda ellerinde “Ermeni soykırımı iddiası bir yalandır” pankartlarıyla küçük bir tur atsınlar! Doğu Perinçek, İsviçre’de böyle bir eylemi dokunulmazlığı olmadığı halde yapmıştı, hatırlayalım.
Fransızlar müdahale etmezse ne âlâ! Kendileri bile kendi yasalarını uygulayamıyorlar demektir.
Müdahale ederlerse ortaya çıkacak diplomatik skandal, bu yasanın saçmalığını tüm dünyanın gözüne sokacak bir eylem olur. Ankara’da oturup kurusıkı atmaktan daha iyi bir yoldur, öneririm!
Bu kolayca geçiştirilecek bir iddia değil
DÜN bu köşede Taraf gazetesinde Mehmet Baransu tarafından dile getirilen bir iddiayı aktardım. Baransu şöyle yazıyordu:
“AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini doğrusu merak ediyorum. Liderlik tartışması AK Parti’de büyük kırılmalara neden olabilir. Bekleyip hep birlikte göreceğiz.”
Baransu bu iddiasını pazartesi günü yayımladı. Böyle bir iddianın bir gazetenin bir köşesinde kalmasını yadırgıyorum.
Baransu belli ki bu konuyla ilgili bazı şeyler biliyor ama neden olduğunu bilmediğim bir gerekçeyle sadece soru sormakla yetinmiş.
Öyle görünüyor ki bir çevrenin izleme faaliyeti sadece muhalefet ile sınırlı kalmamış, iktidar partisi mensupları da bu faaliyete konu olmuşlar.
“İsviçre’den bavulla para getirmek” iddiası eğer doğru ise birçok suç aynı anda işlenmiş olmalı.
Normal ve yasal olmayan bir kaynakla paralar İsviçre’de biriktirilmiş, birinci suç. Bavulla Türkiye’ye getirilmiş, ikinci suç.
Para büyük olasılıkla siyasi faaliyetlerde kullanılmış, üçüncü suç.
Elbette Baransu’ya akıl verecek değilim ama böyle bir iddiayı ortaya sürmek için elinde bir şeyler olmalı.
Eğer bu iddia ile ilgili belgelere sahipse neden bunu ele geçirir geçirmez yayımlamıyor?
İddia bir dedikodudan ibaretse AKP’yi zor duruma sokacak böyle bir iddiayı soruşturmadan nasıl yazabiliyor? Baransu’nun korkusuz bir gazeteci olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bununla ilgili bir korku içinde olacağını da düşünmüyorum. Ama bu iddiaların tam da böyle bir ortamda gündeme getirilmiş olmasının nedenini de merak ediyorum.
İmzasız e-posta-larla gelen ihbarları bile ciddiye alıp soruşturma açan savcılarımız da acaba bu ihbarı değerlendiriyorlar mı?
(Hürriyet)