Daha bizden öncekilerin tüm acı hikayelerini tam öğrenemeden…
Kendi kuşağımızın trajedisi içine düşmüştük.
***
Bu ülkenin en sabit gençlik mirası, kuşak kuşak acı, korku devretmektir.
Kuşak kuşak hayal, kuşak kuşak umut, kuşak kuşak cesaret devretmekte hep kesiklik, kopukluk olur…
Her kuşak yeniden kendi hayalini kurmak, kendi umudunu duymak, kendi cesaretini bulmak zorundadır.
Lakin acı ve korkunun hammadesi, baskı ve şiddet gibi tüm katkı maddeleriyle neredeyse aynen elden ele, güçten güce, muktedirden muktedire geçer.
***
Kendimizi sık sık şöyle aldattığımız oldu:
Demokrasiye darbe oldu…
Darbeden demokrasiye geçtik!
Askeri darbe, bizim demokrasinin en üst, en açık ve demokrasimize yeniden hazırlık baskı biçimiydi oysa.
Ve darbe kültürü, baskı genetiği öylesine içkin bir şeydi ki…
Tek partiden çok partiye…
İhtilalden demokrasiye…
Ara rejimden yeniden demokrasiye…
Darbeden yine demokrasiye…
Post modern darbeden tekrar demokrasiye geçiyor…
Fakat bir türlü, oy ve sandık dışında, eli yüzü düzgün bir demokrasiye geçemiyorduk.
***
İnsanlar, hatıralarını unutma; acılarını bastırma pahasına ve yeniden yeniden umut devşirerek sandıklara koşuyordu.
Fakat askeri darbelerin gasp ettiği hakların çoğu demokrasiye geçildiğinde de buhar olmuştu çoktan.
İtiraz etmek. Direnmek. Farklı bir şey söylemek. Genellikle kitlesel linç ahalisinin ve medya heronlarının de tezahüratı sayesinde bir azınlık hastalığı, bir anomali, bir salgın ihtimali olarak hemen bastırılmalıydı.
Darbenin darbe olduğunu (tabii neden sonra) anlayan çoğalıyordu da…
Demokrasinin neden demokrasi olamadığını izah etmek, kafa karışıklığı yüzünden, hep pek zor kalıyordu.
Darbenin darbe olduğu kesindi de; “demokrasi” figürlerinin hakikaten demokrat olup olmadığı şüpheliydi.
Kendisine de vuran darbenin asmak istediği gençler için Meclis’te iki kolunu kaldıran demokrat şahıs da öyleydi; herkese vuran darbeye yüzde 90 oy veren demokrat millet de.
***
Uzatmayayım.
“Saçı kısa çocuklara suçu uzun demokrasi” böyle demek!
Kimimiz, hak ve özgürlük ararken ayağı takılıp darbeci safına düşebiliyor…
Kimimiz, hak ve özgürlük aramışken, zihni donup hak ve özgürlükleri bastıran bir safta hazır ola geçiyor.
Elbet bir başka yolunu da bulacak gönül ve akıl.
Çünkü hayat hep sıkışmaktan ibaret değil gülüm.
Hayat; anı diye sadece acı aktaralım, 30’unu görememiş binlerce gençle toprağı doyuralım diye değil.
İster inancın anlatsın sana…
İster bir akil amca, ister görmüş geçirmiş bir ana…
İster bir felsefe…
İster bir kitap, bir rüya.
Hayat bir sevdadır.
Ve insanoğlu sevdasının üstüne titrerse, kalbi bir başka çarpar; kendi için de, kendinden öte de.
Ölüme ve korkuya ve acıya inat.
İlle de hayat!
15 yıla mahkum!
Merhaba Abi;
Aldığınız dualar, bazı tabuları yıkmanız üst kesimlerde ne büyük etki yaratıyor bilseniz.
1. 14’ümde babamın ölmesiyle, annemin isteğiyle askeri okula girdim.
2. Beş yılım geçti; gençliğimin en güzel zamanı.
3. Öğretmenlerin subay çocuklarına kızmadığı ama diğer öğrenciyi tekme tokat dövdüğü yerde.
4. Mezun olunca, başınıza belki sizden daha bilgisiz biri geliyor; iç hizmet diyorlar; ne derse yapmak zorundasın.
5. İstifa dilekçesi versen vatan haini olur, oda hapsi yersin.
6. Bıraktıkları tek yol, suç ve firar.
7. Firar eden 6 ay hapis yatmak zorunda ya da 11 yıl yakalanmayacak.
8. Nerede? 13 yaşında çocuğa tecavüz edenin 4 ayda çıktığı ülkede.
9. Biz ne suçluyuz, ne şerefsiz. Sadece zorla mahkum edildiğimiz bir mesleği bırakmak istiyoruz.
10. Şimdi yurtdışındayım. Firarda ve evli.
11. Dönemiyorum; burayı 6 aydan fazla terk etsem pasaportum gidecek. Döndüğümde vatan haini diye kelepçe takıp içeri atacaklar.
12. Sizden tek isteğim, bunu yayınlayın. 15 yıl mecburi hizmet esareti bitsin. Ülkemi ve ailemi çok özledim.
Cezaevinde hiç gazeteci kalmadı!
Gazetecileri Koruma Komitesi böyle açıkladı.
Komitenin “içerideki gazeteciler” istatistiği tuttuğu 1990’dan beri, Latin Amerika dahil, Amerika kıtasında, ilk kez “Cezaevinde hiç gazeteci kalmadığı” ilan edildi.
Yani, askeri darbelerin, cuntaların, baskıların içinden gelmiş Şili, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Kolombiya, Nikaragua ve diğerlerinde, cezaevlerinde bir tek gazeteci bulunmuyor artık.
Ne gazeteci olarak ne de, yargının, iktidarların veya kimi meslek örgütünün “Onlar gazetecilikten hükümlü veya tutuklu değil” demesiyle.
Nasıl oldu bu? Bilmiyoruz, çünkü biz Amerika kıtasında yaşamıyoruz.
Biz ise, kıta olarak Avrupalı ama katı olarak Ortadoğuluyuz bu prangalı rakamlarda.
Nitekim, CPJ, Ortadoğu’da içerideki gazeteci sayısının arttığını; başı İran’ın çektiğini belirtiyor ve dünyadaki, bakın dünyadaki, en kötü (veya kimi için en iyi) durumdaki ülkelerin Eritre, Çin, Burma, Vietnam, Suriye, Türkiye olduğunu belirtiyor.
Bizde bu rakam, biliyorsunuz, iktidar tarafından “Onlar gazetecilik yüzünden içeride değil” şeklinde yuvarlanıyor.
Fakat iktidar ne yapsın!
Koskoca Hürriyet’in duayen başyazarı, Türkiye Basın Konseyi, Dünya Basın Konseyleri Başkanı, ağabeyimiz, ustamız da dünyaya böyle ilan ediyordu bir zamanlar: Onlar gazeteci sayılmaz!
O şimdi muhalif oldu…
Beyanını da iktidar aldı, tepe tepe kullanıyor!
CPJ Raporu: https://www.cpj.org/reports/2011/12/journalist-imprisonments-jump-worldwide-and-iran-i.php
(Habertürk)