Esin Afşar’ı kaybettik...
Bugün (17 Kasım Perşembe) onu sonsuzluğa uğurladık...
Aslında sonsuzluk diye bir şey yok...
Her şey burada olup bitiyor...
Bu herkes için olduğu gibi, Esin Afşar için de böyle...
O güzel, o çocuk, o tatlı; o incecik bedeninde, kişiliğinde, çeliksi bir irade, tutku ve çalışkanlıkla sımsıcak bir yaşama sevincini birleştirebilmiş kadını artık görme şansımız olamayacak.
Kayıtlarda sesini dinleyecek, görüntülerini izleyebileceğiz.
Hepsi bu kadar...
Öyleyse sonsuzluktan kastımız ne?
Bu bizim avuntumuz...
Fakat bu avuntunun içinde hiç mi bir gerçeklik payı yok?
Sonsuzluk bence, kendi yaşamlarımızda ve başka yaşamlarda derinleşebildiğimiz ölçüde söz konusu olabilir...
Sıradan, derinliksiz bir yaşamın herhangi bir sonsuzlukla ilişkisi olamaz.
Sonsuzluk, yaşarken hissedebileceğimiz bir şeydir...
Esin Afşar’ın ölüm haberini aldığımda, içimden geçen iki sözcük,
“Güzel Esin’imiz...” oldu...
Gazetede bu yazıya başlamadan önce masa komşum Kâmil Masaracı’yla bu ölümü konuşurken, o da Esin için “nadide çiçek” sözcüklerini kullandı...
Başkalarında derinleşmek derken, söylemek istediğim buydu...
Esin Afşar, onu az çok yakından tanıyanlar için gerçekten de “güzel Esin’imiz”, “nadide (ender) bir çiçek”ti...
***
Cemil Reşit Rey konser salonundaki anma töreninde ağabeyi Oktay Sinanoğlu’nun konuşmasını izlerken de benzer şeyler düşündüm.
Esin Afşar bir rastlantı değil, bir sonuç.
Ağabeyi Oktay Sinanoğlu’yla birlikte, Cumhuriyetin ilk kuşaklarından, yurtsever bir ailenin çocuğu.
Babalarının ilk eşinden ağabeyleri Suat Sinanoğlu ise, DTCF’de öğretmenimizdi.
Onun “Türk Hümanizmi” adlı kitabı, bütün yurtseverlerin, yüreğinde aydınlanma ışığı taşıyan herkesin başucu kitabı olacak değerdedir.
Atatürkçü aydınlanma düşüncesi ve bu düşünceden sapmalar konusunda ben daha aydınlatıcı bir kitap okumadım.
Oktay Sinanoğlu’nun konuşması ve Esin Afşar’la ilgili başkaca söylenenler, bana Sinanoğlu ailesi ve çocuklarıyla, Esin Afşar’ın da onca sevdiği Nâzım Hikmet arasındaki benzerliği düşündürdü...
Nâzım, bizim ölçülerimize göre “aristokrat” bir ailenin çocuğuydu.
Fakat bütün yaşamını, halkına, yurduna, bütün dünyada insana yaraşır bir yaşama kavuşulmasına adadı.
Tıpkı Sinanoğlu’lar ve çocukları gibi...
Onlar böyle insanlardı...
Bu gelenek yakın zamanlara kadar da böylece sürdü...
Fakat bugün bambaşka bir ülkede yaşıyoruz...
Aydınlanma düşüncesi ayaklar altında...
Cumhuriyetin değerleri beş para etmez insanlar tarafından alçakça aşağılanıyor.
Dedeleri, nineleri, babaları, anneleri Cumhuriyet değerleriyle yetişmiş, Cumhuriyete gönülden bağlı kuşakların günümüzdeki çocuklarının birçoğu, ya suskunluk içinde ya da sivil darbecilerin buyruğundalar...
Böyle bir zamanda, Esin Afşar’ı yitirmiş olmamız, insanı daha da acı duygularla yaralıyor.
***
Şimdi söyleyeceklerim ise sadece sevgili Esin Afşar’a yönelik olsun.
Sevgili, güzel Esin’imiz... Nadide çiçeğimiz..
Paris’te, İstanbul’da karşılaşmalarımız daha çok rastlantısal da olsa, senin iyilikle dolu yüreğini yüreğimde hep hissetmiştim...
Isıtan gülümseyişin, dobralığın, sevgili eşin Şener’in anma töreninde onca vakur ve özlü bir konuşmayla dile getirdiği seçkin, içten, benzersiz kişiliğin beni de her karşılaşmamızda etkiler, içimi ısıtırdı...
Sonsuzluk bir anlamda başka insan yüreklerinde sonsuzlaşmaksa, yaşadığım sürece yüreğimde sonsuzlaşan dostlarımın arasında olacaksın...
(Cumhuriyet)