“Potansiyelimizi görmek için dış yardımı beklettik.” ( Başbakan yrd. B. Atalay (30/10011, Hürriyet). Başbakan ise, kaçak yapılaşmayı önlemek ve 10 milyon konutun inşası ve/ya yenilenmesi için yasal hazırlık talimatı verdiğini açıkladı. Şunu da ekleyerek: bu girişim seçim kaybettirse de…
Önce, Sn. Atalay’ın açıklaması: acaba enkaz altında yakınları bulunuyor olsaydı, “beklet”ebilir miydi? Daha önemlisi, test işleminin afet sırasında değil, afet öncesi yapıldığını bilmiyor mu acaba? Bilindiği gibi, afetlerle ilgili çalışmalar ve önlemler, üç aşamaya ayrılır: afet öncesi, afet esnası ve afet sonrası.
1.- Bakanın açıklamasının ortaya koyduğu gerçek vahim: afet öncesi gerekli önlemler alınmadı; yapı sektörü düzene sokulmadığı gibi olası bir afet öncesi kurtarma uygulaması da yapılmadı. Afet sırasında ise, güç sınama yoluna gidildiği için, hizmetlerde aksama oldu, ölümler arttı…
2.- Depremin ilk günlerinde görülen aksaklıkları itiraf eden Başbakan ise, “afet sonrası” önlemlerin yapı sektörü ve konut anlayışında köklü değişikliklere gidileceğini açıkladı: çıkarılacak “Dönüşüm Yasası”nda yetkilerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığında toplanması; denetim üst kurulu oluşturulması; yeterlik belgesi olmayanların müteahhitlik, kalfalık, ustalık yapmasının önlenmesi. Bu amaçla, ilgili değişiklikler öngörülüyor. Uygulamaya, Afyon, Denizli, Elazığ, Hakkari, Kocaeli, Kütahya, Sakarya ve Van kentlerinden başlanacak…
Bu projeyi gerçekleştirme olasılık ve olanağının tartışılması bir yana, şu iki husus kayda değer:
1.- On yıldır iktidarda olan AKP ve mirasçısı olduğu partiler ise, daha uzun süredir adı geçen şehir belediye yönetimlerinin çoğunda. Mesela, İstanbul Belediye Başkanlığı, 1994’ten bu yana Fazilet, Refah ve AKP’nin elinde. Bu süreçte, ivme kazanan yapılaşma faaliyeti ile azalan yeşil alan arasındaki doğrudan bağlantı açık…
Bu nedenle, Başbakan’ın projesi, bir özeleştiri ve hatadan dönme işareti. Bu da olumlu bir adım. Eğer gerçekleştirilebilirse, seçim kaybetmek değil, aksine, kazandırabilir…
2.- Daha genel olarak, böyle bir proje, politika, hukuk, ama daha çok insan hakları anlayışlarında bir değişiklik, hatta bir düzeltime işaret etmekte. Şöyle: insan yerleşimleri, başlıca yaşam mekanı olduğundan, buranın hukuksal düzenleme tarzı, diğer sektörlere oranla daha öncelikli ve önemli.
Oysa ülkemizde, yaşama hakkı ihlal alanlarından çok, insanın fikri alanında kullandığı hak ve özgürlükleri sıkı biçimde düzenleme ve uygulama hep önde. Bu nedenle, imar, çevre ve yapı mevzuatı, gevşek ve istikrarsız düzenlemeler alanında yer alır: merkezi ve yerel makamlar, -oy uğruna- sürekli değiştirir ve af uygular; yürürlükteki hükümleri ise, sıkça ihlal eder. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin M. Öneryıldız kararı, ülkemizdeki yapı, imar ve şehircilik karmaşasına ayna tutmakta: yetkili makamlar, hazine arazisi üzerinde inşaata engel olmak veya onları yıkmak bir yana, tam tersine onları özendiriyor ve meşrulaştırmaya çalışıyor. Yol, su ve elektrik hizmetleri götürüyor…
Buna karşılık, örgütlenme ve düşünce özgürlüğü, yasaklar sarmalında. TBMM, bunları değiştirmemek için direniyor. “Düşünce ve örgütlenme suçu”, o denli yaygın ve bilinçaltlarına sinmiş ki, yeni anayasa yazımı için kendini yetkili gören Meclis, demokratikleştirici ve insan haklarını ilerletici yasalara dokunmaktan kaçınıyor.
Bu nedenle, Sn. Başbakanın vaadi, iki genel konuda değişikliğe işaret ediyor:
1.- İktisadi faaliyetler ve bu kapsamda yer alan özgürlükler, denetim ve yaptırım mekanizmalarını da kapsamına alan düzenlemelere tabi tutulacak. Bu yaklaşım tarzı, -kayıt dışı ekonomi dahil- iktisadi ve ticari faaliyetleri yeni kurallara bağlama gereğini beraberinde getirmeli.
2.-Bu çalışmaların amacına ulaşması, kişi özgürlükleri ve siyasal hakların önünün açılmasına bağlı. Bu nedenle, iktisadi faaliyetleri düzenleme çalışması ile düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yasaklarının kaldırılması, paralel bir şekilde yürütülmeli, İnsan hakları üzerine köklü bir zihniyet değişikliği için.
Çift yönlü ve dengeleyici çalışma, bir samimiyet ve zihniyet testi ; özellikle “yeni” anayasa yolunda.
Sevgili Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu sorgulaması, fikir özgürlüğü ekseninde. Birçoğu gibi, Hükümet çevreleri ve yargı mensupları gibi düşünmedikleri için hapsedildi.
Enkazın altında kalanların bedenlerinin yok olma tehlikesi ile farklı fikre sahip olanları yok etme iradesi arasında ilişki yok mu?
(Birgün)