Emekten yana siyaset yapanlar niye kolayca anlaşamaz?

~ 06.10.2011, Bülent SOYLAN ~
“Siyaset”i her türlü tanımlamak mümkün.
Siyaset şudur, siyaset budur, siyaset şöyledir, böyledir falan…
Yapılabilecek bu tanımlardan acaba hangisi bu toplumdaki en geniş kitleler için; örneğin işçiler, memurlar, emekliler, küçük esnaf ve zanaatkar için bir şey ifade edenidir?

Kestirmeden cevabını verelim:
Bu kesimler yaşamı açısından en belirleyici olanıdır.
Yani, “kendisinden yana olan siyaset” ve “kendisinden yana olmayan siyaset!”

Biz, bu saydığımız kesimlerin en belirgin özelliklerinin “emekçilik” olduğunu kabul ederek, kendilerinden yana olan siyasete “emekten yana siyaset” diyoruz.

Ölçüyü emek ve emekçinin bakış açısı olarak koyunca, aynı ekonomik koşullarda yaşayan, aynı özlemlerle yanıp tutuşan dar gelirli bütün insanları da aynı grupta saymak ve yaşadığımız toplum içindeki çoğunluğuna bakarak adına “halk” demek uygun.

Bir toplumda tabii ki geniş halk kitlelerini temsil ettiğini ileri süren çeşitli partiler olacaktır.
Ne kadar temsil o kadar oy demek” olunca ben daha halkçıyım, ben herkesten daha fazla emekçi yanlısıyım diyenden bol bir şey olamayacağını söylemek herhalde abartma sayılmaz. Hatta temel felsefesi “liberalizm” olduğu için terminolojide sermayeden yana sayılanlar bile “zenginin de fakirin de partisiyiz” gibi kimseyi dışarıda bırakmayan ama ikisi arasındaki çelişkilerde mutlaka bunlardan birisine dirsek çevirmek zorunda olan partiler bile “halkçılık” deyince mangalda kül bırakmazlar.
Yani iş siyasetin pazarlamasına gelince hepsi de “halk”ın partisiyim diyecektir.
***
Peki gerçekten bu halkın partisinin temel özelliği ne olmalıdır?
Tabii ki bu değerlendirmelere göre “halk”ın partisi, tartışmasız bir biçimde emekten yana olanların partisidir. 

Aslında her parti kendi içinde de çeşitli kesimleri barındırır.
Geniş kitlelere mal olmuş örgütlerde hemen her üyenin tıpatıp aynı şeyleri söylemesi, aynı şeyleri hissetmesi mümkün değildir. Buna “çıkarları” demeyelim ama en başta kişilerin yetiştikleri ortam, eğitim düzeyler ve bunlara bağlı olarak, olayları algılamadaki farklılıkları engeldir.
Hatta insanların bu konulardaki heyecanlarının, özverilerinin ve kendilerine özgü çözümlerinin de birbirinden farklı olabileceğini kabul etmekte yarar vardır.
İşte tam bu noktada ortaya cevaplandırılması gereken önemli bir soru çıkar:
Emekten yana siyaset yapmak üzere bir araya gelenler belki aralarında bir anda anlaşamazlar ama her anlaşamayanı hoş görüp, “hoşgörü adına” hoş tutaraktan “olur böyle şeyler” demek, tartışmaların bir kaosa kadar uzayıp gitmesine izin vermek, pratikte emeğin siyasetinin belirli bir disiplinle yürütülmesi açısından doğru bir tavır olabilir mi?
Bu tavır bir süre sonra asıl amaçtan uzaklaşmaya, hatta başkalarının siyasetine hizmete kadar varmaz mı? 

Şüphesiz ki evet.
Birbirleriyle çok da benzeşmeyen ve aralarında kolayca uzlaşma şansı olmayanları bir araya getirip safça uzlaşmalarını beklemek, gerçekten sonuçta farkında olmadan başkalarının siyasetine hizmete kadar varabilir.
Peki o zaman gösterilecek tavır ne olmalıdır?
Benim önerim, emekten yana siyasette kim kiminle, hangi kesim hangi kesimle anlaşamıyorsa anlaşamasın, her türlü anlaşmazlıkta bu taraflardan hangisinin haklı olduğunu, kimin destekleneceğini belirlemenin yolu, aradaki anlaşmazlığın sadece “emeğin siyaseti” açısından değerlendirilmesidir.

Bir kere, anlaşmazlıklar emeğin siyasetine ilişkin değil ise her iki taraf da yanlıştır.
Anlaşmazlıklar emeğin siyaseti ile “siyasette kişisel tırmanma” gayretinin tarafları arasındaysa tabii ki bunlardan birincisi haklıdır ve o desteklenmelidir.
Anlaşmazlıklar gerçekten de emeğin siyaseti konusunda ise ve iki içtenlikli siyasetçi anlaşamıyorsa, onlar da mutlaka aynı grubun içinde ve grubun hakemliğinde uzlaştırılmalıdır.

Bir tartışma emeğin siyaseti konusundan ayrılmış, kişiler ya da grupçukların hemşerilik, etnisite, inanç ve ekipçilik tartışması halini almış ve üstelik dışarıya taşmışsa, lütfen onlara şu soruyu soralım:

“-Tartışmalarınızdaki tezlerinizi, tezlerinizin çatışmasını ya da birilerini neden karşınıza aldığınızı acaba emeğin siyaseti açısından bize anlatabilir misiniz?”

İnanıyorum ki, bazıları bu kavgayı sadece kendi kişisel çıkarlarını gözeterek yapıyorsa, çıkar çatışması olmasa bile olay bir “kayıkçı kavgası” halini almışsa, bu soruyu sorduğunuzda onların yada onlardan birinin size söyleyebilecekleri hiçbir sözleri olmayacaktır.
O konuda sözü olmayanın bu işte yeri de olmamalıdır.
İşte o zaman söz sadece bu soruyu sormuş olanlara düşer.
Son olarak derim ki, siyasi çekişmelerden şikayet edenler, siyasetin dışında kaldım, dışarıda bırakıldım” diyenler, o birbirleriyle bir türlü uzlaşamayanlara hiç gecikmeden bu soruyu sorsunlar.
 
Bülent SOYLAN | Tüm Yazıları
Hits: 2386