Yıllardır, “Erdoğan’ın oyu AKP’nin oyundan fazla” dendi. Öyleydi de. Bu gözlem bugün Erdoğan için değil Kılıçdaroğlu için geçerli artık. Kılıçdaroğlu’nun oyu, CHP’nin oyundan daha yüksek. İttifak oylarının sağladığı bir artıştan söz etmiyorum. CHP lideri, bir süredir partisinin geleneksel tabanını aşan bir alanda siyaset yapıyor ve bunun seçimlerde karşılık görmesi muhtemel.
‘Başka’ bir siyasal aktör
CHP, son yıllarda kendine içinden çıkması zor sınırlar çizmiş, büyümesi imkansız bir tabana sıkışmıştı. Kılıçdaroğlu miras aldığı bu dar alanda siyaset yapmayı reddetti. Partisini yıllardır tutuklu kaldığı ‘kimlik hapsi’nden çıkardı. Akvaryumda bir ömür tüketmek yerine okyanusa açılmaya karar veren Kılıçdaroğlu, partisini de tabanını da dönüştürüyor. Tek bir kimlikten, gruptan, yaşam tarzından oy istemek yerine, toplumun her kesimine ulaşmaya çabalayan bir CHP, derin tarihsel köklerine rağmen ‘yeni’ bir siyasal aktör.
Bir yandan Diyarbakır’da faili meçhul bir cinayete kurban giden Tahir Elçi’nin, öte yandan Ankara’da karanlık bir suikasta uğrayan Sinan Ateş’in eşlerine ulaşan bir CHP ‘başka’ bir siyasal aktör. Kürtlere de ülkücülere de ‘adalet’ adına ulaşabilen, onların sesi olma iddiası taşıyan bir CHP var bugün. Bu yaklaşımıyla CHP uzun kutuplaşma yıllarından sonra ittifak ortaklarıyla birlikte Türkiye’ye bir ‘toplumsal barış’ projesi sunuyor.
Artık bir ‘kitle partisi’
Helalleşme söylemi de kutuplaşmayı aşmaya, toplumu barıştırmaya, belli toplumsal kesimler ile CHP arasında geçmişte oluşan engelleri kırmaya yönelik cesaretli bir girişimdi. Bir süredir Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü bu ‘açılım politikaları’ CHP’ye bazı kesimlerde gelişen direnci kırıyor. CHP’ye geleneksel olarak uzak duran insanlar şimdilik Kılıçdaroğlu’na yakınlaşıyorlar. CHP, bir sonraki durakları olabilir.
Metropollerin varoşları dahil Türkiye’nin her yerinden oy alan Ecevit’in 1970’lerdeki CHP’sinden sonra parti Kılıçdaroğlu’nun inisiyatifiyle yeniden bir ‘kitle partisi’ hüviyetine büründü.
CHP’nin ‘ideoloji,’ ‘kimlik,’ ‘yaşam tarzı’ üzerinden siyaset yapmasını isteyenler de vardır elbette. Ancak, parlamenter sistemde bile kimlik, ideoloji ve yaşam tarzı siyaseti kıskacına sıkışan CHP’nin yüzde 20’lere takılıp kaldığını biliyoruz. Kaldı ki mevcut sistemde seçmenin yarısından oy almak gerek. Dolayısıyla, iktidar olmaya niyeti bir parti böylesine dar bir alanda siyaset yapmaktansa ‘kitleselleşmeli.’
Kılıçdaroğlu’nun da yaptığı bu. CHP lideri, partisinin geleneksel sosyolojisinden adeta ‘taştı’, son yıllarda partiye kulaklarını tamamen kapayan kesimlere de sesini duyurmaya başladı.
Pragmatizm değil siyasal bir tercih sanki
Cumhurbaşkanlığı sisteminin zorladığı bir değişim gibi görülebilir bu ilk bakışta. ‘Aday Kılıçdaroğu’nun üyzed 50+1 oy almak için elbette geniş toplumsal kesimleri kucaklayacak, ittifak partilerinin tabanlarına da ulaşacak mesajlar vermesi beklenir. Ancak, CHP liderinin söylemi ve tutumu çok daha iddialı ve kapsamlı görünüyor; pragmatizm değil siyasal bir tercih sanki. ‘Statükodan yana bir devlet partisi’ olmak yerine değişimi temsil eden, geçmişe değil geleceğe bakan bir parti tercihi yapılmış gibi.
Kılıçdaroğlu’nun yılın başında yaptığı bir konuşma bu tercihin bir muhasebesini yapıyordu: “Önce biz değiştik, özgürlükçü olduk. Hiç kolay olmadı ama önemli olan zoru başarmaktı ve biz başardık. Şimdi CHP, gerçek anlamda halkın partisidir. Statükoyu bıraktık, değişimi, özgürlüğü savunduk.”
CHP liderinin anlattığı dönüşümünde son yıllarda Türkiye siyasetinin aldığı biçim de ‘kolaylaştırıcı’ bir rol oynadı doğrusu.
AKP devleti ele geçirdikçe…
‘Devletin değil halkın partisi.’ Sanırım CHP’nin son yıllardaki dönüşümünü en iyi tasvir eden ifade bu. Ancak bu süreçte AKP’nin ‘devletleşmesi’nin payını yadsımak imkansız. AKP devleti ele geçirdikçe CHP’yi ‘siyaset yapmaya’ zorladı.
Devletteki paydaşlarını kaybeden CHP’nin arkasına artık halkı almaktan başka bir seçeneği yoktu. Ankara ve İstanbul’un kazanılması ‘halk gücü’ne dayalı siyasetin mümkün olduğunu gösterdi.
Devletini kaybeden CHP…
Öte yandan, AKP otoriterleştikce CHP’ye demokratik merkeze çekilerek muhalefet yapması için bir alan ortaya çıktı. Kendi ‘doğal tabanı’ndan çıkıp, geniş kitlelere ulaşmak için adalet, demokrasi ve hukuk ortak zemininde buluşulması gerekiyordu. Üstelik, AKP’nin hegemonik baskısını kırmanın başka yolu da yoktu. CHP, ‘özgürlükçü bir halk hareketi’ olmalıydı.
Kısaca, ‘devletini kaybeden’ CHP siyaseti keşfetti yeniden. CHP’nin değişimi hem yönetim hem de taban açısında zor ve siyasal cesaret isteyen bir tercihti.
Önemli bir mesafe alındığı kuşkusuz. Ancak, bu sürecin henüz tamamlandığını düşünmüyorum. Politikyol’dan sevgili Murat Aksoy’un dediği gibi, bu değişimin ‘kurumsallaşması’ şart. Değişimin devamı ve kurumsallaşması için öncelikle Millet İttifakı’nın seçimleri kazanması gerekiyor. Ardından da yeniden ‘devletine kavuşan’ CHP’nin değişim yolculuğuna devam etmeye karar vermesi…