Sermaye ile sermayedarlar ya da malikleri bütünleşmiş varlıklardır. Sermayedarlar sermaye dokusu gibi davranarak rekabet içinde daima büyüyüp, hem alıcı hem de satıcı pozisyonunda kendilerine ürün satanlara da, müşterilerine de hakim olup, her iki taraftan da parça koparmaya çalışırlar. Sermaye ile sermayedarlar davranışsal bütünsellik içinde oldukları halde çift karakterli davranırlar. Sermaye sahibi özel yaşamında ve aile ortamında dürüst ve karşısındakine saygılı davranışla görece insani karakterini, piyasa ortamında ise sermayedar karakteriyle görece çıkarcı karakterini sergiler. Sermayedar sermaye mülkiyetinde yükseldikçe buna koşut olarak güvenlik gereksiniminde de yükselir. İşte bu noktada şu soruyu soralım: Sermaye ile sermayedarın davranışlarının bütünleştiği ve en ciddi endişelerinin güvenlik olduğu koşulda nasıl oldu da bizim anlı şanlı sermaye kesimi, bazı aklı evvel akademisyen ve hukukçuları da peşinde sürükleyerek ülkeyi tek adam rejimine kilitledi de, bugün kendisi de bu cehennemde debelenmektedir? Bu yazıda kısaca irdeleyeceğim bu konunun genel sonucu şudur ki, bir işlemde sonuç değil, süreç önemlidir. Ticari zihniyet ile devlet zihniyeti arasındaki fark da buradadır.
Yıl 2000. IMF ile anlaşma yapılmış ve Derviş de kur konusunda programa daha güvenceli konum sağlamıştır. Böylece, uluslararası sermayenin kurumsal ve kişisel ajanlarının koruma çemberine aldıkları Türkiye Batının serseri parası için fevkalade uygun yatırım ortamı haline getirilmiş idi. Ortam güvenlidir, çünkü arkada IMF ve Derviş var. Faiz yüksek, çünkü yüksek borçlu ülkede sermaye ve tasarruf eksiği var. Güven ve yüksek faiz finans sermayesinin mumla arayıp bulamadığı bir ortamdır. Devlet adamlığından ve deneyiminden nasibini almamış siyasilerimiz neyin gölgesinde olduğunu hesaba katmadan içinde boğuldukları sıcak para bolluğunu kendi faziletlerine hamlederek tek adam sistemine geçtikten sonra işler sarpa sarmaya başladı.
Basiretli devlet adamlığı yoksunu siyasilerin anlayamadığı şu oldu: Üretime dayanmayan bir ekonominin dış tasarruflarla bir yere varamayacağı, hele de bu sürecin arkasında paraya güvence sağlayıcı yasal ve ekonomik ortam yoksa! İşte, Türkiye bu iki hatanın birincisini siyasiler marifetiyle, ikincisini ise, farklı amaçlara yönelik siyaset-sermaye el birliği ile yaptı ve bugün kendimizi böyle bir çukurdan nasıl kurtaracağız diye debelenmekteyiz. Kısacası, süreç şöyle çalıştı. AKP iktidarının ilk dönemlerinde ülkeye gelen bol para, bilindiği üzere, betona yatırılarak kısa süreli siyasetin ekonomik güç tabanı oluşturulmaya çalışıldı. Siyaset öylesine gaflet içinde idi ki, siyasetin sermaye güç tabanının beton üzerine değil de üretim üzerine kurulması gerektiğin idrak edemedi. Fakat devlet adamı olmadan devlet erkini ele geçirenleri bu kez piyasada kurtlaşmış sermaye erkinin ele geçirmesi güç değildi; yerli ve yabancı sermaye bu kez devlet gücü ile bütünleşerek, geçen hafta işlediğim konunun belkemiğini oluşturan, kamu-özel ortaklığı ve yap-işlet-devret(me) modellerini devreye soktu. Siyaset vitrinini süsleyecek bu ürünlerin üretilme ve finansman süreçlerinin olasılığı, ancak “Bütçeden bir kuruş bile çıkmıyor” cahilane ifadesine sığınan iktidarla mümkündü. İşte biz bugün bu vahim tünelden geçiyoruz.
Bu vahim tünelden halk geçiyor da, siyasiler bunun dışında mı? Hayır, hatta o kadar sürecin içinde ki, yirmi yıllık iktidar süresi sonunda siyasi erk Batı ülkelerinde görülebildiği üzere alnının akı ile siyaseti ve hükümeti bırakmaya cesaret edemiyor, fakat seçmenden oy talebine tevessül edebiliyor. Klasik siyaset bilimi teorisinde seçmenin karşısına oy talebiyle değil, hizmet vaadi ile çıkılacağı anlatılır. Günümüzde her politika, başına “post” ifadesi eklenmiş haliyle topluma sunulduğu için, son duruma da “postsiyaset seçim propagandası” demek gerekir, herhalde! Devlet siyaseti başka bir şey, devlet dışı siyaset başka bir şey olsa gerek! İşte, verimsiz ekonomiden kişisel varlığına varlık katarken ülkeyi batağa saplayan sermaye-siyaset çevresi ile elele yürüyen emperyalist çevrenin aklı evvel hukuk cahilleriyle planlayıp düzenledikleri tek adam rejiminin sermayeyi de, siyasetçiyi de, onlardan çok daha önemli olarak ülkeyi de getirdikleri acı noktanın kısa hikayesinin ana çizgileri budur. Bu çizgiye girerken, kararların çabuk alınmasında ülke menfaati var gibi akıl almaz aymazlıkla topluma akıl veren iş çevrelerinin ekonomi danışmanları yok mu? Hâlâ durumu idrakten aciz geçmişin ‘yetmez, ama evet’ aydın görünümlü cahilleri gibi, ülkeyi bu felakete sürükleyen hukuk ve iktisat cahillerini de aynı kategoriye koymamız gerekiyor.
Sermayenin vatanı ya da milliyeti yoktur, sözü doğrudur, fakat bir noktaya kadar. Sermayenin de vatanı vardır; onun vatanı, önünü görebileceği güvenli siyasi ve ekonomik ortamdır. Şimdi, verimsiz sermaye çevremizin, her şeye başat olma hırsını gemleyemeyen siyasilerin arzularına uygun tek adam rejimi ihdası ülke ekonomisini rutubetten nem kapan sermaye için güvensiz hale soktu. Dış kaynak sömürücüdür, doğrudur, fakat götürdüğünden fazlasını içeride üretmesi koşulu ile kapitalizm gereği şu anda buna ihtiyacımız var. Dış kaynak finans şekli ile net sömürücü, reel yatırım şekli ile göreli sömürücüdür. İlginç olan şudur ki, içte siyasi ortam güvensizleştikçe reel yatırım sermayesi kaçar, finans sömürücü sermaye gelebilir. Bu süreç de, kendi içinde şöyle bir dinamiğe sahiptir ki, finans sermaye hacmi yükseldikçe, finansal riskler artabileceğinden reel yatırımcı sermaye geri durur. Türkiye’ye giydirilen tek-adam rejiminin ülkeye hiçbir şey getirmediği gibi, adalet, üniversite, medya vb. ortamları kararttığı için dış tasarrufun ekonomiye girişini güçleştirmektedir. Keşke, kalkınma çabalarımız dış finansal kaynaklara değil de, iç kaynaklara dayandırılmış olsa idi! Ne var ki, iç kaynaklarımız sadece verimsizlik ya da sair teknik sebeplerle değil, güvensiz bir siyasal yapı, güvensiz hukuksal yapı ve istikbali karartılmış bir ekonomik görüntüye bağlı olarak gelişememekte, hatta var olan servetler de yurt dışına kayma eğilimi içine girmiş bulunmaktadır.
Bu süreçlerin bir hesap zamanı ve makamı olmalıdır. Bence var, biraz zaman gerek!