Baro, TMMOB ve TTB’nin açıklamalarının içeriği ve talepleriyle hükümetin yaklaşım ve tehdit dili birlikte değerlendirildiğinde demokratik düzen ve hukuk yanlıları ile karşıtlarının kim olduğu, nerede durduğu açıkça anlaşılıyor.
Mehmet Kaya - İstanbul - BİA Haber Merkezi
Anayasa madde 135 uyarınca kurulan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan barolar, Türk Tabipler Birliği ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin çalışmaları, kamuoyunu aydınlatıcı açıklamaları özcesi demokratik değerlere ve hukuka uygun davranılmasına dair ısrarları, hükümeti uzun süredir rahatsızlık ediyor ve hükümet bu rahatsızlığını gizlemiyor.
Barolar, TMMOB ve TTB’ye ilişkin hükümetin yasal sınırları aşan açıklama ve tehdit dilinden sonra hükümetin gayri-resmi ortağı MHP de Manisa’da düzenlendiği mitingde TTB’nin kapatılmasını istedi. 1136 sayılı Avukatlık Yasası’nda değişiklikle çoklu baro sistemini getiren hükümet şimdi de 6235 Sayılı TMMOB Kanunu ve 6023 sayılı TTB Kanunu’nda değişiklik yapma hazırlıkları içerisinde. Ölü doğan çoklu baro sistemine rağmen hükümetin diğer meslek örgütleri yasal düzenleme arayışını basite almamak lazım.
Çoklu baro sistemine bakarak ‘‘yenilen pehlivan güreşe doymaz’’ şeklinde okumalar yapılmakta ancak bu türden okumalar yanılgılıdır. Baroların, TMMOB ve TTB’nin demokratik hukuk düzeninin geleceği açısında önemleri yadsınamaz ve bu kuruluşları işlevsizleştirmeye dönük her yaklaşıma karşı güçlü bir demokratik reflekse ihtiyaca duyuluyor. Bu çerçevede hükümetin bu yönlü yaklaşımları, önümüzdeki günlerin ana gündemi olacak gibi. Meselenin özünün görülmesi bakımından bu meslek örgütlerine ve hükümetin amacına yakından bakılmalıdır.
Sözü edilen meslek kuruluşları tarihsel pek çok dinamikten etkilenerek ortaya çıktı; bu kuruluşlar üyeleri ile toplumun (kamu) çıkarlarını ve savundukları değerleri her türlü otoriteye karşı sistemli bir şekilde savunan kuruluşlar olarak var olageldiler. Bu meslekler ve kuruluşları toplumsal düzene doğrudan veya dolaylı olarak etki edebilecek yönleri nedeniyle zaman zaman hükümetlerin hedefi haline geliyor. Geçmişte hükümetler bu tür kuruluşları soruşturma ve yargılamalarla sınırlandırma eğilimde idi. Günümüzde ise yargı tehdidine ek olarak yasal değişikliklerle bu kuruluşların doğası bozulmak isteniyor. Anayasa’ya aykırı ve demokratik toplum açısından gayrı meşru yasal değişikliklerde hükümet, dini ve milliyetçi refleksleri kullanıyor.
Demokratik düzen istenmiyor
Hatırlanacağı üzere Ankara Barosu ve Diyanet İşleri Başkanı arasında yaşanan tartışma üzerine hükümet harekete geçerek taraf olmaması gereken bir olaya taraf olmuştu. Demokratik bir eleştiri ve değerlendirmelere tahammül kültürü zayıf hükümet din istismarı üzerinden çoklu baro sistemine giden süreci başlattı ve çoklu baro sistemine ilişkin yasal düzenleme yaptı ancak arzuladığını elde edemedi. Zira her türlü baskı ve bağımlılık ilişkilerine karşı bağımsızlık mücadelesini tarihsel kodlarında taşıyan avukatlık mesleğine hükümetin biçtiği gömleği giydirmek kolay olmayacaktı ve olmadı da…
Amaçlananı gerçekleştirmek için İstanbul ve Ankara’da kamuda çalışan avukatları işten atmakla tehdit ederek 2 No’lu baroları kuran hükümet, kısa sürede bu baroların ne meslek camiasında ne de kamuoyundan takdir ve ilgi görmediği gerçekliğiyle karşı karşıya kaldı. 1136 sayılı Avukatlık Yasası’nda yapılan değişiklik böylece ölü doğdu ve ölüdür hala…
Hükümetin hedef haline getirdiği bir diğer kuruluş ise TMMOB oldu. TMMOB’un hedef haline gelmesinin nedeni ise çarpık kentleşme, ranta dayalı imar ve tarihsel yapı ve dokulara usulsüz müdahalelere karşı açıklama ve çalışmalarıdır… Ancak bardağı taşıran son damla Atatürk Orman Çiftliği'ndeki (AOÇ) Cumhurbaşkanlığı Külliyesi için çıkartılan 1700 sayılı ilke kararına karşı Danıştay’da dava açmaları oldu. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun da Beştepe’deki Saray için yürütmenin durdurulması kararı verilmesi hükümet çevrelerinde peş peşe tepkilere neden oldu ve TMMOB Yasası’nda değişiklik yapacaklarını söylediler. Hükümetin yaklaşımı burada da bir kez daha görüldü ki sadece demokratik reflekslere değil hukuka uygunluk çağrı ve çalışmalarına da hükümet tahammül edemiyor.
Hükümetin hazmedemediği bir başka kuruluş da TTB’dir. Bilindiği üzere TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, bir bilim insani olarak sınır ötesi bir askeri operasyonun yapılış şekliyle ilgili araştırılma yapılmasını istedi. Fincancı’nın sınır ötesi operasyonda kullanılan silahlarla ilgili iddiaların olduğu, kullanılan silahların ulusal ve ulusal üstü mevzuata uygun olup olmadığının araştırılması gerektiğine dair görüşüne hükümet çok sert tepki gösterdi. Yargı yerine geçecek şekilde ve anayasal düzenin gereklerine aykırı hükümet açıklamalarında; Fincancı’nın tutuklanmasından kuruluşun kapatılmasına kadar bir dizi hatalı değerlendirmeler bulunuyor.
Baro, TMMOB ve TTB’nin açıklamalarının içeriği ve talepleriyle hükümetin yaklaşım ve tehdit dili birlikte değerlendirildiğinde demokratik düzen ve hukuk yanlıları ile karşıtlarının kim olduğu, nerede durduğu açıkça anlaşılıyor. Açıklamaları ve çalışmalarıyla niteliklerine ve demokratik mücadele tarzlarına ilişkin aydınlatıcı veriler sergileyen bu meslek kuruluşlarının nefes almasını istemeyen hükümetin demokratik düzen istemediği görülüyor.
Görünen odur ki bu kuruluşlar, vatandaşlarla bir araya gelerek hükümet politikalarını etkiliyor, hukuk dışına çıkılmasına karşı çıkıyor. Demokratik düzenlerde hükümetten özerk ve denetleme görevini yerine getiren bu tür kuruluşlara makul ve saygın yaklaşımlar gösterilir ki Türkiye’de tehditlerle karşılanmasının nedeni tarihsel kodlar ve biat kültürüyle yakından ilintilidir.
Osmanlı’nın ve biat kültürünün tezahürü
Türkiye’nin halefi olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin gücünün kısıtlanması şeklinde bir kavram yoktu, hükümdar tanrının yeryüzündeki gölgesi ve mutlak iktidardı.
Bu siyasi anlayış, devlet-toplum arasında aracı kurumların geliş(e)memesine neden oldu. Bu anlayışın tezahürü olarak lonca teşkilatı, millet sistemi ve tarikatlar gibi devletle organik bağ içinde olan yapılar oluşmuştu. Osmanlı’daki bu devlet-sivil toplum ilişkisi, TC devletinin de topluma ve meslek kuruluşlarına bakışının temeli oldu. Cumhuriyet döneminde bu kuruluşlar üzerinde zaman zaman devlet bakısı azalsa da özünde kontrol kurma isteği hep var ve devletin kodlarına işleyen temel özellik oldu.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda radikal reformların yapıldığı kabul edilse de devlet eliti, demokratik yönetim tarzını hiçbir zaman benimsemedi. Devlete egemen olan anlayış hep bir grup elitin, toplumun geri kalanı için en iyisinin ne olduğunu düşünebileceği, politikaları belirleyebileceği ve uygulamaya koyabileceği şeklinde oldu. Bu nedenle tüm sivil unsurları kontrol altına almak her döneme damgasını vurdu. Bu yaklaşıma biat kültüründen gelenlerinde kültürel kodları eklenince demokratik rejim ilk kez bu kadar yakın bir tehlike ve tehditle karşı karşıya geldi.
Devlet elitinin yukarıda sözü edilen anlayışına eklemlenen biat kültürünün en temel özelliği ise takiyyecilik olduğu biliniyor. Burada takiyye, meslek kuruluşu varmış gibi gösterme ancak gerçekte bağımlı ve bağlı kuruluşlar oluşturma. Demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı yasal düzenlemelerle oluşturulan yapılara devlet imkânları kullandırılarak hedeflenen gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Hukuk ve demokratik düzeni savunanlar ise her türlü destekten yoksun bırakılarak cezalandırılıyor. Dolayısıyla hükümetten bağımsız hareket eden, hükümeti denetleme görevini yerine getiren, eleştiren, özgür davrananlar bu yolla cezalandırılıyor.
Hükümet kontrolü demokrasiyi zedeliyor
Hükümetin meslek kuruluşlarının denetim kontrolü özelliğini ortadan kaldırma ve kuruluşlar üzerinde sıkı kontrol çabaları bu kuruluşları kısmen de olumsuz etkiliyor. Kuruluşların hükümeti çekinmeden eleştirmemesi giderek üyelerde motivasyonu düşürecek. Ve giderek toplumun geniş kesimlerini etkileyecek. Çünkü demokratik değerlere ve hukuka bağlı yüksek motivasyonun oluşması bu kuruluşların demokratik işlevlerini yerine getirebilmelerine bağlıdır.
Özerk ve hükümetten bağımsız kamu niteliğinde meslek kuruluşları demokrasiye yapacakları katkı, demokratik hukuk devletinin belirleyicisidir. Bu kuruluşların gelişimi ve olgunlaşmasını engelleme ya da zorlaştırma demokrasiyi zayıflatacağı biliniyor ve görülüyor. Öyleyse bilinmelidir ki yasal ve yasadışı yollarla Anayasa madde 135 uyarınca kurulmuş meslek örgütlerini hükümetin kontrolüne almak giderek demokratik düzeni ortadan kaldıracak ve biat kültürünü yeniden oluşturacaktır.
Böylesi bir yapı gerçekleştirilirse eğer devlet ulaşılmaz, sorgulanmaz, yarı tanrısal bir otorite konuma gelir. Oysa devlet ve devlet kurumları eleştirilebilen, sorgulanabilen ve yanıldığı ortaya konabilen teknik bir örgüt ve hizmetçi birimdir. Aslında devleti kutsal sayma yerine somut hale getirme özgürlükler açısından daha güvencelidir. Özgürlüğün ve özerkliğin büyük bir değer olduğunun bilinciyle devleti ayakları yere basan bir aygıt haline getirme ile hakların korunabileceği görülmeli. Bu gerçekliğe ulaşmak için de hükümet kendisine bağlı ve bağımlı sivil toplum örgütleri oluşturma ve kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerine müdahaleden kaçınmalı…
Bütün uyarılara ve itirazlara rağmen hükümet yaklaşımda ısrar ederse özgürlükler tehlikeye girebileceği gibi demokratik direnişlerle ve toplumsal duyarlıklarla tıpkı çoklu baro sisteminde olduğu gibi yapacağı değişikler ölü de doğabilir. Çağdaş değerler, kitle iletişim araçlarının gelişmişliği, demokratik kültür ve sosyo- ekonomik dinamikler dikkate alındığında hükümet, baskılarla ve tehditlerle bir başarı sağladığı algısı yaratsa da gerçekte varacağı yer kaybetmek… (MK/AS)