Küreselleşen bir dünyada “yerli ve milli” ifadesi anlamlı mıdır? Tüm yerküre, tüm üretim, hatta tüketim alanlarında dahi koca bir köye dönüşürken yerel kalmak olanaklı mıdır, anlamlı mıdır, hatta doğru mudur? Bu soruyu açarken geçmişe bir bakıp, olup-bitenleri hafızamızda tazelememiz gerekir.
İngiltere, sanayi devrimi ile dünyaya başat olduğunda serbest ticaret kurallarını dünyaya dayattı. Serbest ticaret kuralları İngiltere’ye mi, yoksa İngiltere ile ticaret yapan ülkelere mi yaradı? Tabii ki, serbest ticaret kuralları İngiltere’ye yarardı. Zaten aksi olsa idi, İngiltere serbest ticaret kurallarını, ünlü iktisatçılarını da devreye sokarak, dünya refahının yükseltilmesi gibi ulvi teorilere bulayarak piyasaya sürer miydi? Güç ve bilim el ele mi yürüyordu acaba! Biraz da tersinden bakalım, şimdi de; serbest ticareti savunan ve “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganını yerküreye iktisat biliminin(!) baş düsturu gibi yayan İngiltere her nedense tüm süre boyunca AB topluluğu dışında kalmayı yeğledi, son kertede de Brexit hükümlerini devreye soktu. Hani nerede, serbest ekonomi ve ticareti savunan İngiltere’nin yüce kahramanlığı! Demek ki, iktisat ve siyaset alanında güç ve güçlünün kuralı küresel kural oluyor. Güçlünün kendi kuralını dayatması anlaşılabilir de, güçsüzün güçlünün kuralına uymasının akılla açıklanan bir yanı olabilir mi?
Peki, bütün bu lafları niçin yaptım? Bu, çok doğru ve yerinde soruya şöyle bir soru ile karşılık verebilirim: Acaba küreselleşme döneminde yerli ve milli siyasi yapı olabilir mi? Şekilsel olarak olabilir, çünkü siyasi iktidarları halklar seçiyor, gerekli koşullarda da siyasi iktidarı değiştirebiliyor. O zaman, hiç değilse, seçim ya da sandık demokrasisi anlamında ve görünüşte siyasi iktidarlar yerli ve millidir. Küreselleşme döneminde iktidarların halkın taparcasına sevgilisi olması, emperyalistin operasyonları açısından ülkeye değil, ama emperyaliste fevkalade yararlıdır.
Peki, bu testi bir de ülkede uygulanan ekonomi politikaları bağlamında yaparsak acaba nasıl bir sonuç elde ederiz! Yaşanan ekonomik koşullar, sosyal sıkıntılar ve yönetsel anlaşılamaz baskılar ne denli siyasi erkin yerli ve milli olduğunun kanıtı olabilir ki! Peki, bu ve benzeri koşullarda durum ortada iken, siyasi erkin durmadan yerli ve milli sloganını kafalara kazımaya çalışması, gerçek öyle olmadığı halde, gerçeğin özlemi imiş gibi yaparak dikkatlerin ekonomiye çekilip, siyasi erkin uluslararası ve gayrimilli olduğu gerçeğinin perdelenmesi mi amaçlanmaktadır acaba?
Bir ülkenin siyasi yapısı salt iktidardaki siyasi erk yapıdan oluşmaz. Emperyalizm altında götürülmeye çalışılan bir ülkede tek bir partinin, salt iktidar partisinin emperyalistin proje organı olması düşünülemez. Zira emperyalist ülkeyi baskı ve etki altına alırken tüm siyasi, hatta eğitim ve medya dokusunu da zehirleyip, kirletmeye çalışır. Tüm dokuların iğfal edilmesi gerekir ki, iğfal edilen tek doku zeytinyağı gibi su yüzüne çıkıp aleni olmasın!
Taşların bağlanıp köpeklerin salındığı günümüz dünyasında hemen hemen hiçbir ekonomi kendisini küresel kasırgadan gereği şekilde koruyamaz. Hatta ekonomik açıdan küresel gelişmelerden uzak durmak, oligarşik yönetim kurmak ülkenin aleyhine de olur. Ara çözüm sınama-yanılma yöntemi ile değil, bilimsel kurumların halkın ve ekonominin çıkarları doğrultusunda geliştireceği planların halk nezdinde kabul edilmesi ve uygulamaya geçirilmesi ile olur. Kısacası, olabildiğince emperyalistin etkisinden uzak planlama ve karar mekanizmasının devrede olması koşulu gereklidir. İşte, siyasi erkin tek başat güç olmayıp, eğitim kurumları, medyası, adalet organı gibi tüm kurumların baskısız, denetimsiz karşılıklı etkileşimi ile oluşturdukları ortam emperyalizme karşı olabilecek en etkili güçtür.
Peki, günümüzün yaygın iletişim kanalları bağlamında emperyalizm bu dokulara da başat olamaz mı? Tabii ki, olur. Ancak, kurumların çeşitlendirilmeleri ve olabildiğince baskıdan uzak özgür çalışma ortamında konumlandırılmaları ve korunmaları bir dereceye kadar da olsa sistemin garantisidir. Böyle bir yapılanma, kapitalist sistem içinde emperyalizmi tam olarak önleyemez, ancak sınırlandırabilir.
Emperyalizm önlenemiyorsa, sınırlandırılmasına razı mı olmalıyız? Yanıt, tabii ki “hayır”dır. Peki, o zaman niçin bu ara çözüm tartışılmalıdır, diye bakıyoruz. Sebep açıktır: Şöyle ki, emperyalizm elektron ışınları gibi fark edilmedik şekilde, hatta önceleri yararlı gibi algılanarak topluma nüfuz eder. Bu koşulda taraftar toplamak ve etkili mücadele etmek zordur. Kurumların siyasi baskı ve etkiden arındırıldığı durumda ülkede yaygınlaşan aydın (Yetmez, ama evet cambazları değil!) tartışmaları ve yapılan yayınlar, toplumu çevreleyen habis dokunun anlaşılmasına yol açabilir. Belki de bu koşulda dahi sorun ancak biraz anlaşılabilir, ama yılmadan yapılacak mücadele toplumu ve insanlığı salaha kavuşturabilir. Kimi post-Marksistlerin inandığı gibi zenginleşme ve toplumun eğitim düzeyinin yükselmesiyle devrimsiz dönüşümünü gerçekleştiremez, eninde sonunda devrim gerekir, ancak buna bilinç derecesi yüksek hazırlıklı bir toplumu yaratan belirli ekonomik düzen gerekir.