Türkiye dahil pek çok Müslüman ülkede dini ilimlerde söz sahibi olan insanlar, hocalar ve dini değerler konusunda hassasiyet sahibi olan hemen herkes “İslam’dan uzaklaştığımız için başımıza pek çok felaketin geldiğini, bu yüzden geri kaldığımızı” söyleyerek kendilerince Müslüman dünya ile ilgili bir tespitte bulunurlar.
Bu ifadeler teorik olarak doğru olmakla birlikte Müslüman dünyanın yaşadığı ahlaki çürümeyi ve yozlaşmayı tarif etmek açısından eksik olduğu da bir gerçek.
Kafamızda nasıl bir İslam tarifi var ki “İslam’dan uzaklaştığımızı” söylüyoruz?
Eğer İslam’ı sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmekten ibaret sanıyorsak burada temel bir yaklaşım hatası var demektir. Evet bunlar bireylerin ameli ibadetleridir. Bugün bütün Müslüman ülkelerde binlerce cami var, camiler dolup taşıyor ve insanların kahir ekseriyeti de ibadetlerini yapmaya çalışıyor.
Ama ne hazindir ki Müslüman ülkelerdeki insanların bu bireysel ibadetleri, bir takım görsel dindarlık ritüelleri, Müslüman dünyadaki ahlaki çürümeyi, hukuksuzlukları, yolsuzlukları, adaletsizlikleri önlemeye yetmiyor.
Maalesef Müslüman dünyada dine bağlılık, belli ibadetleri yerine getirme ve belli haramlardan kaçınma gibi dar bir alana hapsedildiği için dindar kesimler insan/kul hakkını gözetmenin, kadın ve çocuk haklarını korumanın, ehliyet ve liyakate riayet etmenin, adaletten sapmamanın, temel hak ve özgürlükleri korumanın dinin bir vecibesi olduğuna yeterince inanmamaktadırlar.
Bu yüzdendir ki Müslüman ülkelerin yöneticileri popülist söylemlerle dini alanı kuşatarak, dinin esaslarından çok ‘görsel dindarlık’ ritüellerini öne çıkararak dindarlık anlayışını ifsat etmektedirler.
Bu konuda son dönemde Türkiye siyasetinde yaşananlar, Müslüman dünya açısından ibret verici bir nitelik taşıyor. Mesela Beştepe’de İlçe Müftülerine konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yeni Anayasa değişikliği teklifiyle sapkın akımlar tarafından tehdit edildiğini söylediği aile müessesini korumayı hedeflediklerini belirterek “Dimdik duracağız ve bu Müslüman topluluğu birilerine yedirmeyeceğiz. Materyalist ideolojiler, sosyal açılardan felakete sürüklüyor.” diyor.
Cumhurbaşkanı ilçe müftülerine, insanlığın Allah'ın lütfuyla cahiliye bataklığından kurtulduğundan ve İslam’ın hayat veren ilkelerinden söz ediyor, buna kimsenin bir itirazı olamaz elbette. Ama ne hikmetse müftülere “İslam’ın temel ilkeleri olan adaleti, hukuku, ehliyet ve liyakati anlatmaktan, yolsuzluk ve rüşvetin İslam tarafından lanetlendiğini insanlara söylemekten asla vazgeçmeyin” demek aklına gelmiyor. Çünkü Müslüman ülkelerdeki Müslümanlar, dini sadece belli ibadetlerden ibaret olarak görüyor.
Bu yüzden de hiçbir Müslüman ülke ‘İslamilik endeksi’de yer alamıyor. Bilindiği gibi ABD’deki George Washington Üniversitesi tarafından “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami?” başlıklı bir araştırma yapılmıştı.
Araştırma genişletilerek Müslüman olmayan ülkeleri de kapsayacak şekilde, İslam’ın en uygun yaşanılabilir olduğu ülkelerin değerlendirildiği 'İslamilik Endeksi Listesi’ni açıklamıştı. Listede batılı ülkelerin ilk sıralarda, Müslüman ülkelerin ise son sıralarda yer alması dikkat çekmişti.
Listenin ilk 40 sırasında Müslüman ülke bulunmuyor. İlk onda Yeni Zelanda, İsveç, Hollanda, İzlanda, İsviçre, İrlanda, Danimarka, Kanada, Avustralya ve Norveç yer alırken, Türkiye 95. Sırada yer alıyor.
İslamilik Endeksi oluşturulurken namaz veya oruç gibi kişisel ibadetler değerlendirilmeye alınmıyor. Örneğin hukuk ve yönetişim alt endeksinde; hukuksal bütünlük, yolsuzluğun önlenmesi, güvenlik endeksi ve devlet etkinliğine bakılıyor. Buradaki amacın yolsuzluğun yaygınlığını, mülkiyet haklarının güvenliğini, hesap verebilirliği, hukukun üstünlüğünü ve yönetişim yapılarının etkinliğini ölçmek olduğu belirtiliyor.
İnsan hakları ve siyasi haklar konusunda da medeni ve siyasi haklar ve sosyal refah ölçüsü, sosyal sermaye, kişisel özgürlük, medeni ve siyasi haklar, kadın hakları, eğitime erişim, sağlık hizmetine erişim ve demokrasi düzeyi verilerinin değerlendirildiği belirtiliyor.
Hal böyleyken Müslüman ülkelerde “İslam’dan uzaklaştığımız için aileyi, gençleri kaybediyoruz” söylemlerinin ne kadar anlamlı olduğunu düşünmekte yarar var.