Güneş Gürseler
Ulusal egemenliğe karşı siyasal ve askeri tehditler olarak ifade edilen “güvenlik” kavramının, süregelen küresel bozulma sonunda bu tanımla sınırlı kalmadığı geç de olsa günümüzde anlaşılmaya başlanmış bulunuyor.
Derinleşen ve yayılan çevresel bunalım insanlığı etkisi altına alarak gezegenimizi bütünüyle kapladı. Gezegeni tümüyle ortadan kaldıracak bir nükleer tehlike yok ama ozon tabakasının delinmesi, sera etkisi, iklim değişikliği, kuraklık, ormansızlaşma, çölleşme, tarım alanlarının daralması, su kaynaklarının kirlenip tükenmesi insanlığı tümüyle yok edebilecek ortak tehditler durumundadır. Dünyanın ve canlı yaşamının sürekliliği yeryüzü ekolojisinin ve temel yaşam sistemlerinin varlıklarını devam ettirebilmelerine bağlıdır. Başka bir deyişle ortak tehdit, artık askeri değildir ya da çevre güvensizliğinin askeri bir çözümü yoktur. Dünyanın ve insanlığın ortak düşmanı, çevresel bunalımdır. Bu ortak düşmana karşı, ortak güvenlik politikaları oluşturup kararlılıkla da uygulamak gerekmektedir.
Bu bilinçle bir süredir “güvenlik” kavramı, çevre baskısının giderek büyüyen etkilerini yöresel, ulusal, bölgesel ve küresel boyutlarda içererek “ÇEVRESEL GÜVENLİK” anlamını kazandı. Ancak ne yazık ki insanlık bu kavramın çağdaş gereklerini kabullenip, uygun ortak politikaları belirlemede anlayış birliğine henüz ulaşamadı.
Oluşması ve tanınması yavaş ilerleyen bu ortak ve de en tehlikeli düşman karşısında topluca seferberlik başlatmakta en büyük zorluk, küçümsenmesindedir. Bu seferberlikte yük dönüp dolaşıp bireyin üzerinde kalmaktadır. Herkes bu tehlikeyi dikkate alarak kişisel yaşantısını değiştirmek zorundadır. Oysa düşmanı karşımızda gerçek ve somut biçimiyle görmediğimiz, bireysel yaşantımızda ise dolaylı olarak hissettiğimiz için önemsemiyoruz. Oluşması ve tanınması yavaş olan bu düşmanla savaş ise ortak bir gayret ve kararlılık gerektiren, oldukça uzun süreli ve masraflı bir mücadeledir.
Bir sınıra geldiğimizi ve temel yaşam sistemlerinin sürdürülebilmeleri için bir dengeyi kurmak zorunda olduğumuzu kabullenmek zorundayız. Bu dengeyi sağlamadıkça her gün daha geriye giderek yeryüzünün dengelerini bozuyoruz.
Çevresel tehlikelerin, kıtlığın, gıda güvenliğinin bozulmasının, yaygınlaşan yoksulluğun yarattığı tehditlerin giderilmesinde kullanılabilecek kaynaklar, dünyanın her yanında silahlara yönlendirilmektedir. Askeri harcamalar 2021 yılında 2 trilyon dolara ulaşmıştır. Birçok ülkede askeri harcamalar ulusal gelirin büyük bölümünü ve ekonomiyi tüketmekte, gelişmeyi engellemektedir.
Köhneleşmiş “güvenlik” anlayışı, bu yanlışın sürdürülmesinde en büyük etkendir.
Uluslar askeri harcamalarında indirim yaparak tasarruf ettiklerini gezegenin savunmasına ayırmak zorundadırlar.
Askeri harcamaların çok altındaki küçük harcamalarla çevresel güvenlikle ilgili birçok sorun çözülebilir.
Kabul edilmek istenmese de; insanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyi ve kazanımlar gelecek kuşaklar pahasına yaratılmış ve yoksul insan sayısı giderek artmıştır. Bu gerçek karşısında hiçbir ekonomi ya da ekonomik sistemin başarılı olamadığını kabul ederek, üretim ve tüketim düzenlerini doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürdürmekten vazgeçmeliyiz.
Bu mantığın değişmesi ise tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine çevre-ekonomi dengesine dayalı, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültürün egemen olmasına bağlıdır.30.5.2022