Sayın Nermin Ünsal, emekli hâkim.
E-posta adresime gelen iletinizi birkaç kez dikkatle okudum.
Şu anda da, bu satırları yazmakta olduğum internet sayfasında kaydedilmiş olarak duruyor.
İletinize, tek çocuğunuz, oğlunuz, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Aytaç Ünsal’ın ve onunla birlikte tutuklu avukat arkadaşlarının durumunu özetleyerek başlıyorsunuz.
20 Eylül 2017’de (günümüzde giderek ve artık iyice kanıksanan; inandırıcılığını yitiren; her türlü ve her çevreden muhalefeti korkutup yıldırmak için kullanılan) terör vb. suçlamalarıyla tutuklanan, aralarında oğlunuzun da bulunduğu avukatlar, bir yıl yargıç önüne çıkmaksızın cezaevinde kalıyorlar.
Bir yıl sonra çıkarıldıkları mahkemede “avukat oluşları, mevcut delil durumu, Anayasa Mahkemesi’nin ve AİHM’nin içtihatları” gerekçe gösterilerek tahliye ediliyor, fakat tahliye üzerinden altı saat geçmeden aynı mahkeme tarafından herhangi bir yeni delil olmaksızın yeniden tutuklanıyorlar.
Ardından, iki gün içinde, tahliye kararı vermiş olan heyet değiştiriliyor, yerine atanan heyet yargılama yapmadan ağır cezalara hükmediyor.
Aralarında oğlunuzun da bulunduğu Halkın Hukuk Bürosu avukatları, bu durumda üç yıla yakın süredir hapisteler ve dava dosyası Yargıtay’da beklemede…
***
İlginç bir rastlantıyla, gazetedeki posta adresime gelen mektuplar arasında avukat Aytaç Ünsal’dan da bir mektup var. Belli ki edebiyat ve şiir sever, duyarlı bir genç insan. “…uzun bir aradan sonra gazetede yazınızla karşılaştığımda uzun süredir görmediğim bir yakınımı görmüş gibi hissettim…” diyor… “Belki hiç tanışmadık yüz yüze, ama olsun, halk kocaman bir ailedir” diye devam ediyor… “Ve bu ailenin üyeleri birbirleriyle tanışmasalar da doğal bir bağ vardır aralarında.”
Gazetede birikmiş bekleyen postalar arasında, belli ki epeyce önce yazılmış mektubunda Aytaç Ünsal, Grup Yorum’un avukatı olduğunu, 2.5 yıldır tutuklu, açlıklarının da 56. gününde olduklarını yazıyor…
Mektup yazıldığında Helin, İbrahim, Mustafa Koçak henüz hayattalar…
***
Tekrar sayın Nermin Ünsal’ın iletisine dönerek onun satırlarıyla devam edeyim:
“Aile olarak karşı koymalarımıza rağmen kendisine yapılan hukuksuzluklar ve adil yargılanma talebiyle 03 Şubat’ta süresiz açlık grevine başlamıştı. Hem doğum günü hem de Avukatlar Günü olan 05 Nisan’da anne olarak dilim varmıyor, içim yanıyor ama bu grevi maalesef ÖLÜM ORUCUNA çevirdiğini öğrendik.
Aile olarak o an, tam da yıkıldığımız andı. Bu anlatılamaz..
Ataol Bey, oğlum henüz 32 yaşında ve tek çocuğumuz. Dosya Yargıtay’da ve 4 aydır ele alınmıyor.
Her ziyaret edişimde eridiğini gördükçe içim kan ağlıyor. Bugün itibarıyla Ölüm Orucunun 110. gününde, durumu her geçen gün kritikleşiyor.
Yardımlarınızı bekliyorum.
Saygılarımla
Emekli Hâkim Nermin Ünsal”
***
Yazıya başlama öncesinde internet sayfalarında bu davaya ilişkin haberlerin gerçek anlamıyla yürekler acısı, iç daraltıcı labirentlerinde dolaştım… Hukuk ve hukukçuluk adına üzüldüm, utandım. Aynı mahkemede altı saat içinde karar değişiyor. Bir heyet görevden alınıyor, yerine atanan heyet bir öncekinin tam karşıtı bir hüküm veriyor? Hukukçu anne feryat ediyor. Hukukçu genç insanlar yıllardır ceza evinde, adalet beklentisi içinde canlarını ateşe atarlarken, dava dosyası aylardır Yargıtay aşamasında raflarda bekliyor. Günlük yaşam sanki bütün bu kötülükler, haksızlıklar, zulümler yokmuşçasına, aldırışsızca alışıldık döngüsünü sürdürmekteyken, avukata ve avukatlık mesleğine yönelik bu hukuk dışı, yaşam söndürücü, cana kastedici uygulamalar karşısında Türkiye Barolar Birliği acaba ne yapıyor? Dosyanın Yargıtay’da bir an önce görüşülmesi için ne gibi girişimlerde bulunuyor? Hukukçuların adalet beklentisiyle ölüm orucuna yattığı bir ülkede, Yargıtay bu girişimi belki de sonlandıracak çalışmaya başlamayı neden geciktiriyor?
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ataol-behramoglu/bir-annenin-iletisi-uzerine-1741189