Mine Kırıkkanat
Parayı verenin sadece düdüğü değil, bekçiyi de çaldığı günümüzde, yokluğu fark edilmesin diye sık sık sözü edilen “ilke”nin cisme bürünmüş örneği, benim dağarcığımda ne bir politikacı, ne de toplum yönderi, ama bir sanatçıdır:
“Mobile” diye adlandırılan hareketli heykellerin yaratıcısı, mühendis, yontucu ve ressam Alexandre Calder.
1942 yılına dek minicik, kıpırtılı heykelcikler yaratan Calder, bu tarihten öteye biçem değiştirdi ve “mobile”lerin karşıtı sayılacak büyük boyutlarda durağanlık, ağırlık ifade eden kunt heykeller yapmaya başladı. Değişmezi, “stabile” adını verdiği bu eserleri baştan aşağı siyaha boyamaktı.
Çok ünlüydü Calder. Bir o kadar da tavizsiz. Eserlerini öyle her alıcıya satanlardan değildi. Bu zorluk, parayı bastırınca her istediğine sahip olmaya alışık zengin sanatseverlerin arzularını kamçılıyor ve milyarlarıyla ünlü isimler, onun bir eserine sahip olabilmek can atıyorlardı.
Bir gün Calder’in atölyesine milyarder bir koleksiyoncu ile eşi geldi. Maestro’ya bir “stabile” ısmarlamak istiyorlardı.
Altının sarısı, sanatın siyahı
Ancak bu “stabile”, salt kendileri için yaratıldığı anlaşılsın diye, biraz farklı olmalıydı. Sanatçı, sessizce dinliyordu.
“Acaba bizim için som altından bir stabile dökebilir misiniz? Bedeli neyse, ödemeye hazırız” dediler.
Calder, piposundan bir soluk çekti: “Tabii” dedi, “niye olmasın?”
Koleksiyoncu çift, bir sevindi bir sevindi. Kadın, kocasına dönüp: “Ben sana dememiş miydim? Bak kabul etti” diyordu ki…
Calder, yarım kalan tümcesini tamamladı: “Som altından ‘stabile’ yaparım. Ama siyaha boyarım!”
Sanatçı Calder’in ilke sınırları kırmızıyla değil siyahla çizilmişti. Başka bir renk de olabilir, ama aşılmazdı.
Erken seçim yok, geç seçim askıda!
Jeopolitikada “kırmızı çizgi” diye anılan sınır, ilke kavramının ta kendisidir. Hem de küresel anlamda. O sınırın aşılmasına izin veren devletler ülkelerini, kurumlar varoluş nedenlerini, liderler önderlik vasfını kaybeder. Çünkü bir ilke uğruna bedel ödemeye hazır olmayan her kim ve neyse; varoluş nedenini yok ederken yok olmaya mahkûmdur.
İşte Türkiye. İlke diye çektiği İslami “yeşil çizgi” zamanla dolar yeşiline dönüşüp, dolar kalmayınca batan bir iktidarın pençesinde, ufalanıyor.
Devletler batarken, tıpkı dev gemiler gibi anaforlar, girdaplar oluşturur. AKP ve MHP’nin yaşanan koşullarda erken seçime gideceğini düşünmek, bence yanlış! Elbette ceberutluğa tutunmaya, iktidar tahtına dişleriyle, tırnaklarıyla asılmaya; hatta provokasyon ve tehditlere bakılırsa 1980 öncesi gibi bir Türkiye yaratmaya bile hazırlar. Ama bu coğrafyada bu ekonomik iflasla, nüfusun yarısını içeri tıksalar da ayakta kalamazlar. Üstelik gayet iyi biliyoruz ki, artık azınlıktalar. Çoğunluk karşılarında.
Sehven muhalefetin feda edilemeyen konforu
Demek ki parlamenter muhalefetin ortaya çıkıp bir ilkenin ardına dizilmesi ve bu kırmızı çizgimizdir, geçilmez demesinin tam zamanı. Bu ilke İş Bankası olabilir. Muhalif belediyelere uygulanan baskı ve keyfi yaptırımlar olabilir. Barolar yasası olabilir.
Ama bir ilkenin ardında duracak, bedel ödemeye hazır bir muhalefet, hatta herhangi bir ilkesi, kırmızı çizgisi, özetle taviz vermeyecek ahlaki bir duruşu olan muhalefet partisi var mı?
Eğer Türkiye’de ilkeli bir muhalefet olsaydı, zaten AKP’siyle MHP’siyle bu takım, bunca yıl iktidarda kalamazdı!
Çok fırsat kaçtı: 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP ile eşyanın tabiatına aykırı bir işbirliği yapan CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu yerine Yılmaz Büyükerşen’i aday gösterseydi, seçimi belki kazanamazdı; ama sonrasında “sehven” aldığı için artıramadığı oylarını ikiye katlardı. Çünkü seçmen nezdinde yitirdiği güveni restore etmiş olurdu.
Yiğidin memleket sevdası, mazbataya kadar
Eğer HDP, etnik ayrım yapmadan tüm toplumu kucaklayan söylemiyle zafer kazandığı Haziran 2015 seçimlerinin hemen akabinde PKK ile köprüleri açıkça atabilseydi, kurulan tuzağa düşmez ve Türkiye’nin de önünü açardı.
Eğer CHP, 2017 anayasa referandumunda 2.5 milyon mühürsüz oyu geçerli sayan YSK’nin hukuksuz kararına karşı kırmızı çizgi çekip TBMM’den yekvücut çekilmek erdemini gösterebilseydi, zaten Türkiye kurtulurdu!
Çünkü ana muhalefetin Meclis’ten çekildiği ülkede, iktidarın meşruiyeti kalmaz. Seçimler yenilenir, sonuçlar bambaşka olabilir, en azından parti yönetimi bugün gözünde iyice düştüğü seçmen nezdinde ilkeleri uğruna dövüşebildiğini göstermiş olurdu.
Hafriyat sizsiniz!
Şimdi soruyorum: CHP’nin uğrunda bedel ödemeye hazır olduğu bir ilke, aşılamaz bir kırmızı çizgisi var mı? Parti yönetimi, TBMM’den maaşlarını alıp Twitter’da muhalefet yapan vekiller, kendi çapsızlıklarına rağmen başarı kazanan CHP’li belediyelerin arkasında durmak için ne yapmaya hazırlar?
Peki, İYİ Parti’nin taviz verilmez ilkeleri var mı?
Ya HDP’nin Kürtçülük dışında evrensel bir ilkeselliği, insanlığı öne çıkaran halkçı bir yanı kaldı mı?
Sanmıyorum.
Atatürk, kırmızı çizgileri aşılamadığı, ilkeleri uğruna ölümü göze aldığı için devlet kurabildi ve Türkiye Cumhuriyeti, o ilkeler üzerinde yükseldi. İlkesi olmayanın, ülkesi de yok olur. İşte batıyor Türkiye.
İlkesiz politikacılar, bu enkaz sizin eseriniz, iyi bakın: Hafriyatına karışacaksınız.