“Durdurun dünyayı inecek var” ne kadar da fiyakalı bir söz değil mi?
Üzerine; şair şiirini yazmış, yerli yabancı sanatçılar şarkı olarak söylemiş, kitap adı olmuş falan…
Galiba bu günlerde yaşananlar karşısında söylenebilecek ve en “damardan” sayılacak söz de bu:
“Durdurun şu dünyayı, inecekler var!”
Haksız mıyız?
Hani bazen “Ah o eskiden…” diye anlatmaya başlarız ya.
Artık bulamadıklarımız, özlemini duyduklarımız...
Nedenleri öyle saymakla falan bitmez.
İşte tam da onlarla ve yine o “eskisi” gibi dönse ya şu dünya
Mesela şöyle en azından on beş yıl falan önceki gibi…
Ya da bu günlere hiç gelmemiş olup on beş yıl kadar eskilerin dünyasında yaşıyor olsak ne olurdu ki?
Halimiz malum:
Dijital teknoloji sayesinde an be an katlanarak büyüyen, gelişen bu bilgi çağında, bu buluşlar çağında biz bir takmışız geri vitese ki, allah selamet versin.
“Geriye dön, ileri marş” diye bir komut vardır bilirsiniz.
Aynen öyle vaziyetler.
Sanırım orta okulda falan, derste anlatırlardı; gemici Kolomb batıya giderek doğuda Hindistana varmayı düşünmüş bir zamanlar. Ama bu tersine gidişle Hindistan yerine Amerika’yı bulmuş karşısında. Olayın o kadar da farkında değil ki, karşılaştığı amerikanın yerli halkına “hintli” anlamında “indian” demiş.
Şimdi bizim ahalinin kabaca yarısının düşüncesi de aynı hesap galiba: “ne kadar geriye, tersine tersine gidersek o kadar ilerleyeceğimize” inanıyor.
Geri geri gitmeyi ilerleme sanıyor.
Tabii bu tersine gidişatta karşılaştığı kişileri de Kolomb’un yanılgısında olduğu gibi o “ilerideki” ülkenin adamları kabul ediyor.
Aslında en iyi anlatım “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” deyip özetlemek ya...
Bizde “durumlar” aynen böyle de, peki Amerika’da?
Ara sıra taa oralardan bize laf çaktırıyorlardı ya, şimdi kara kara kendi hallerini düşünüyorlar “ne yaptık biz de böyle bir adamı seçtik” diye.
Ne diyelim?
“Gülme komşuna, gelir başına”
“Bizi böylesi gerek” diye seçip getirdikleri şu adamları hele şimdi bir de küresel ısınma sözleşmesinden cayarak her şeyin üzerine tuz biber ekti ya, kendileri ile birlikte bütün dünya telaşta: “Bu gidişle dünya daha da ısınacak” diyor herkes.
Haydi o ısınma biraz yavaş olur, dünya iyice fokurdamadan biz zaten kıkırdamış oluruz, üstelik fakir fukaranın yakacak derdi de giderek azalır diyeceksiniz belki de ama, bir de gördük ki, o bile bir şey değilmiş; asıl yakıcı ateş Arabistan çöllerinden yayılacak bu gidişle.
Tuttular, bütün merakı ve öğüncü som altından yapılmış lazımlığa defi hacet etmek falan olan araplara, onlarla hoplayıp zıplayıp 280 milyar dolarlık silah sattılar biliyorsunuz. O silahlar bir gün “kullanıma geçip” cayırdadığı zaman çıkacak yangının boyutunu, alevlerin hangi ülkelere kadar uzanacağını düşünebiliyor musunuz?
Yakında elbette belli olacak ya, perde şimdilik "Katar" ile açılıyor gibi.
Avrupa da panikte…
Onlar da dünyanın bu gidişinden endişeli.
Ortadoğu kovanına elbirlikleriyle soktukları çomaklar şimdi hepsinin kabusu oldu.
Gün geçmiyor ki herhangi birinde terör eylemi gerçekleşmesin. Kendilerinin besleyip besleyip orta doğuya sardıkları terör belası şimdi bumerang misali geri tepti ve onların da korkulu rüyası oldu.
Yanı sıra, cehenneme çevirdikleri orta doğudan başlayan mülteci akını şimdilik Türkiye üzerinde kısa bir mola veriyor olsa da tarihi süreçte artık kolay kolay durduramayacakları bir gelişme.
Uzak doğu ayrı bir bela ile karşı karşıya.
Bu çılgınlaşan dünyanın Kuzey Kore’ya isabet ettirdiği büyük “ikramiye” sayılabilecek garip traşlı başkanları “ Kim Jong Un“ ile Amerikan ekonomisini silah sanayii üzerinden canlandırmaya hevesli Trump’ın tehlikeli dansları olayları görebilen herkesin yüreğini ağzına getiriyor:
Oralardan başlayarak bütün dünyayı sarsabilecek bir büyük kapışma ha patladı ha patlayacak.
Afrika, tam bir gözden çıkarılmışlar kıtası.
Libya’da devlet falan yok mesela.
Gücü gücü yetene…
Kara Afrika’ya gelince; kendilerine kurtarıcı olması beklenen batılıların onları nasıl da gözden çıkardıkları, siyahilerin hiç yoktan birbirlerini nasıl da pırasa gibi doğradıkları “Hotel Ruanda” filminde çok güzel anlatılmış. İzlerken insan hayli geriliyor ama yine de izlenmeli.
“Gelişmiş Batı”lıların kendinden ve pek adamdan saymadığı o koca bir “kara dünya” için sahnelemekten çekinmedikleri klasik senaryoları tam da bu.
Maazallah…
Rusya?
Ruslara sorarsanız onlar da kendi liderlerinden memnun değiller. Sözde değiştirecekler, değiştiremiyorlar.
Çin, Hindistan?
Belki başka türlü de olamazdı ama, milyarlarca insanın zebilliği…
Şimdi bu çizmeye çalıştığımız tablo asla meyhane muhabbeti gibi görülmesin; gerçekten çılgın ve giderek daha da çılgınlaşan bir dünyada yaşamaya başladık.
Okumuş ya da izlemişsinizdir; hadi biz sıradan insanların düşüncesi neyse de, şu büyük fizik dehası Stefan Hawking de “Önümüzdeki yüz yıl içinde mutlaka bu dünyayı terk etmeli, başka dünyalara taşınmalıyız” demiyor mu?.
Gerekçeleri aynı:
Küresel ısınma, Nükleer savaş ihtimali, genetik olarak tasarlanan virüsler, Dünyayı tehdit eden asteroidler ve aşırı nüfus artışı…
Bütün bunları anlatırken kapitalizmin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz ile bize bundan düşecek büyükça pay yani işsizlik, sefalet, yoksulluk gibi konuları hiç hesaba katmıyoruz bile dikkat ederseniz.
Ama şimdiden sizin de ne dediğinizi duyar gibiyim:
“Durdurun şu dünyayı inecek var!”
Bunda anlaştıksa tamam, hadi hep beraber inelim de…
Nerelere gidelim?
“Cennet” gibi bir yer var diyorlar buradan sonra kaçılabilecek.
İyi de orasını da kendilerinden başkasını asla beğenmeyen birileri kapatmışlar.
“Onlar gibi ve onlardan olmayanlar asla giremez”miş söyledikleri doğru çıkarsa.
Bu durumda ortalarda mı kalıyoruz ne?