Hatırlanacaktır, genel olarak soL portal ve bu konuda bol bol yazan bir köşe yazarı olarak ben, Kürt hareketine ve halkına dönük süregiden savaş politikasının “çözüm süreci”ni iptal etmediğini, yerini almadığını iddia ettik. Çatışma çözümü dışlamıyor, tersine onun bir varyantı, vazgeçilmez bir öğesi. Çünkü sözlük anlamına aykırı olarak, çözüm adı verilen dönüşümüm özü, Kürt faktörünün emperyalist hegemonya savaşlarında kullanışlı hale getirilmesiydi. Bu tür işler kansız olmuyor!
Bu ana yaklaşımı zorlayan bir şey yaşanmadı. Öyle ki, Zana’nın görüşme denemesi konuşulurken sızan gündem maddelerinin içinde süren çatışmalar yoktu bile! Oysa bir kapı yeniden aralanacaksa, bu adımın meşruluğu çatışmaların şiddetinden ileri gelecekti… Yeniden müzakere zorlamasının gerekçesi doğrudan doğruya çatışmalardı.
Bu temel noktada taviz verip, imajdaki radikallik açığını da Meclis yeminini etmemekle gidermek biraz tuhaf oldu. Erdoğan’ın “önce yemin etsin” refleksini akıl etmek için siyaset dehası olması gerekmiyordu. Kapı suratına çarpılan görüşmeciye, resmi olarak kayıtlı bulunduğu partisi de pek sahip çıkmadı. Çıkmaz; Leyla hanımın Türkiye’deki Kürt ana akımından olmadığını herkes biliyor.
Süreç müzakere moduna hâlâ dönmedi, ama tek bir örneğini verdiğim denemeler, başta hatırlattığım ana saptamamızı destekler nitelikte.
AKP ise kazanmanın “yeni” tadını almış bulunuyor. Bu sıra başka bir teker patlamazsa zamanlamaya oynamaya devam edecek.
Genel olarak Kürt meselesinde AKP bugüne kadar hep milliyetçilik cenahına dönük riskler aldı. MHP’ye ve CHP’ye göre hükümet politikaları ülkenin birliğini zayıflatıyordu, AKP bile isteye PKK’nin önünü açıyordu… Bu tür milliyetçi eleştirilerin en çok boşa düştüğü dönemdeyiz. Oysa 2015 başında ABD’den esen rüzgâr Kürt milliyetçiliğinin yelkenini şişiriyor ve ilk kez bu açıklıkta Barzaniciliğin ötesinde Apoculuk da olumlanıyordu. Batı’nın “Kürt desteği”nin tepe yaptığı konjonktürü AKP kırmayı başarmış oldu.
Şu anda ABD’nin Kürt politikası PYD’ye çekilmiş, yani PKK’yi terk etmiş bulunuyor. Birinci AKP başarısı budur. Yaz sonunda Kürt siyasetçilere “birkaç ay sabrediverin” diyen ABD, şimdi neden bölünmüş bir hareketin, işine pek yaramayan kanadını ihya etsin? Tekrar ediyorum, AKP en önemli başarıyı ABD nezdinde kazandı.
İkinci olarak, AKP meşruiyet kavgasında üstünlük sağladı. Burada din kardeşliği gibi kendince pozitif veya anti-terör önlemler gibi negatif girdilerden daha fazla rol oynayan, bana sorarsanız, Kürt ulusal hareketinin hataları olmuştur.
Söyler misiniz, hendek açılması, yani siper kazılması savunulabildi mi, açıklanabildi mi? Dahası, açık savaş koşulları dışında açıklanabilir veya savunulabilir mi? Özerklik deklarasyonları ne demektir? Yine; savaş ilan edilmediyse, yerel özerklik denen şey tek yanlı ilan edilebilir mi? Diyelim ki oldu, eee özerk olunca ne yapılacak, bilen var mı? Kürt hareketi, AKP’nin düz milliyetçiliği karşısında ideolojik mücadeleyi kaybetti. Veya şöyle diyelim, AKP sadece askeri-polisiye alanda kazanmış değil.
Bu durumun önemli bir nedeni Kürt siyasetinin bölünmesidir. Birkaç ay önce solu, sağı, demokrasiyi, sivil toplumu, patronu, emekçiyi birleştiren ve bir Türkiye partisi haline geldiği defalarca ekranlardan anons edilen HDP’nin bir irade birliğine sahip olduğunu kimse iddia edemiyor. Syriza rüyaları ve koalisyon dedikodularını takip eden daralma, birliğin restore edilme olasılığını da ortadan kaldırdı.
Sonra; HDP’nin seçim platformunda parlayan yıldızı büyük bir çekim gücü oluşturmuşken, AKP’nin acımasızca bastırması sayesinde Kürt siyasetinde yeniden “tek yıldızlı” bir evre açılmıştır.
Günlerdir tefrika edilip haber yapılan İmralı Notları o tek yıldızı aydınlatıyor. Resme inanırsak, Abdullah Öcalan tecride konmuş bir tutsak değil, üs olarak kullandığı malikanesinde çalışmalarını yürüten güçlü bir liderdir. Herkese mesaj yollamakta, görev yazmakta, ABD’nin müzakerelerdeki konumunu bile o tayin etmektedir. Daha önce çok söylediği gibi, AKP’yi kurtaran ve var eden oydu. Yetkililerin tamamına isimleriyle hitap ediyordu… Bu resme denk gelen altyazı “Türkiye’yi ben yönetiyorum” diyor. Perinçek’in altyazı konmasını beklemeden bunu alenen iddia ettiğini biliyoruz. Ben aralarına girip yorum yapmayayım!
Müzakere ve çatışma “sürecin” bütününün ayrılmaz parçalarıdır ve bu sahnede Öcalan’ın yeniden görüneceği gün yaklaşmaktadır. Notlar bir itibar kalkındırma operasyonuna benziyor. Ancak Erdoğan da güçlü muhatap istemiyor. Şimdi kanın duralaması için bu ikili arasındaki rekabetin denge noktasının oluşmasını bekliyoruz, anlaşılan.
Ne kadar bekleriz, bilinmez. Daha doğrusu kim bekler, bizi ilgilendirmez. Şurası kesin ki, biz bekleyemeyiz.
solhaber