Sabahleyin kar içinde bir İstanbul’a uyandım…
Ekmek, gazete almak için çıktım…
Kar ve güneş… Çocukluğumun kimi kış sabahlarındaki gibi…
İnsana şiirler esinletecek türden….
Aklımdan karlı dizeler geçiyor…
Dranas, Cenap Şahabettin, kardeşim Metin Altıok, başka şiirler, şairler, kendiminkiler…
Fakat bir tanesi var ki hepsinin üzerinde yükseliyor…
Karlı bir gecede, kadife bir gökyüzünde, bir yıldız ışıltısıyla…
Ölümsüz, eşsiz bir dil güzelliğiyle…
Türkçenin tadına doyulmaz lezzetiyle…
Tekrarlıyorum durmaksızın…
“İncecikten bir kar yağar…”
“İncecikten…”
Karacaoğlan, diyorum, ey mucize adam, sen bu sözcüğü nereden buldun…
İnce, incecik, incecikten…
Onun yerine, yine içimden, kendim yanıtlıyorum…
Ben bulmadım ki, o zaten var… Bütün diller gibi, hiçbirinden aşağı kalmayan; özlülüğüyle, sadeliğiyle, en az sözcükle en çok şey söyleme yeteneğiyle, Türkçe o, Türkçemiz…
Toroslar’ın, Çukurova’nın, Anadolu’nun büyük ozanının; kimliğime, dokularıma işlemiş şiirinin öteki dizeleri ardı ardına sökün ediyor…
Fakat daha ikinci dizede bir kez daha duraklıyor, üst üste tekrar ediyorum…
“Tozar Elif Elif diye…”
Tozdan, tozumaktan, tozmak…
Halkımızın, köylümüzün, insanımızın yarattığı sayısız anlam yüklü sözcükten, şiir yüklü fiillerden biri daha…
Sığlaşıp sıradanlaşan günlük konuşma dilimizde kullanılmasa da; söz gelimi TV’lerde birinin ağzından kazara çıkması, köylülük, ayıp bile sayılacak olsa da Karacaoğlan’ın şiirinde sonsuzca yaşayacak olan bir dünya güzeli fiil…
Ve dönüş yolunda, defalarca geçiriyorum zihnimden şiirin bütününü…
“Deli gönül Abdal olmuş/Gezer Elif Elif diye…”…
Ve sonra yavru balaban bakışlı, yayla çiçeği kokuşlu Elif’in ak ellerinin kalem tutup Elif Elif diye yazması, gamzesinin şairin sinesine batması, iliklenmiş düğmelerini yine Elif tekrarıyla çözmesi… Eğmelerin, değmelerin, düğmelerin uyakları…
Bütün bunlardaki şiir işçiliği, şiir sanatının binlerce öğesi, Türkçenin anlatım güzellikleri ve olanakları için tonlarca kitap yazılabilir…
***
Yazıya başlarken düşüncem Karacaoğlan şiiri üzerine bunca söz söylemek … Kendiliğinden öyle oldu… Çarşamba günkü Silivri nöbetimizden söz edecektim…Fakat hedeflediğim konudan çok da uzağa düşmüş değilim…
Çünkü ülkemizde bugün hapiste olan sadece gazeteciler, yazarlar, düşünce ve yaratma özgürlüğü değil; Türkçenin, Türkçemizin kendisidir…
Yapılan, yapılmak istenen, halkımızın yarattığı ve yaratacağı değerlerin, yaşama sevincinin; düşünme ve duygu ufkundaki genişlik, zenginlik, çeşitlilik, özgünlük ve özgürlüğün yok edilmesidir…
Karacaoğlan’ın şiirindeki elifin, mahalle mektebi sopasına dönüştürülmesidir…
Buna izin vermeyeceğiz…
Karacaoğlan’ın elifini, incecikten yağan karını; kabalığın, yalanın tipisine, fırtınasına, tehdidine karşı savunacak ve kazanacağız…
Çünkü, Silivri’deki nöbet sırasında içerdeki arkadaşlar için yazdığım iki dizedeki gibi:
“İnsana yaraşan özgürlüktür diyenler bizleriz
Dışarda hapiste olmaktansa içerde özgür olmayı yeğleriz…”