Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

~ 23.05.2025, Murat SEVİNÇ ~

Bir önceki yazı, CHP genel başkanı ve biri cezaevinde iki belediye başkanının PKK’nın fesih metni üzerine yaptığı açıklamalardaki özen, ciddiyet ve sorumluluk duygusu hakkındaydı.

Bir süredir Kürt sorunu gündemde. Yepyeni aşamasıyla. İlk günden itibaren bir şeyler yazmam gerektiğini düşünüyor ve yazmıyorum. Bu cümledeki ‘gereklilik’ sözcüğü, kendi sözüme verdiğim değerden değil. Bir şey oluyorsa ve önemliyse, o şey üzerine kafa yormak, cümle kurmak gerekir. Hepsi bu. Düşünüp de yazmamamın bir nedeni, isteksizlik, hevessizlik. 

İsteksizlik, gönülsüzlük ülke koşullarıyla, yaşananlar ve yaşanma ihtimali olanlarla ilgili. Düşünce-ifade özgürlüğünün büyük ölçüde iktidar çevresine hak görüldüğü bir ortamda, o çevreden olmayanlar neyi, nasıl ele alabilir? Muhalif yurttaşın, ağzından çıkan her sözcüğü kırk süzgeçten geçirmek zorunda hissettiği bir yerde tartışma adını hak eden bir tartışma yapılabilir mi?

Yazıp çizen insanlar, eğer öz saygıları varsa talimatla hareket etmez. Emirle ve çıkar gözeterek kalem oynatanların işi kolay, sus deyince susuyorlar, konuş deyince konuşuyorlar, ‘şöyle konuş’ denildiğinde bunu emir telakki ediyor ve farklı görüş dillendirenleri kolaylıkla hedef haline getirebiliyorlar. Böyle olduğu için de düşüncelerinin bir değeri, değer vereni olmuyor, propaganda makinesinin sıradan bir dişlisi işlevini görüyorlar. Fakat bu süfliliği reddedenlerin işi kolay değil.

Geçenlerde bir akşam, evde Halk TV açıktı. Bu kez iri laflar etmeye çalışan kuru erkek kalabalığı yoktu. Sevdiğim birkaç kişiyi görünce oturup seyrettim. Bir sol parti üyesi arkadaş konuşurken bir yerde ‘militan’ dedi. Malum, parti militanı, bir davanın militanı, bir başka söyleyişle ‘emekçisi’ anlamında. Programı yöneten sunucu hemen internete bakmaya başladı. Bir dakika sonra konuşanın sözünü kesti ve ‘militan’ sözcüğünün sözlüklerdeki anlamlarını açıklamaya başladı, konuşan şaşırdıysa da herkes durumu anladı. Kanalın, sunucunun, konuşanın başına dert açılmasın diye, kullanılan sözcüğün aslında masum bir sözcük olduğunu anlatmaya çalışıyordu…

Sunucuya hak vermemek mümkün mü? Peki, bu denli zavallı hale getirilmiş bir kamusal ortamda insanın düşündüklerini samimiyetle dile getirmesi? Ağızdan çıkan sözle, sosyal medyada başlayan linç ve peşi sıra gözaltı-tutuklama arasında yalnızca birkaç saat geçiyor.

İktidar çevresi, ilk günden itibaren ‘terörsüz Türkiye’ sloganını kullanıyor. Her kesime mensup, düşünsel ve maddi olarak terörden beslenen ahlaksızlar dışında buna kim itiraz eder? Aklı başında ve insan gibi yaşamak isteyip de ‘terörlü Türkiye’ talep eden biri var mıdır, ben hiç tanımadım. Ancak aynı ağızlardan demokrasi, çoğulculuk, özgür tartışma ortamı gibi kavramlar pek işitilmiyor. Ne anlamalıyız bundan? Dünyada, ne terör eylemi yaşayan ne de demokratik sistemle yönetilen ülkeler yok mu?

Okuduğunuz satırlar yazılırken, tanıdığım en zarif ve vatansever insanlardan biri Osman Kavala tam ‘2755’ gündür cezaevindeydi. Yazı yayınlandığında ‘2756’ olacak. AİHM kararı orada nal gibi asılı duruyor.

Malum iddianamelerle yıllardır yatan siyasetçileri tek tek anmalı mı, bilmeyen kaldı mı?

Tutuklu öğrenciler?

Çoğu sudan gerekçelerle sivil ölüme mahkum edilmiş on binlerce KHK’lı?

İktidarın hoşuna gitmeyen bir tweet yazdığı için içeri girenler, soruşturma açılanlar?

Yahu, alanında ciddiye alınan ve İmamoğlu’nun diplomasının iptalinin ‘hukuka uygunluğu’nu savunan makale yazacak bir Allah’ın kulu var mı koca memlekette?

Geçelim diplomayı, ülkenin ciddi hukukçularından kabul edilip de OHAL KHK’larıyla yapılan işleri içtenlikle savunan biri çıktı mı ki!

Bu devir bittikten sonra şimdinin uygulamaları kitaplara nasıl geçecek sanıyorsunuz.

PKK’nın silah bırakmasını küçümsemek mümkün değil. Ülkenin 40 yılı, onca cenaze, acı, kayıplar. Bakın hâlâ her cumartesi İstiklal Caddesi’nde çoluk çocuğunun kemiklerinin nerede olduğunu soruyor insanlar. Sıvasız evlere giden şehit cenazelerinin ailelerinin ne yaşadığını nasıl kavrayabiliriz?

PKK’nın fesih kararı son derece olumlu bir gelişme. Ancak yaşananlara bakıp endişe duyan, olup biteni anlamayan yurttaş kesimlerine ne demeli? Haksız mı millet? 2015’ten sonra düşman ilan edilmiş, üyeleri şeytanlaştırılmış, milletvekilleri hapse atılmış, daha geçen yıl ‘itlafı gereken haşere sürüsü‘ sözleriyle tanımlanmış, hiçbir TV stüdyosuna alınmamış, korkudan telefon numaraları rehberlerden silinmiş insanlar, birkaç ayda bambaşka bir konuma geldi. Yanlış olan bugünkü hal değil, geçmişte yapılan muamele. Siyasetçilerin hızına nasıl yetişebilir sade yurttaş?

Efendim, bir kesim ahalide düşmanca duygular varmış, Allah Allah, neden acaba? Yoksa analarının karnından böyle mi çıktılar? Şu koşullarda, olağanüstü sürati algılamakta zorlanan, PKK’nın fesih metninde Lozan eleştirisini gören ve özenle-bile isteye yaratılan milliyetçi koşulların/atmosferin ürünü yurttaş ne yapsın?

Bu işler, süreçler kolay değil. Kabul. Buna mukabil ‘kolaylaştıracak’ tek şey demokrasi ve hukuk güvencesi. Herkes (bilgilendirilmiş herkes) düşüncesini korku duymadan dile getirebilmeli.

Peki, 2013’teki Gezi eylemlerinden 2025’te iddianame yazılıyorken nasıl olacak bu? Bugün konuşup yazanlar yarın başına ne geleceğinden emin olabilir mi? Şu sıralar, sonrasında patlayan Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları esnasında duyduğumuz cümleleri duymuyor muyuz, neredeyse aynı ifadelerle savunulmuyor mu güncel soruşturmalar? Yönetenler “Allah affetsin” diyerek çıkıyor işin içinden, yazar-çizer, sade yurttaş neye güvenecek? Hukuk devletine. Suya düştü, inek içti, dağa kaçtı…

Kendisini güvencede hissetmeyen muhalif yurttaştaki isteksizliği, heyecansızlığı, endişeyi, korkuyu anlamak mümkün. Çünkü istek duyacak, heyecanlanacak, korkmayacak koşullara sahip değil. Şaşırtıcı bir şey yok.

Bir de ‘özel’ durum… 2016’dan itibaren her türlü hakarete maruz kalan, baskıya uğrayan, fakültedeki oda kapılarına çarpı işareti çizilen, işinden atılan, şarlatanların ifadesiyle ‘sivil ölüm’e mahkum edilen, kimi kendini kaybetmiş meslektaşları tarafından dahi hedef haline getirilen ‘imzacı akademisyenler’, hâlâ o ‘imzayı Kandil’in talimatıyla’ atmadığını yazıyor savunmalarına. Çoğu arkadaşımız görevine iade edilmedi. Neden? Barış talep ettikleri için. Cümlenin devamını küfürsüz yazamayacağım için burada keseyim.

Şekerim, herhalde deniyor ki hafızanızı silin. Gel gör ki hafıza denilen meret öyle kolay silinmiyor ve ayrıca hiç gerekli değil. Muhakeme o hafızanın eseri. Hem sunta değil, insanız biz.

Gücüm ve moralim yettiğince devam edeceğim.

Yazı önerisi:   Tanıl Bora’nın ‘Sırrı’nın Şivesi’ başlıklı güzel yazısı.

Video önerisi: Sevgili Ünsal Ünlü’nün son ‘kitap’ yayını.


https://www.diken.com.tr

Murat SEVİNÇ | Tüm Yazıları
Hits: 5826