ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

~ 12.09.2024, Av. Abdurrahman Bayramoğlu ~

Hepimizin bildiği ünlü şiirin başlangıcı olan bu dize, farklı anlamlarda da olsa yaygın olarak kullanılan bir deyim olmuştur dilimizde. Şairin yüklediği anlam ve yaygın olarak kullanılageldiği haliyle, şiir özetle “Ne yaparsak yapalım bu yurt bizimdir.” der.

Gerçekte öyle midir? Sahip olmanın bir sorumluluğu yok mudur?

Günlerdir Türkiye gündeminde bulunan Narin olayının gerçekleştiği, Diyarbakır Bağlar ilçesi sınırları içinde yer alan Tavşantepe köyü ve orada yaşayan insanlar hakkında yazılıp çizilenleri gördükçe aklıma bu şiir geldi. Ne yazık ki hemen herkes, şairin dediği gibi bakıyor konuya ve özetle; “O köy bizimdir. Dolayısıyla her şeyi söyleme hakkımız vardır.” diyor. Sonra da herkes kendine göre bir yorumla, adeta uysa da uymasa da söylemek istediğini söyleyip duruyor.

Olay son kertede bir cinayet ve belli ki cinayete varan sürecin tam olarak aydınlatılması konusunda resmi düzlemde bazı kuşkular ve açmazlar var. Buraya kadar olayda bir sıra dışılık yok aslında. Ancak nedense bu olay sıra dışı bir ilgi toplamış görünüyor.

Olayı küçümsemiyorum. Hatta bu yaşta bir çocuğu koruyamamış bir toplumun, içinde bulunduğu durumdan sorumlu bir bireyi olmaktan dolayı kendi adıma utanıyorum.   

Ancak bu ülkede benzerlerini yüzlerce kez yaşadığımız ve duyduğumuz halde bu olayın neden bu denli özel bir ilgi toplandığını anlamış değilim. Yüksek olasılıkla arka planda bir çatışma hali var.

Siyasetçiden gazeteciye, hukukçudan kolluk görevlisine hemen herkesin bu olaya odaklanmış olduğunu gördükçe, tepkiler üzerinden konuyu anlamaya çalıştım. Vardığım sonuç; biz ülkemizi bilmiyoruz ve insanımızı tanımıyoruz. Ülkemizi bilenler ve insanımızı tanıyanlar da ya bu düzenin devamından nemalandıkları için ona uygun konuşuyorlar, ya da başına bir iş gelmesinden korktukları için susuyorlar.

***

F. Engels’in 19. Yüzyılın sonlarında yayımlanan, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitabında yer alan; “Tarihin ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın evlilik içindeki gelişmesiyle ortaya çıkar ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla başlar. Evlilik büyük bir tarihsel ilerlemedir. Ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüze kadar olageldiği gibi bazılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının da acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece bir gerileme olduğu çağı açar. Evlilik (aile), uygarlaşmış toplumun hücre biçimidir. O yapı üzerinden, gelişen uzlaşmaz karşıtlık ve çelişkilerin içyüzünü inceleyebiliriz.” şeklindeki tespitiyle, esasen Narin meselesine ışık tutmuş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, topluluk halinde yaşamın ilk çelişkisi kadın erkek arasındadır ve erkeğin kadın üzerindeki baskısı toplumsal yaşamın en belirleyici etkenidir.

Ortaya çıkışıyla tarihsel bir ilerleme olduğu kuşku götürmez olan evlilik (aile), tarihin ilerleyen dönemlerinde bir prototip olarak günümüzdeki devlet yapılanmasının da ana rahmidir aynı zamanda. Her ne kadar gelişmiş batı toplumlarında ortaya çıkan bazı sosyal kurumlar (özellikle kadının çalışma yaşamına katılması) ailenin mutlak gücüne darbe vurmuşsa da, az gelişmiş toplumlarda halen yaşamakta olan feodal yapılar (kast, aşiret, tarikat, cemaat, cem vb.), ailenin karanlık iç dünyasını saklama işlevini yerine getirmektedirler. Bu yapıların en temel karakteristiği “Kol kırılır yen içinde kalır.” ilkesine sadakattir. Bu ilke, aile örneğinden üretilen bu karanlık yapıların yaşamalarını sağlayan en temel ilkedir. (Batıda mafya ailelerindeki adıyla ‘omerta’ yasası…)

***

Narin olayı kriminal bakımdan elbette özenle ele alınmalıdır. Üzerinin örtülmemesi için en üst düzeyde toplumsal duyarlılık elbette esirgenmemelidir.

Ancak;

“Köyde çocuklardan başka herkes suçludur.”

“Köyün nüfusu sayılmalıdır.”

“Hiç mi vicdan sahibi yok koca köyde?”

“Köyde son seçimde oylar …. partisine verilmiştir.” şeklindeki hariçten gazel okumalar, tam da şairin dediği gibi, “Ne yaparsak yapalım o köy bizimdir.” türünden bir laf ebeliğidir. Yaşadığı ülkeyi bilmemektir, insanları tanımamaktır, feodalizmin ve dinin ne olduğundan bihaber olmaktır.

Bu söylemler, aşiret düzeninin egemen olduğu bir köye turistik seyahat yapıp, sümüklü yalınayak çocuk fotoğrafı çekmeyi marifet sananların söylemidir. Böyle bir köyde gecelerin nasıl geçtiğine, kapılar kapandıktan sonra evlerde neler yaşandığına, o uzun gecelerin karanlık köy patikalarında hangi pusuların saklı olduğuna, zamansız öten horoza ne yapıldığına dair bir fikri olmamak demektir.

Benzer olayların yüzlerce, binlerce kez tekrarlanmış olduğu ve daha uzun bir süre tekrarlanacağı gerçeği ne yazık ki ortadadır. Hafızalarımızda taze olanları da var, silinip gidenleri de…

Bu ülkede güpegündüz buharlaşan insanlar, faili meçhul cinayetler olmadı mı, olmuyor mu? Devlet koruması altında çakarlı araçlarla katiller dolaşmıyor mu aramızda?

Aslında her şey gözümüzün önünde oluyor.

O halde, halkın özgür iradesiyle oy kullanıp bilmem hangi partiye oy verdiği varsayılarak, köyün seçim sonuçlarını açıklamak, özel bir amaca hizmet etmiyorsa, en hafif deyimle ahmaklık değil mi? Neden konuşmuyorlar diye köydeki insanları suçlayanlar, konuşanın aynı sonu yaşamasının kaçınılmaz olduğunu ve bu sondan onları koruyacak herhangi bir gücün olmadığını bilmiyorlarsa, hangi bilgiyle düşünce açıklıyorlar?  

Feodalite toprağa dayalı bir yapıdır ve toprak sahibi o toprak üzerindeki her şeyin sahibidir. Onun dini o topraklar üzerinde yaşayanların dini ve onun partisi o topraklarda yaşayanların partisidir. Feodalizmin yasası budur.

İlginçtir ki şimdi bir çocuk cinayeti üzerine yazan, çizen ve söyleyenler, nedense o köye hiç gitmeyenler…

***

Biliyoruz ki bu cinayet hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde aydınlatılamaz.

Olacak olan şudur.

Resmi olarak kamuoyuna söylemek üzere bir yalan kurgulanır ve konu kapanır. Cinayet sanığı olarak bir kurban bulunur ve toplumsal hafızanın unutma süresi doluncaya dek içerde tutulur.

Aksini düşünenlere, bu ülkede yüzyıldır uygulanamayan toprak reformunu, cumhuriyet devrimine meydan okuyan holdingleşmiş tarikatları ve devletin giremediği (veya devletin korumasında olan) özerk kasabaları anımsatmak yeter umarım.

Yetmeyene ‘muhtar amca’ masalları…

Av. Abdurrahman Bayramoğlu | Tüm Yazıları
Hits: 201209