Yeni anayasa meselesi kimin meselesi?

~ 09.09.2024, Av. Selin Nakıpoğlu ~

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2021-2022-2023 adli yıl açılış törenlerinin değişmez cümlesi, 2024 adli yıl açılış töreninde de kürsüdeydi: “Yeni anayasaya sadece kuru bir hukuki belge olarak değil hakları, özgürlükleri, sorumlulukları, bu topraklar üzerindeki ezelî ve ebedî kardeşliklerini temsil eden bir toplum sözleşmesi olarak bakıyoruz. Modern Türkiye'nin ihtiyaçları doğrultusunda çok daha özgür, demokratik ve şeffaf bir anayasa hazırlanacak”

Cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini sadece adli yıl açılış törenlerinde değil, 2011’den beri her seçimde dillendiriyor. “Milletimize vaadimiz olan birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf ekonomi ve birinci sınıf özgürlüklerin tamamlayıcısı birinci sınıf anayasa olacaktır. Bunun için 85 milyonun tamamının sahipleneceği ve benim anayasam diyerek baş tacı edeceği bir metni artık milletin takdirine sunmamız gerekiyor. “diyerek oldukça süslü ve iddialı cümlelere metninde yer veriyor.  Konuşmalarındaki anayasa başlığını da, “yeni anayasa meselesinin” önündeki en büyük engelin diyalog zemininin olmaması ve sağlıklı bir tartışma yürümemesi tespitiyle kapatıyor. Tabii ki bu engel de, AKP ve ortağı hariç, herkes yüzünden!!

AKP’NİN “YENİ ANAYASA MESELESİ”

AKP niye yeni bir anayasa yapmak istiyor? Bu hususta halka gerekçelerini ifade etmek zorunda. Demokratik, özgürlükçü anayasa yapalım gibi içini dolduramayacağı havalı kavramlarla değil! Yönetim biçiminden sosyal yaşama, kusursuz bir devlet ve toplum modelinin çizildiği Thomas More’un Ütopya isimli eserinden esinlenerek kaleme alınmış beyanatlarla da değil! Kolaycılığa kaçmadan hatta halkı kandırmaya yönelik yollara direksiyon kırmadan, hakikati ortaya koyabilecek mi AKP?

Adım adım gidelim. Ne zaman yeni anayasa yapımına gerek duyulur? Eski rejim sona erdiğinde mi?  Yeni bir devletin kurulma aşamasında mı? Egemen değiştiğinde mi? Peki egemen kim? Yoksa artık o egemenin bir “yeni bir anayasa meselesi” mi var?  Öncelikle bu sorulara yanıt verilmesi gerekir. İkinci adım, anayasa metinlerinin hazırlanması için nasıl bir iklim gereklidir? Dünya tarihine baktığımızda; her ne kadar ülkelerde anayasa metinlerinin hazırlanma teknikleri farklı olsa da nihayetinde diyalog zemininin, başlıklara getirilen çözüm önerilerinin titizlikle ele alındığı, makul bir uzlaşma aranmasının elzem olduğunu görürüz. Peki hukuk devletinden fersah fersah uzak olan bir ülke ikliminde anayasa metni hazırlanabilir mi?  Temel sorunlarımızı demokratik bir siyasal atmosferde gündeme getiremediğimiz Türkiye’de toplumsal mutabakat yaratılacak bir ortam hali hazırda var mı? Ya da ufukta var mı? Kaldı ki biz bu filmi daha önce izledik. Sadece AKP döneminde otoriter bir yöntemle 12 kez değiştirilen, 3 kez referanduma götürülen, 134 maddesi değişen anayasa metninin özgürlükçü ve demokratik zeminde ele alınacağına inanmamız için bir gerekçe var mı?

Diğer husus ise, beklenti. Anayasa metinlerinden ne bekliyoruz? Kolaycılığa kaçıp tüm sorunların nedeni olarak anayasayı görme noktasından ilerliyorsak, çıkış noktamız yanlış demektir. Zira anayasa metinleri sırtına pelerini takıp, “Her şeye çare metin benim.” diye ortaya çıkmaz, çıkamaz. Bu beklenti hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırıdır. Anayasalar; yasaların üstünde yer alan ve yasaların zeminlerini oluşturan, temel ilkeleri belirleyen, çerçevelerini çizen metinlerdir. Belirlenen temel ilkelerin uygulanması, toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılması, sahiplenilmesi ve siyasetçilerce nasıl okunduğu ise metnin kendisi kadar hayatîdir. Tam da bu noktada, anayasa metinlerinin siyasetçilerce nasıl okunduğu hususunun üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bilindiği gibi, toplumsal ve siyasal sorunlar regülasyonlarla ile çerçevelenebilir ama yalnızca mevzuat ile çözülemez. Bir de anayasayı “ihlal etmeme meselesi” var. AKP’nin anayasayı ihlal etmediği herhangi bir işi ve işlemi var mı? Hafızamız örneklerle dolu.  Mesela, uzun zamandır ülkemizde anayasa ihlal edilerek hukuka şer’i hükümleri yerleştirmeye, toplumu dini kurallarla yönetmeye çalışan AKP hükûmetince laiklik ilkesi yok sayılmakta. Mayıs 2004’te Anayasanın 10. maddesine ‘Devlet, kadın ve erkek eşitliğini hayata geçirmek için gerekli tedbirleri alır.’ cümlesi girdi. Bu ekleme ile övünen AKP’nin 20 senede toplumsal cinsiyet eşitliğinde, erkek şiddeti rakamlarında ülkeyi getirdiği vaziyet ise ortada. Ne acıdır ki, kadınların istihdamdaki oranından, siyasette temsil açısından eşitlikten uzak durumundan bahsedemiyoruz bile, çünkü hayatta kalmak diye bir başlık var. Her gün, sadece kadın olduğu için öldürülen kadınların yaşadığı ülke Türkiye. Erkek şiddetinin oranı öyle yüksek ki, savaş rakamlarıyla karşı karşıyayız. Anayasa metninin “nasıl okunduğuna” başka bir örnek daha: Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa’ya aykırı olarak vekilliğinin düşürülmesi ve hala cezaevinde tutsak olması. Ve insanların cezaevine girer miyim diye endişeye kapılmadan bir kelam edemediği ülke. Yani hangi öğeleri koyarsanız koyun, sonuçta onları birileri uygulayacak ve yorumlayacak. Ülkede sabahtan akşama kadar temel haklar tartışılırken, hukuku araçsallaştırmanın ve bunu normalleştirmenin yığınla örneğini yaşamaktayken bu iklimde anayasa değişikliğini mi tartışacağız? Kuşku yok ki, baskıyı artırarak muktedir olacağını sanan AKP, anayasaya ideolojisinin rengini verecek yani siyasal İslamcı rengi. Hal böyleyken hangi özgürlükten, hangi demokrasiden bahsedilmesi mümkün?  İçinde bulunduğumuz otokraside, maruz kaldığımız dayatmalarla Rubicon’u geçmemiz olası değildir. Bu koşullarda anayasa değişikliğini konuşmak sadece zaman kaybıdır. Dolayısıyla AKP’nin yeni anayasa meselesi; hukuk güvenliğinden yoksun bir ülkede boğazını sıkan hayat pahalılığından nefes alamayan, barınma ve beslenme sorunu yaşayan halkın değil, olsa olsa Anayasa m. 101’deki “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” maddesi ile derdi olanların meselesidir.

Devam Edecek…


https://www.birgun.net

Av. Selin Nakıpoğlu | Tüm Yazıları
Hits: 91469