Hukuk, Etnik Köken ve Vatandaşlık

~ 03.02.2010, Prof. Dr. Rona AYBAY ~

“Vatandaşlık”, en başta bir hukuk konusudur ve hukukun çeşitli dalları açısından önemlidir. Devletin temel öğelerinden “insan öğesi” (yani ulus) o devletin vatandaşlarından oluşur. Vatandaşlara verilen ad da doğal ve kaçınılmaz olarak devletin adıyla bağlantılı olacaktır.

Kısa bir formül olarak söylemek gerekirse: Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun devletidir; Türk Ulusu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşur.

Vatandaşlık (uyrukluk), belirli bir devletle kişi arasındaki karşılıklı hak, ödev ve yükümlülük ilişkilerini belirleyen hukuksal bağ olarak tanımlanır. Bu tanımlamada, kişinin etnik kökeni ya da kendini hangi etnik kökenden saydığı gibi “öznel” (sübjektif) özellikler değil, hukuksal durum göz önüne alınır. Nitekim, “Uyrukluk Konusunda Avrupa Sözleşmesi”nin “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde , “uyrukluğun” (vatandaşlığın) “kişiyle devlet arasındaki hukuksal bağı ifade ettiği ve kişinin etnik kökenini göstermediği açıkça belirtilmiştir.

Konuyu şu somut durumla açıklayabiliriz: Alman vatandaşlığı kazanmış olan bir Türk, (Türk vatandaşlığıyla ilişkisi kesildi ise) o günden başlayarak, hukuk açısından “Alman”dır. Türk vatandaşlığını kazanan yabancı da Türk vatandaşlığını elde ettiği gün, artık “Türk” olmuştur. Bunun en somut örneği, Türk vatandaşlığı kazandıktan sonra ulusal takımlarımızda yer alıp Türk Bayrağı altında yarışan sporcularımızdır. Bazı yabancı devlet yasalarında, belirli görevlere gelebilmek için, o devlet vatandaşlığını “doğumla” kazanmış olmak koşulu vardır ama Türk hukukunda böyle ayrımlara yer yoktur. Yabancı, Türk vatandaşlığını kazandığı günden başlayarak, doğumla Türk olmuş kişilerle eşit haklara sahip olur. Yargıtay içtihatlarına göre bu yeni vatandaşlarımızın, adlarını Türkçe adlara çevirmeleri de zorunlu tutulamaz.

İlke olarak etkilemez

Belirli bir devletin insan öğesi ile belirli bir insan (gerçek kişi) arasındaki ilişki; siyasal, duygusal ya da ekonomik açılardan çok sıkı veya çok gevşek olabilir. Bu açılardan yapılan değerlendirmeler, o kişiyle söz konusu devlet arasındaki hukuksal bağı, ilke olarak, etkilemez.

Başka devletler açısından değerlendirildiğinde de durum aynıdır: Her devlet, kendi vatandaşı olmayan kişiyi “yabancı” saymak durumundadır. Yeni Türk vatandaşlığı kanununa göre yabancı, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık bağı bulunmayan kişi”dir. Vatandaşlık bağı, bir yanıyla devletin kendi uyrukluğunda bulunan kişilere yükümlülükler koyabilme yetkisini verir; öteki yanıyla da uyruk durumunda bulunan kişiye, kendi devletinden, başka devletlere karşı ileri süremeyeceği bazı istemlerde bulunma olanağı verir. Çağımızda, özellikle insan hakları alanındaki gelişmelerin sonucu olarak, kişinin uyrukluğunda olmadığı devletlere karşı da ileri sürebileceği bazı temel hakların varlığı kabul edilmişse de, her devlet yine de “siyasal” denilen haklar gibi bazı hakları sadece uyruklarına özgüleyebilmekte, yabancılara kapalı tutabilmektedir. İşte, uyrukluk, kişiye kendi ülkesinde yabancılardan esirgenmiş olan hakların kendisine tanınmasını isteme yetkisi verir.

Diplomatik koruma

Öte yandan Kamusal Uluslararası Hukuk, devletin, kendi vatandaşlarına yabancı ülkelerde diplomatik (ya da konsüler) koruma sağlama yetkisini tanır. Devletler Özel Hukuku açısından da “vatandaşlık” (uyrukluk) kavramının büyük önemi vardır. Çünkü, kişinin, hukuksal yetenek, evlenme, boşanma gibi konularla ilgili olarak yabancı devlet ülkesinde karşılaşabileceği sorunlar; çoğu zaman, uyrukluğunda bulunduğu devletin ilgili yasaları uygulanılarak çözüme bağlanır.

Uyrukluğun, kişi ile belirli bir devlet arasındaki “hukuksal bağ” sayılması; kişinin, kültürel, sosyolojik, ekonomik, dini vb. açılardan hangi topluma ait olduğunu veya duygusal olarak kendini hangi devlete daha yakın saydığı gibi olguları dikkate almaz. Bu gibi öğeler, ancak bir kişinin aynı zamanda birden çok devletin uyrukluğunda olduğu “çifte (çok) vatandaşlık” halleri gibi ayrıksı (istisnai) durumlarda hukukça göz önüne alınır. Örneğin, bir kişi aynı anda hem A devletinin, hem de B devletinin uyruğu durumunda ise üçüncü devletler ve uluslararası mahkemeler bu iki uyrukluktan yalnız birini tanımak, ötekini yok saymak yetkisine sahiptir.

Böyle bir durumda; öncelik tanınacak uyrukluğun saptanması için yapılacak değerlendirmede, kişinin ruhsal, toplumsal ve kültürel bağlılıklarını gösteren ilişkiler dikkate alınacaktır. Başka bir deyişle, bireyin çeşitli ilişkileri, çıkarları ve duyguları açısından, uyrukluğuna sahip olduğu devletlerden hangisine daha yakın olduğu saptanacak ve o devlete olan uyrukluğu tanınacaktır. Bu uyrukluğa gerçek (effective) uyrukluk adı verilmektedir.

Türk hukukunda durum

“Vatandaşlık” konusunda uluorta ileri sürülen görüşlerin, yukarıda özet olarak verdiğimiz temel hukuk bilgilerinin ışığında değerlendirilmesi gerekir. Bu bilgiler hiç dikkate alınmadan; konunun sadece duygusal ve demagojik planda irdelenmesi, kafa karıştırıcı olmaktadır. Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir; devletin kurucu insan öğesi ve egemenliğin sahibi de Türk Ulusudur. Bu durumda, vatandaşların “Türk” olarak anılması hukuksal açıdan doğaldır.

Devletin görevi

Anayasaya göre egemenlik “Türk Milleti”nindir (madde 6); “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak” da devletin en başta gelen ödevlerindendir (madde 5). Türk Milleti de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesten oluşur” (madde 66).

Bu konularda, vatandaşlığın hukuksal anlamını dikkate almadan, birtakım etnik ve tarihsel olguları tartışmaya açmak kime ve neye hizmet edecektir? Bu tartışmayı açanlar, acaba şu sorular üzerinde düşünseler daha yararlı olmaz mı?

Güneydoğu bölgesinde öncelikle üzerine gidilmesi gereken konu “etnik kimliğin tanınması” denilen şey mi; yoksa feodal kökenli mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanan ekonomik-sosyal sorunlar mıdır?

Sadaka türü yardımlar

Öte yandan, şu da sorulmalıdır: Ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanması; işsizlik, yoksulluk eğitimsizlik, sağlık hizmetlerinden yoksunluk gibi sorunların çözümü için, terör ortamı ya da oy avcılığı için yapılan “sadaka” türü yardımlar mı uygundur; yoksa Türk halkının büyük çoğunluğunca benimsenip, desteklenecek ciddi kalkınma projeleri mi?

Sorun haline getirilmeye çalışılan “etnik” özellikler; kızların mal gibi görülüp küçücük yaşlarda satılmasına, kan davası, “namus cinayeti” denilen ilkelliklere nasıl çözümler getirecek? Yoksa bu sorunların hiç mi önceliği yok?

Sonuç

“Vatandaşlık”, en başta bir hukuk konusudur ve hukukun çeşitli dalları açısından önemlidir. Devletin temel öğelerinden “insan öğesi” (yani ulus) o devletin vatandaşlarından oluşur. Vatandaşlara verilen ad da doğal ve kaçınılmaz olarak devletin adıyla bağlantılı olacaktır. Kısa bir formül olarak söylemek gerekirse: Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun devletidir; Türk Ulusu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşur. Bu “dışlayıcı” değil, birleştirici ve bütünleştirici vatandaşlık anlayışını yansıtan bir tanımdır; bu anlayışta kişilerin etnik kökenlerinin araştırılmasına yer yoktur; vatandaşlığın adlandırılması sorununu ortaya atanların, bunun, devletin temel yapısıyla ilgili çok önemli bir sorun olduğunu düşünmeleri gerekir.

Prof. Dr. Rona AYBAY (Cumhuriyet 2 Şubat 2010)

Prof. Dr. Rona AYBAY | Tüm Yazıları
Hits: 23086