FÜZE KALKANI VE TÜRKİYE

~ 12.11.2010, Yeni Yaklaşımlar ~

Türkiye hava savunması alanındaki ihtiyaçlarını NATO ve ABD’ye güvenerek yıllardır ötelemiştir. Türkiye için NATO tarafından sağlanacak hava savunma desteği ve işbirliği en kritik konulardan biridir. Çünkü bölgemizde menzilleri Türkiye’yi de kapsayan balistik füzelere sahip ülkeler mevcuttur, ancak Türkiye’nin füze savunma sistemleri yeterli değildir. Halen alçak ve yüksek irtifa hava savunma sistemleri TSK için özel önceliğe sahip projelerdendir. O halde Türkiye neden Füze Kalkanı projesine temkinli ve isteksiz yaklaşıyor?

İran’ın elinde Avrupa’nın derinliklerini veya ABD’yi vuracak füzeler henüz yok, ama İsrail’i vuracak füzeler mevcut. Aynı füzeler artık Edirne’ye kadar bütün Türkiye’yi, Romanya ve Bulgaristan’ı da kapsıyor.

İran, Obama’nın milli güvenlik stratejisinde tehdit olarak algılanmaktadır. Kasım ayındaki Lizbon zirvesinde, İran’dan balistik füze tehdidinin NATO’nun yeni stratejik konseptinde tehdit listesine alınması beklenmektedir. Burada kritik olan, İran’dan kaynaklanan füze tehdidinin strateji belgesinde yer almasıdır. Lizbon zirvesinde belki İran, NATO tarihinde Sovyetlerden sonra ilk kez açıkça NATO Stratejik Konsepti’nde tehdit olarak tanımlanmış olacaktır.

Bu durumda NATO’nun İran’a karşı füze savunma sistemi kurması ve Türkiye’den katkı istemesi de gayet normaldir ve Türkiye’nin buna karşı söyleyecek tek sözü olabilir; Stratejik konseptten İran isminin çıkarılması ve NATO’ya karşı “İran” ismi telaffuz edilmeden Balistik Füze Tehdidinin yer alması.

NATO’nun yeni stratejisinde kendisine yönelik en yüksek olasılıklı tehdit olarak gördüğü İran’dan füze tehdidi; “Article-V” Kolektif Savunma kapsamındadır. Bu durumda sistemlerin Türkiye’de konuşlandırılması doğaldır, savunulabilir ve NATO üyesi olarak Türkiye için de bu bir yükümlülük olarak da görülebilir.

Atılan balistik füze daha “boost phase” yani yükselme safhasındayken 3-5 dakika içinde tespit edilip vurulması, sistemin etkinliği bakımından hayati önemdedir. Bu olanağı sadece NATO ülkesi olarak Türkiye sağlayacağından,  hem NATO hem de ABD’nin radar ve füze savunma sistemlerini Türkiye’de konuşlandırmak için ısrar etmeleri doğaldır ve beklenmelidir.

Ancak, ABD yetkililerine göre Türkiye’de sadece radar sistemleri konuşlanacaktır. Eğer Türkiye’de “Füze Kalkanı” sadece radar sistemlerini kapsıyor ve silah sistemlerini içermiyorsa; İsrail’in korunması öne çıkar. Çünkü silah sistemi Türkiye’de olmayacaksa, savunma füzelerini nereden ateşleyeceksiniz? Demek ki, Türkiye’deki radar sistemlerinden erken ihbar ve ikaz gelecek, füzeler ise; ya bölgedeki ABD gemilerinden ya da İsrail’den ateşlenecektir.

Aslında sadece radar sistemlerinin Türkiye’de konuşlanması, İran ile ilişkilerin bozulmaması bakımından tercih sebebi olabilir. Çünkü İran NATO’nun Türkiye’de konuşlu radar sistemleri nedeni ile Türkiye’yi suçlayamaz, suçlasa da siyasi olarak İran ikna edilebilir. Ancak Türkiye için en büyük sorun, olası İran-İsrail çatışmada ortaya çıkabilir. ABD, NATO’nun “Article-V” kararı olmasa da füze kalkanını, ulusal güvenliğinin bir parçası olarak gördüğü İsrail için kullanmak isteyecektir. ABD’nin ulusal güvenlik ihtiyaçlarını NATO için göz ardı etmesi söz konu olamaz. Bu durumda ABD’nin İsrail’i desteklediği bir İran-İsrail çatışmasında Türkiye’nin ABD ile birlikte İran’a karşı “Savaşan Taraf” durumuna düşmemesi mümkün müdür?

Diğer taraftan su üstü platformlarının Akdeniz ve Baltık Denizi’nde konuşlandırılmasından da vazgeçildi ise; sistemin bir parçası olan balistik füze önleme yeteneğine sahip Amerikan Savaş Gemilerinin deniz harekât alanı için Karadeniz’den başka bir seçenek kalmamaktadır.

Ancak Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin bu denizde bulundurabilecekleri savaş gemilerinin miktarını ve bulunma süresini kısıtlamaktadır. Bu durumun, Türkiye’yi Füzeni Kalkanı nedeniyle ABD ile birlikte İran’a karşı “Savaşan Taraf” durumuna ne derecede sokacağının ötesinde, Türkiye’nin deniz egemenlik haklarının kullanılmasında müttefikleri ve Rusya arasında bırakacağı da yadsınamaz.

Sonuç olarak; Türkiye bir bedel ödemek ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu bedel; “Hamas ve Hizbullah”ın hamiliğine soyunmanın, “one minute” ve “Anadolu kartalı” ile ” nükleer takasta pişmiş aşa su katmanın” bedeli gibi görünmektedir.

Hayır derse, Batı’ya karşı “Şer Üçgeni” içinde algılanmaya kadar gidebilecek bir sürecin başlangıcı olabilir. Bu gelişmeler sadece dış politikada değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batıya yönelik aydınlık yüzünde de ağır sonuçlara gebedir ve bu risk göz ardı edilmektedir.

Ali Er

Emekli Tuğgeneral.

Hits: 23750