'Yüz yıl sonra bir büyük hesaplaşmanın öngünündeyiz. Devrimi burjuvaziden özgürleştirmenin mümkün olduğu bir andayız. Bırakın çürük tahtalar çöksün, son çıkışı kaçırmayın.'
Polemik çok ilerletici bir yazı türüdür. O denli yararlıdır ki, kırıcı olmasına takılmamak gerekir. Kimi dillerde kırıcılık sınır tanımaz, bizde hakaret ayıplanır; kültür farkı deniyor… Polemik doğası gereği, Yalçın Hoca’nın Lenin’den siyasal jargonumuza kazandırdığı tabirle “çubuk büker”; yeter ki omurga kırılıp parça parça elinizde kalmasın. Özetle ileri teori, ideolojik açılım, siyasal atılım dingin sularda beslenmez. Fırtınalarda büyürler. İleri olanın doğum sancısı agresiftir.
Bizim Gelenek, dergimizi diyorum, hele ilk yıllarında çok polemikçiydi. Troçkistlerle polemikten Sovyet mirasına özürcü, statükocu olmayan devrimci bir bakış açısı elde ettik. Demokratik devrimci, aşamacı tezlerle girilen polemik ortaya gelişkin bir sosyalist devrim teorisi çıkarttı. Bazen, saygıyı hak eden kimi troçkistlere veya demokrat kişilere karşı fazla ağır konuşmuş olabiliriz. Ama tarih terbiye sınırlarına takılmayacak, ülkemizde komünist hareketin yeniden inşasında Gelenek’in yerine bakacaktır.
Kötü polemik de vardır. Kırıcılık dozuna, hakaret içerip içermediğine fazla takılmayın; önemli olan tartışmanın ilerleyip ilerlemediğidir. İçeriğin boşluğunu örtmek için laf ebeliğinin peşine düşmek kötü polemiğin ayrım çizgisidir. Tartışmaya girilen tarafın adıyla, soyadıyla bile oynanır, hiç dert değil, yeter ki tartışma ilerlesin.
Ebru Günay’ın geçen hafta buradaki köşeye cevap yetiştirdiği yazısı tipik bir kötü polemikti. Tabii ki polemik çoğu zaman eşitsiz taraflar arasında yapılır. Ama bir taraf köhnemişse, ayaklarını bastığı tahtalar çoktan çürümüşse diğer taraf da şike yapıyor denemez. Eşit değiliz, ama eşitsizliği istismar edip okurun zamanını almayayım. Bunun için, Günay’ın boş sözlerini kendi haline bırakıp işin özüne geleceğim.
Çünkü çürüyen zemin çöküyor; ve belki 2023 kimi Cumhuriyet inkârcıları için bir son çıkış bile olabilir…
2022 itibariyle Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlığı veya beğenmezliği çürüktür. Biraz kafayı çalıştıran liberaller bu duruma çoktan aydılar. Kemalizmin bir dönem öne çıkan liberal eleştirisinin ömrü, dinci gericiliğin liberal sevdalısına hoyratça ihanet ettiği süreçte tamamlanmıştı. Hatta AKP, kapısını Ebru Günay’ın ifadesiyle “yanlamalara” açmakta tereddüt göstermedi. Şeriatçılığın liberalizmle süslendiği çağda “ulusalcılar”, eski Türkiye artığı, ulus-devletçi, arkaik, hepitopu bir “parantez” sayılıp yakın tarihimizden 1908’le, 1923’le birlikte ihraç edilmişlerdi. Son birkaç yılda milli çıkar adına ve mavi vatan sloganlarıyla İHA ve TOGG alkışlama ayinlerine katılabildiler. Ara sıra tokatlanıp ayar verilmelerini Günay kolayca anlayacaktır; buna müzakere-mücadele diyalektiği denebilir!
Özetle AKP’nin 2015’e kadarki hayatı liberal-şeriatçı yakınlığına dayanan bir kemalizm tasfiyesidir. O sıralar geniş halk kitlelerinin kafası karışmakla kalmamış, solda Cumhuriyet düşmanlığı sömürü karşıtlığının önüne geçebilmiştir. Vesayete son vermek gibi uyduruk iddialara özelleştirmeciliğin, emperyalizm seviciliğinin eşlik etmesi bir arıza değil, eşyanın doğası gereğiydi. Bize de kamuculuk diye, yurtseverlik diye, sınıf kavramı diye polemik yapmak düştü. Yükselen yıldızlar liberal bahçeleri aydınlatıyor diye vazgeçecek değildik ya!
Net olalım, bu dönem bitti. Bu dönem bitince ortaya çıkan boşluğu ne milliyetçilerin AKP’ye meyletmesi doldurabilir, ne de yüz yıl önceye nostalji. Türkiye’de dikta heveslisi bir “tek adam”, kazara saray kurmuş değil. Bizim sevmediğimiz ifadeyle Saray rejimi denen şey, demokratik AB’nin, uygarlık taşıyıcısı ABD’nin, modern burjuvazinin üstyapısıdır. Kim kime yanlanırsa yanlansın AKP bir daha aklanamayacak. Emperyalist-kapitalist çemberin içinde kaldıkça Cumhuriyet restore edilemeyecek. Zaten tarihimizde de Kurtuluş ve Cumhuriyet, yeni bir sömürü düzeni kurma hevesinin değil devrimci bir altüst oluşun ürünleri olmuştu. Sömürücüler Kurtuluşu ve Cumhuriyeti, ilerlemenin nimetlerinin asıl sahibi olan emekçileri de katıp tasfiye etmeye uğraştılar. Bu emekçiler arasında Suphi ve yoldaşları da vardı, ağalarına meclis sırası ikram edilen yoksul Kürt köylüleri de…
21. yüzyıl başına musallat olan Cumhuriyet düşmanlığı işte o tasfiye programının hayata geçirilişidir. Liberalizm, solu bu rezalete ortak etmeye çalıştı. Liberaller bunu bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler diye beceremezdi. Çok söyledik, liberalizm saf haliyle sakildir. Kendini özgürlük ve hatta mücadele ambalajına sokmadıkça bir hiçtir. Hatırlayın, Ufuk Uras’ın Meclise kazdığı tünel, dönemin HDP öncülü partinin grup salonuna çıkmıştı. Erdoğan’la el sıkışacaksanız bir “barış süreci” kahramanı olmanız gerekiyordu!
Ama ne denirse densin akan sular durmuyor. “Özgürlük Ortadoğu’da ABD hegemonyasının yayılmasıyla mı sağlanacak” sorusundan kimse kaçamıyor. “12 Eylülle şeriatçılar hesaplaşabilir mi” sorusu akla gelmeden olmuyor. TC halklar hapishanesiydi, ama Osmanlı hoşgörü ve demokrasi ortamıydı dendiğinde kimse Marksistleri susturamıyor. Kemalizmi onca tartıştıktan sonra Kürtler imtiyazsız sınıfsız bir toplum muydu diye sormadan edilemiyor…
Tasfiyeciliğin karanlığı, liberalizmin ahmaklığı yaşandı ve bitti. Artık AKP’nin Cumhuriyeti tasfiyesine demokrasi adına koltuk çıkanlar, 2015 öncesi yutturdukları tezlerle iki adım bile atamazlar. HDP sözcülerinin bu gerçeğin farkında olmadıkları anlaşılmaktadır. Türkiye’nin modernleşme sürecinin devrimci karakter kazandığı 1908-1923 dönemine lanet okuyup Kürtçenin Osmanlı medreselerinde ne kadar da özgür olduğunu anlatma evresi kapanmıştır. Türkiye toplumu, ilerici kamuoyu, halk bunları dinlemez… Son polemiğin özü budur.
Bizim çağrımız, geçmişteki en büyük ileri atılıma geri dönülmesi değildir. Biz her dilden ve kültürden emekçilerin kardeşçe kol kola girip, sömürücülerin karşısına dikilmeleriyle yeni bir Türkiye’nin, sosyalizmin kazanılabileceğine inanıyoruz. Özgürlüğün eşitlik toprağında yeşermesinden başka bir güzel gelecek tanımıyoruz. Geçmiş devrimlere sahip çıkıyoruz ki, daha iyisine ulaşabilelim.
Burjuva devrimlerinin tam da adında ifade edilen sınıf karakteri nedeniyle karşıdevrimlere yataklık ettiğini söylediğimiz ise doğrudur. Anlaması zor mudur, kolay mıdır, orasını bilmem. Ama biz Komünist Manifesto’dan beri burjuva devriminin ikircikli, tereddütlü halini aşmanın, sınıfsız topluma ulaşmanın hayalini kuruyor, yolunu arıyoruz. Burjuva devrimi ileri adımdır ve sahip çıkarız. İsterseniz iyice kolay anlaşılsın diye şöyle diyeyim. Burjuva devrimi tamlamasını bölmek, devrimi burjuvaziden kurtarmak, istiyoruz.
Peki neredeyiz? Yüz yıl sonra bir büyük hesaplaşmanın öngünündeyiz. Devrimi burjuvaziden özgürleştirmenin mümkün olduğu bir andayız. Bırakın çürük tahtalar çöksün, son çıkışı kaçırmayın.