100. YILA 1 KALA DEMOKRASİDE NEREDEYİZ?

~ 28.10.2022, Av. İ. Güneş GÜRSELER ~

Cumhuriyetimizin 99 uncu yılında iktidarda olanlar dışında genel kabul göreceği gibi ülkemizde erkler ayrımı fiilen işlevsizdir. “Yasama” ve “yargı” fiilen “Yürütme”nin hâkimiyetindedir. Bu durum demokrasimizin hangi düzeyde olduğunun en açık kanıtıdır.

Ne oldu da yaklaşık 100 yılda demokrasimizin eksiklerini gideremedik?

Buna benim yanıtım: “Devrim” tamamlanamadı ya da “karşı devrim” başarılı oldu.

Ne demek istiyorum:

Türkiye Cumhuriyeti “Devrim Cumhuriyeti”dir.

Cumhuriyetin bütün kazanımları; Anadolu halklarından bir ulus yaratılması, çağdaşlaşma, laik hukuk, laik eğitim, kadın hakları, alfabe değişimi, başlatılan sanayileşme ve ulusal ekonomi hep Atatürk Devrimi’nin eseridir.


Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk’ün önderliğinde TEOKRATİK DEVLET’den LAİK ve DEMOKRATİK CUMHURİYET’e geçiş süreci devrimle başlatılmıştır.

Atatürk’ün gösterdiği “Çağdaş Uygarlık Seviyesinin Üstüne Çıkma” hedefi LAİK  ve DEMOKRATİK CUMHURİYETİ içermektedir.

“Laiklik” ilkesinin toplumsal yaşama yansıyan en önemli etkilerinden ikisi de  “kadınların toplum içindeki yeri ve etkinliği” ile “egemenliğin kaynağı” dır.

Devrim’in teokratik devletten laik ve demokratik devlete geçiş hedefi anında karşı devrimini de bulmuştur. Cumhuriyetin ilanı ile başlayan karşı devrim kıpırdanmaları, Atatürk’ün ölümünden ve özelikle 1950 den sonra güçlenip gelişmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin “Yeşil Kuşak” politikasında özel bir yer verdiği Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulü ile “ileri karakol” görevini üstlenmesi, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere toplumu devrimcilikten uzaklaştırmış ve 12 Eylül 1980 ile de karşı devrim zirveden önceki son düzlüğe ulaşmış,Türkiye Cumhuriyeti’nin “DEMOKRATİK CUMHURİYET” aşamasına geçmesine izin verilmemiş,  adım adım devrimin özündeki laik ve demokratik cumhuriyet anlayışı aşındırılmıştır. Bugün gelinen nokta ne gerçek anlamda laik ve ne de gerçek anlamda demokratik olmayan bir cumhuriyettir.

Atatürk’ün çok partili, parlamenter sistemi hedeflediğinin en açık kanıtı bugünkü TBMM binasıdır. 11 Ocak 1937'de çıkardığı bir yasayla proje yarışması açmış, şartnameye çift meclisli parlamento binasının tasarımını şart koymuştur.

Senato ve Millet Meclisi salonları olan Clemens Holzmeister'in projesinin uygulanmasına karar verilmiştir. Ne yazık ki 26 Ekim 1939'da yapılan binanın temel atma törenini görememiştir.

Neden gerçek laikliği ve gerçek demokrasiyi hedefleyenler başarılı olamadı?

Olamadı, çünkü:

1- İşleyen, gerçek, eksiksiz demokrasi kentli toplumlarda olur.

Kentli toplum” olabilmek yani “kentlileşmek” için önce “kent” olması gerekir.

Cumhuriyetin ilk onbeş yılında uygulanan kentleşme politikası terk edilmiştir. Atatürk’ün 15 yıllık iktidarında 25 farklı ilde toplam 46 fabrika açılmıştır. Amaç, sanayi kuruluşlarını, sanayileşmeyi Anadolu’ya yaymak ve onları merkez yaparak kentleri oluşturmak. Köyde yaşayıp tarımla uğraşanları işçi ve de kentli yapmak, iç göçe engel olmaktır.
1950 den sonra sanayinin yerleşiminin bu şekilde planlaması anlayışı terkedilmiş ve başta İstanbul ve çevresinde olmak üzere batıda sanayi yerleşimi başıboş hale gelmiştir. Bu anlayış sanayi bölgelerine işgücü göçünü başlatmış, kentler yerine büyük köyler oluşmuştur. Göç edenler kent kültürü almak yerine kendi köy kültürlerini getirmişler, herkes kendi kurtarılmış bölgesini oluşturup bunun duvarları içinde yaşar olmuştur.

Bu “kentleşme” ve de “kentlileşme” değildir.

Çağdaş tanımında “kentli” bir toplum değiliz.

Demokrasimizi güdük bırakan temel nedenlerden bir budur.

2- İkinci nedenimiz de bir ölçüde kentlileşememiş olmamızın da sonucu olarak gerçek “işçi” ve “burjuva” sınıflarını oluşturamayışımızdır.

Köylülükten kurtulamamış, sendikalı olma sınıfsal bilincini alamamış dağınık işçiler ile ve de burjuvanın kültürünü değil de parasal güç gösterisini öne çıkarmış rantiyelerle demokrasinin geliştirilmesi mümkün değildir ve de zaten olmamıştır.

LAİK VE DEMOKRATİK CUMHURİYET karşıtlığı da bu temel eksikliklerden yararlanarak gelişmeleri engellemiştir.

Yaklaşık 100 yıldır bu zor mücadelenin içindeyiz.

Yazımı Bernard Lewis’in “Demokrasi’nin Türkiye Serüveni” isimli kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum:

“Köklü otoriter geleneklere sahip bir bölgede, din ve ahlakın haklardan çok ödevlerle ilgili olduğu, meşru otoriteye itaatin siyasi bir gereklilik kadar dinsel bir yükümlülük, itaatsizliğin de bir suç olduğu kadar bir günah olarak görüldüğü bir siyasi kültürde, özgür kurumları oluşturmak ve sürdürmek kolay değildir.”

 

Av. İ. Güneş GÜRSELER | Tüm Yazıları
Hits: 7169