 
                            Yargıtay, babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" dava açılan binlerce kadının özel hayatını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile savundu.
ANKARA - Yargıtay 15. Ceza Dairesi, daha önce babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" hapis cezası verilen kadınların cezasını bozmuş ve "kişilerin birlikte yaşamaya özgür iradeleri ile karar verebileceklerine" vurgu yapmıştı. Dairenin bu kararı üzerine yerel mahkemeler artık dolandırıcılıktan dava açılan kadınlar hakkında beraat kararı veriyor. Ancak Sosyal Güvenlik Kurumu, kadınlar hakkındaki beraat kararlarını temyiz etmeye devam ediyor.
BU KEZ BERAAT ÇIKTI
Düzce'de vefat eden babasından yetim aylığı almak için eşinden muvazaalı  boşanan ve aynı evde yaşadıkları tespit edilen çift hakkında  dolandırıcılık suçundan dava açıldı. Çiftin, hileli boşanarak, aynı evde  yaşamaya devam ettikleri, Sosyal Güvenlik Kurumundan maaş aldıkları ve  haksız menfaat sağladıkları iddia edildi.
Dairenin daha önce verdiği kararlar nedeniyle Düzce Ağır Ceza Mahkemesi,  sanıkların beraatına karar verdi. Bu kararın SGK tarafından temyiz  edilmesi üzerine Yargıtay 15. Ceza Dairesi geçen hafta bir karar daha  verdi.
DOLANDIRICILIK DEĞİL
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için, failin bir kimseyi  kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, yarar  sağlaması gerektiği belirtilen kararda, hilenin nitelikli bir yalan  olduğu vurgulandı. Fail tarafından yapılan hileli davranışın belli  oranda ağır, yoğun ve ustaca, sergileniş açısından mağdurun inceleme  olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olması  gerektiğine işaret edilen kararda, "Kullanılan hileli davranışlarla  mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan  mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.  Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak  değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan  ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya  değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır" ifadesi  kullanıldı.
Türk Ceza Kanununda,                  kamu                kurum ve kuruluşlarını zarara uğratacak şekilde  dolandırıcılık suçunun işlenmesinin, nitelikli hal kabul edildiği  hatırlatılan kararda, bu nitelikli halin oluşması için eylemin kamu  kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi  gerektiği kaydedildi.
Zarar vermenin, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı  almak ya da bir borcu geri ödememek şeklinde olaleceği belirtilen  kararda, "Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel  kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu  değilse bu suç oluşmayacaktır. Dolandırıcılık suçunun kamu yararına  çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir"  değerlendirmesinde bulunuldu.
ULUSLARARASI SÖZLEŞME VURGUSU
Milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğuna ve Anayasanın 90.  maddesine göre de milletlerarası anlaşmaların kanunlardan üstün  tutulacağına işaret edilen kararda, buna göre, iç hukukta doğrudan  hukuksal sonuçlar yaratan uluslararası sözleşmelerin, yasalar üstü  konumda oldukları ve iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı  bağladığı vurgulandı. İç hukukun parçası AİHS'in, insan haklarının  korunması ve haklara yönelik ihlallerinin engellenmesini amaçladığı  belirtilen kararda, "İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın  maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın  doğuştan var olan hak ve özgürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini  yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o  kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar" ifadesine yer  verildi.
AİHS'in 1. maddesine göre, sözleşmeye taraf devletin, hangi yolla olursa  olsun sözleşmede öngörülen haklara riayet yükümlülüğü bulunduğu, 2.  maddesine göre her ferdin yaşama hakkının kanunun himayesi altında  olduğu hatırlatılan kararda, AİHS'in 3. maddesinde, hiç kimsenin  aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamayacağının, 8. maddesinde  ise herkesin özel ve                  aile                yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun öngörüldüğü ifade edildi.
Sözleşmenin, özel ve aile yaşamına, haksız ve keyfi müdahalelere karşı  bireyi koruduğu vurgusu yapılan kararda, şu tesptilere yer verildi:
"Özel yaşam, bireyin içinde kişiliğini oluşturabileceği ve  geliştirebileceği bir alanın garanti edilmesidir. Geniş manada  tanımlanan aile, anne-baba ister meşru isterse gayrı meşru olsun  bunların çocukları ile olan ilişkilerini içermektedir. Aile yaşamına  saygı hakkı, anne-baba arasındaki ilişki sona ermiş artık birlikte  yaşamıyor veya boşanmış olsalar bile çocukla eşler arasında birlikte  yaşama ve kişisel ilişki kurma hakkını da içermektedir.
AİHM'in pek çok kararında tanımladığı gibi bir davranış eğer kişilerde  aşağılık duygusu yaratıyorsa ve onları küçük düşürecek veya alçaltacak  nitelikte ise aşağılayıcı muameledir. Bu muamelenin kamuya açık olarak  yapılması onun aşağılayıcı nitelikte olup olmamasında rol oynamakla  beraber kişinin kendi gözünde küçük düşmesi yeterli sayılmaktadır."
HUKUKİ İHTİLAF
Kararda, davaya konu olayda, sanığın resmi nikahlı evliyken vefat  eden babasından yetim maaşını alabilmek için muvazaalı olarak kocasından  boşandığı ancak aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, SGK'dan  maaş almak suretiyle haksız menfaat temin ederek kamu kurumunu  dolandırdıklarının iddia edildiği kaydedildi.
Hukuken geçerli bir mahkeme kararıyla boşandıktan sonra, eşlerin bir  arada yaşamasını engelleyen, birlikte yaşamanın suç olduğuna dair kanuni  bir düzenleme bulunmadığı ifade edilen kararda, bu durum karşısında,  eşlerin bir arada yaşamasının, boşanmanın maaş almak amacıyla  yapıldığının ve hileli davranışın kanıtı olamayacağı vurgulandı.
Kararda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ilgili maddesinde, bu  durumu tespit edilenlerin gelir ve aylığının kesileceği ve ödenmiş  tutarların geri alınacağının öngörüldüğü, bu konuda cezai düzenlemenin  bulunmadığı kaydedildi.
Sanıkların eyleminin hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu gözetilerek,  dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığına yönelik yerel  mahkeme kararında, Anayasa, AİHS ve kanuni düzenlemeler dikkate  alındığında bir isabetsizlik görülmediği bildirildi. (aa)