“Savunma sanatı” anlayışı içinde icra edilmesi gereken avukatlık mesleği ve avukatlar Ülkemizde oldukça sık saldırıya uğruyor. Bu saldırılar karşısında birliğimiz, barolarımız ve hepimiz tepkilerimizi ortaya koyuyoruz. Tepkilerimizin hedefi de genellikle yetkililer, kolluk kuvvetleri ve yargı erki oluyor. Sorunun güvenlik boyutu nedeniyle tepkilerin bu makamlara yönetilmesi bir ölçüde yerinde. Ancak saldırıları gerçekleştirenlerin kimler olduğu değerlendirildiğinde sadece bu makamlar aracılığı ile çözümün sağlanabileceğini ummak yanıltıcıdır.
Önce, avukatlara saldıranların kimler olduğu sorusunu yanıtlamamız gerekiyor.
Genel sekreterlik dönemimde başlattığım çalışma sürdürülmediği için elimizde sayısal veriler yok. Ancak biliyoruz ki saldıranlar arasında avukatla herhangi bir hukuki ilişkisi olmayanlar yani mesleki bir husumetle davranmayanlar az sayıda. Avukata saldıranlar genelde ya kendi müvekkili ya yürüttüğü hukuki sürecin karşı tarafı ya da bunların yakınları oluyor.
Avukatın takibini vekil olarak yüklendiği hukuki süreçte üç muhatabı vardır; yargı organı (kamu organları), müvekkili ve karşı taraf. İşte “savunma sanatı” bu üç muhatapla ilişkileri sorunsuz, etkin, güvenilir ve saygın yürütebilmede ortaya çıkmaktadır. Avukat öncelikle bu muhataplarına güven vermek, onların önünde saygınlık kazanmak zorundadır.
Ne yapılır da bu muhatapların husumeti kazanılır?
Müvekkili ile vekaletini alarak zaten güven üzerine başlayan ilişkisini avukat, daha da sağlam ve saygın şekilde geliştirip uzun yıllar sürdürebilmelidir. Kişisel hırs ve yanlışlarla bu ilişki sorunlu hale getirilmemelidir.
Avukat karşı tarafla muhataplığını da aynı yaklaşımla, saygınlığını ve güvenilirliğini koruyup arttıracak şekilde yürütmelidir.
Biz ne müvekkilimizin kendisiyiz ne de karşı tarafın kanlı bıçaklı düşmanıyız. Müvekkilimizle özdeşleşemeyiz, karşı tarafla da kişisel bir husumet içinde olamayız. Nasıl ki vekalet ilişkimizi uzun yıllar sürdürebilmek bizim tavrımıza bağlı ise, karşı tarafta yaratacağımız güven ve saygınlık onunla zaman içinde vekillik ilişkisine girmemizi bile sağlayabilir.
Ancak ne yazık ki tüm kurumların çöktüğü ve yozlaştığı bir ortamda mesleğimizin gidişatını ülkenin gidişatından farklı kılmak imkansız. Ortalama kültür düzeyimizin gerilediği, yaşanan ekonomik sıkıntıların hepimizi ruhsal bunalıma soktuğu ortamdan bizlerin ve muhataplarımızın etkilenmemesi düşünülemez.
İşte bu ortamda, kimsenin bize yardım etmeye gönüllü olmadığını, kendimizi ve mesleğimizi korumada yalnız olduğumuzu düşünerek, zırhımız olan cüppemizin de dürüstlüğün, güvenilirliğin ve saygınlığın simgesi olduğunu unutmadan davranmamız gerekir. Anlaşılıyor ki mesleğimizin niceliksel ve niteliksel bozulmasını seyretmekle yetinmeye devam edeceğiz, bari hiç olmazsa meslek içi eğitimlerimizde güven ve saygınlık da işlensin.