Cemaatleri anlama kılavuzu

~ 28.03.2011, Alper BİRDAL ~

Wikileaks belgelerinin şaibeleri ve üstlendiği işlev konusunda daha önce bu sitede çok sayıda değerlendirme yapıldı. Özet olarak bu belgelerin büyük komploları ifşa ettiği görüntüsü veren “çok gizli” yazışmalarının, esasen, kendisinin koca bir komplo malzemesi olduğunu söyledik. Türkiye’yle ilgili belgeleri yayımlamak üzere Taraf’ın seçilmiş olması bu saptamanın haklılığını bir kez daha teyid etmiş oldu yalnızca.

Ama “işlev” hasıl oluyor. Geçen haftanın öne çıkan gündemlerinden birinden, Hillary Clinton’un Türkiye İslamcılığı hakkındaki sorularıyla ilgli belgeden ve bu sorular üzerinden Ruşen Çakır’ın Vatan gazetesinde başlattığı yazı dizisinden söz ediyorum. Yazı dizisinden ziyade, 3 bölümde “cemaatleri anlama kılavuzu” diye de nitelendirebiliriz. Burada “anlama” fiili daha ziyade kabullenme, meşrulaştırma, yani “anlayış göstermeyi” ifade ediyor.

Yazı dizisini okumamış olanlar için aydınlatıcı olacak bazı alıntılar yapmamın hoş görülmesini umarak, Çakır’ın neden bir “Cemaatleri anlama kılavuzu” yazdığını düşündüğümü bundan sonra açıklamama müsaade edin.
“Siyaset, sanıldığının aksine İslami cemaatlerin en tali uğraşlarından biridir. Buna karşılık ekonomik, toplumsal ve kültürel yönleri çok kuvvetlidir. Bugün bir cemaati öne çıkaran asıl faaliyetlerin eğitim, medya, sağlık gibi hizmet sektörlerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Yine cemaatlerin büyük kısmı, sanılanın aksine herhangi bir siyasi partiye angaje olmayı tercih etmez, mümkün olduğunca çok siyasi partiyle iyi ilişki içinde olmaya özen gösterirler.”

“Bir cemaat üyesinin, hayattaki bütün tercihlerini cemaate ve onun liderine (tarikatsa şeyhine) göre yapması diye bir şey söz konusu değildir. Birey cemaat önde gelenlerine danışır, kimi zaman cemaat önde gelenleri üyelere bazı telkinlerde bulunur ama kişi kararını kendisi verir. Özellikle seçim dönemlerinde, her cemaat üyesinin, liderinin işaret ettiği parti veya adaya oy vereceğini sanmak Türkiye’de İslami cemaat realitesini anlamamak anlamına gelir.”

Dizinin Kürtler ve İslamcılık üzerine bir başka yazısından bir cümle ise şu: “Başta bazı tarikatlar olmak üzere ülke çapında yaygın İslami cemaatlerin büyük bölümü farklı etnik kökenden insanların birarada bulunduğu yapılardır ve bu yönleriyle iç barışa katkı sunarlar.”

Uzatmayayım; “İslamcı hareketler uzmanı” Çakır, Bayan Clinton’un sorularından vazife çıkartarak, tahminen okur profili iktidar partisi çizgisine çok yakın olmayan bir gazetede Türkiye İslamcılığının “resmini çiziyor”. Söz konusu gazetenin okurları Çakır’ın kılavuzuna itibar edecek olursa, ulaşacağı resim aşağı yukarı şudur:

Bir: Cemaatler ve tarikatlar öyle sanıldığı gibi siyasi örgütlenmeler değildir, daha ziyade sosyal ve iktisadi faaliyetlerle haşır neşirdirler; devletin bıraktığı sosyal politika boşluklarını doldururlar..

İki: Cemaatler ve tarikatlar kitlesel örgütlerdir ve üyelerinin siyasi davranışları üzerinde önemli bir belirleyicilikleri yoktur.

Üç: Cemaatler ve tarikatlar yaydıkları dinsel ideolojiyle farklı etnik kökenlerden insanların bir arada yaşamasına katkıda bulunurlar.

Dört: Türkiye İslamcılığının uluslararası İslamcı hareketlerle ilişkisi zayıftır; Türkiye’de dindarlık ve İslamcılık kendine özgüdür.

Bayan Clinton’un sorgusundan hareketle Çakır’ın çıkarttığı kılavuzun ana hatları bu şekilde çizilebilir. Bu kılavuzun, her ikisinin de etrafı bir “gizem” halesiyle çevrelenmiş, iki kaynağından söz edilebilir: Cemaat/tarikat örgütlenmeleri ve ne idüğü belirsiz Wikileaks belgeleri…

Oysa bu iki kaynağın da ne olduğu, nasıl bir misyon üstlendikleri ve ne işe yaradıkları gayet açıktır. Ancak alenen ortada, göz önünde olanı görmek yerine böyle bir “gizem” yaratmanın, hem tuhaf bir merak ve kuşku uyandırarak söz konusu kaynaklara ilgiyi canlı tutmak hem de sözde “uzman” görüşüne toplumu tabi kılarak onu “kılavuz” arayışına sokmak gibi bir gücü bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle bu çerçeve “kanaat yapıcıların” devreye girmesine olanak sağlamaktadır.

Peki, apaçık olan, gözle görünenler neler?

En güncel örneklerden hareket ederek şu soruları sorabiliriz. Daha basılmamış kitabı yasaklamaya kalkan bir örgütlenmenin politik bir angajmanla hareket etmediğini söyleyebilir miyiz? Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin alan açtığı İslamcı örgütlerle emperyalizm arasındaki bağlantı noktasında Türkiye İslamcılığının doğrudan bir rol üstlendiğini düşünmek abartı mıdır? Cemaat ve tarikatların “sosyal ağları”nın düpedüz politik bir bağlantı olduğu, AKP’nin sadaka kültürünü beslediği ve ondan beslendiği gizli saklı bir durum mudur? Kuzey Irak’ta neredeyse “devlet yapıcı” bir rol üstlenen, okullar, üniversiteler kuran dinci örgütlenmelerin bu faaliyetlerinin aynı örgütlenmelerin Türkiye’deki Kürtler üzerinde nüfuzunu artırmaya yönelik arayışına tekabül ettiği ortadayken, cemaatlerin bir arada yaşamaya katkıda bulunduğu nasıl iddia edilebilir? Ortadoğu’da adım adım yeni “ılımlı İslamcı” rejimlere hazırlık yapılırken, bu modelin en gelişkin ve aktif örneği olan Türkiye İslamcılığının kendine özgü oldupu nasıl öne sürülebilir?

Bu sorulara sarih yanıtlar verebilen herkes, Ruşen Çakır’ın Wikileaks sorgusu üzerinden çıkarttığı kılavuzu ciddiye alanların yolunun nereye çıkacağını kavrayacaktır.

Bu kılavuzun hedef kitlesinin ne cemaat ve tarikat mensupları ne de AKP seçmeni olmadığı kesin. Hedef kitle onun dışında kalanların “cemaatleri ve tarikatları anlamak” kodu altında, onları meşru görmeye başlamasıdır. Hem de “uzman” görüşünün kılavuzluğunda…

(SolHaber 28.03.2011)

Alper BİRDAL | Tüm Yazıları
Hits: 30148