Kaddafi İktidarını Koruyabilecek mi?

~ 27.02.2011, Dr. Ceren GÜRSELER ~

Tunus’ta ve sırasıyla Mısır’daki protesto gösterileri sonunda iki ülkenin liderlerinin yönetimi bırakması Libya’da da aynı sahnenin yaşanıp yaşanmayacağı sorularını akla getirmiştir. Coğrafi olarak Tunus ve Mısır’ın arasında bulunan Libya, İtalya’dan bağımsızlığını kazandığı 1951 yılından itibaren zaman zaman iki ülke ile ilişkilerini geliştirmeye hatta birleşmeye çalışmıştır. Bir başka deyişle birbirine yakın bu üç ülkede benzer gelişmelerin yaşanması muhtemeldi. Ve beklenen olmuş, Libya’da halk Kaddafi’nin 42 yıllık yönetimine karşı ayaklanmıştır.  22 Şubat’ta Kaddafi’nin yaptığı sert açıklama ile ülkede protestoların iç savaşa dönüşme tehlikesi belirmiştir. Neredeyse 1969 Devrimi’nden beri uluslararası toplumdan dışlanan fakat son 5-10 yılda dış ilişkilerini normalleştirmede başarılı olan Libya yönetimi, yüzlerce belki de binlerce kişinin hayatını kaybettiği son olayların ardından tekrar en başa dönebilir.

Libya’da Ne oldu?

Başkent Trablus’ta ve ülkenin bir diğer büyük şehri olan Bingazi’de halkın belli bir kısmı ayaklanmış ve aralarında parlamentonun da bulunduğu çeşitli binaları ateşe vermiştir. İddialara göre ayaklanmacılar ülkenin doğusunu ele geçirmişlerdir. Tunus ve Mısır “öncüllerinde” olduğu üzere çeşitli reformların yapılması, anayasanın değiştirilmesi, seçimlerin düzenlenmesi ve Kaddafi’nin yönetimi bırakmasını talep etmektedirler. Askerlerin, Kaddafi’nin özel Afrikalı silahlı birliklerinin ve polisin göstericilerin üzerine ateş açtığı, Kaddafi’nin savaş uçaklarıyla göstericileri “bombalama” emri verdiği iddia edilmektedir.

Yönetimin olaylara ilişkin açıklamaları Kaddafi ve küçük oğlu Seyfülislam’dan gelmiştir. 16 Şubat 2011 Çarşamba günü başlayan gösterilere Muammer Kaddafi’nin ilk tepkisi nispeten yumuşak olmuştur. Kaddafi sokağa çıkıp hâlâ desteğe ve yetkiye sahip olduğunu göstermiştir. Gösterilerin devam etmesi ve şiddet olaylarının başlaması üzerine Kaddafi’nin küçük oğlu Seyfülislam çeşitli açıklamalarda bulunarak süreci değerlendirmiştir. Konuşmasında hem gözdağı vermiş hem de uzlaşmanın altını çizmiştir. Çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısının abartıldığını savunurken ordunun fazla saldırgan davrandığını, yanlış tutumda bulunduğunu kabul etmiştir. Ayrıca gösterilerin devam etmesi durumunda şiddet dalgasının artarak “ortalığın kan gölüne” dönebileceğini iddia etmiştir. Rejim yanlıları ve protestocular arasındaki çatışmanın bölünmeye, dini “emirliklerin” doğmasına neden olabileceğini öne sürmüştür. Bunun yanında muhalif kesimle görüşmelere başlanarak yeni anayasa üzerinde çalışılabileceğini ve reformların yapılabileceğini kaydetmiştir. Ordunun güvenliğin sağlanmasında ülkenin normale dönmesinde başat role sahip olacağını söylemiştir.

Fakat Seyfülislam’ın gösterilere son verin çağrısının dikkate alınmaması ve Bingazi’nin yanı sıra Trablus’un da isyancıların eline geçtiği iddiaları üzerine Muammer Kaddafi açıklamada bulunmuştur. Sert ifadeler kullanan Kaddafi, Venezuela’ya kaçtığı iddialarını yalanlamış; ülkesinde kalarak şehit olacağını söylemiştir. Konuşmasında en fazla öne çıkan nokta protestocuların idamla cezalandırılması olmuştur. Kendi destekçilerini sokağa çıkmaya çağıran Kaddafi, “suçluların, vatana ihanet edenlerin” infaz edileceğini bildirmiştir.

Bu açıklamalar olayların devam etmesinin önüne geçememiştir. Kaddafi bu arada yönetimde yalnızlaşmaya başlamıştır. Adalet bakanından sonra içişleri bakanı da Kaddafi’nin yönetimini tanımadığını belirtmiştir. Libya’nın Endonezya, Polonya, Bangladeş büyükelçileri de protestoculara karşı gösterilen sert tepki yüzünden görevlerinden istifa ettiklerini açıklamışlardır. Libya’nın Arap Ligi Daimî temsilcisi de görevini bırakmıştır. Arap Ligi ise, Libya’nın üyeliğini askıya aldığını açıklamıştır.

Libya’da Yaşananlar Nasıl Yorumlanabilir?

Artık Libya’nın ister Kaddafili ister Kaddafi’siz, ciddi bir değişim yaşayacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Kaddafi’nin yönetimden ayrılması durumunda yerine kimin geçeceği konusunda kesin bir yorum yapılamamaktadır. Oğlu Seyfülislam’ın yönetime geçme ihtimali düşük olarak değerlendirilebilir. Fakat başta ordu olmak üzere ülkenin önemli kurumlarından ve aşiretlerinden destek alabilirse Seyfülislam, reform ve değişim ihtiyacının altını çizerek en azından geçici yönetimde kendine yer bulabilir. Geçtiğimiz kısa dönemde demokratikleşme yönünde adım atılmaya başlanmış; fakat devamı gelmemiştir. Bu açılım sürecinin liderliğini ise Kaddafi yerine oğlu Seyfülislam’ın üstleneceği iddia edilmiştir. 2000’li yılların ortalarından itibaren Seyfülislam demokratikleşme, reformlar, özgür medya, bağımsız yargı, ülkenin yabancı yatırıma açılması ve yeni anayasanın hazırlanması gibi hedeflerini belirterek liderlik yatırımları yapmıştır. Sivil toplum ve demokratikleşme üzerine doktorasını İngiltere’nin ünlü ve başarılı üniversitelerinden London School of Economics’ten alan Seyfülislam, Lockerbie zanlısı Abdelbaset Ali el-Megrahi’nin salıverilmesinde ve El-Kaide ile bağlarını koparan Libya İslami Savaş Örgütü’nün kimi üyelerinin affedilmesine yönelik süreçte önemli roller oynamıştır.

Bir seçenek de, Mısır’da görüldüğü üzere ordunun vekâleten yönetimi alması olabilir. Muhalif kesimlerin yönetime dâhil edilmesi durumunda en başta İslami hareketin ve önemli aşiretlerin önde gelen isimlerinin uzlaşma ve ortak fikre sahip olunması için görüşmelere dâhil edileceği düşünülmektedir. Eylül 1969 Darbesi’ni gerçekleştirenler de ABD başta olmak üzere uluslararası kamuoyu tarafından bilinmiyordu. Kaddafi’nin sivrilmesi iki haftayı bulmuş ve bir süre sonra kendi “sistemi” doğrultusunda adımlar atmıştır. Bir başka deyişle devrimi yapanların içinden çıkan “yeni devrimciler” yönetimi ele almıştır.

Kaddafi’nin devrilmesi durumunda ülkenin bölünebileceği iddiaları da gündeme gelebilir. Zaten Seyfülislam da “emirlikler kurulabilir” diyerek ülke bölünebileceğini ifade etmiştir. Zira Libya’da aşiret bilinci milli bilincin çok daha üzerindedir. Bu yüzden aşiretin yanında dini değerlere ve söyleme başvurmak meşrulaştırma araçlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Ülkenin önemli aşiretlerinden gelen Kral İdris, aslında bir bakıma yine meşruluğunu dine dayandırmıştı. Ayrıca İtalya’dan bağımsızlığını kazanan Libya Birleşik Krallığı birbiriyle rekabet eden bölgelerin birleşmesiyle oluşmuştu. Federatif sistem altında bölgelerin de hükümeti bulunuyordu. Fakat bu düzen 1963’de sona ermişti.

Kaddafi kontrolü yeniden sağlamak için pekala şiddete veya diğer araçlara başvurabilir. Ancak bu şekilde başarıya ulaşması düşük bir ihtimaldir. Son gelişmeler, Kaddafi’nin zor kullanması halinde yeniden büyük uluslararası izolasyonlara maruz kalabileceğini işaret etmektedir. Kaddafi, dış baskılarla daha önce de mücadele etmiş bir liderdir. Uluslararası teröre destek verdiği ve kitle imha silahlarını üretmeye çalıştığı gerekçesiyle 1992-99 döneminde Libya’ya uluslararası yaptırımlar uygulanmıştı. 1998 başında Libya tarafından verilen rakamlara göre yaptırımların ekonomiye zararı 24 milyar dolardı. Nisan 1992 ve Nisan 1997 yılları arasında Libya’nın ekonomisi yılda yüzde 0,8 büyüme gösterirken kişi başına gayri safi yurt içi hâsıla 7.311 dolardan 5.896 dolara düşmüştü.[1] Şimdilik gelen en sert dış tepki Arap Ligi’nin Libya’nın üyeliğini askıya almasıdır. Fakat bu Kaddafi için fazla bir anlam etmeyecektir. Çünkü Kaddafi uzun zamandır Arap dünyasıyla olan ilişkilerini ikinci plana almıştır. Zaman zaman Arap Ligi toplantılarını boykot etmiş hatta sert cümleler kullanarak boş bir örgüt olduğunu ifade etmiştir. Filistin ve Irak sorunlarında Libya zaten Arap dünyasından farklı yaklaşımlara sahiptir. Böylelikle Muammer Kaddafi, en azından söylem bazında izlediği Arap birliği amacını 1990’ların sonunda bırakmıştır. Kaddafi, sıklıkla ortak Arap siyasetinin var olmadığını ve Arap Ligi’nin de yararsız olduğunu kaydetmiştir. Pan-Arabizmi efsane olarak nitelendirirken Mısır ile iyi komşuluk ilişkilerini, işbirliğini hatta birleşme hedefini canlı tutmuştur.

Zaten Kaddafi konuşmasında düşmanın emperyalizm olduğunu ifade etmiştir. Ulusal öğelerin altını çizerek ve tarihi göndermelerde bulunarak emperyalizme karşı savaştığını, isyancıların yabancı güçlerin etkisinde olduğunu iddia etmiştir. Kaddafi’nin ulusa seslenmek için seçtiği mekan da konuşmanın içeriğine uygundur. Konuşmasını, ABD’nin 1986 yılında gerçekleştiği El Dorado Operasyonu neticesinde saldırdığı Bab al-Azizia’da yapmıştır. Böylece tıpkı Amerikan saldırısından sonra olduğu gibi son şiddet olaylarından sonra da ayakta kalmaya devam edeceğini vurgulamaya çalışmıştır.

Kaddafi’yi iktidara taşıyan yapıyı anlamak son olayların kavranmasını kolaylaştırabilir. Hatırlanacak olursa, Kaddafi’nin de aralarında olduğu bir grup subay 1 Eylül 1969 darbe yaparken, bu darbenin ardında hem iç hem de dış politikadan duyulan hoşnutsuzluklar bulunuyordu. Örneğin; yolsuzluk ve petrolün dağıtılmasındaki adaletsizlik önemli sorunlardı. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Arap ülkelerinin yenilmesiyle Kral İdris’in ABD’yle kurduğu yakınlık rahatsızlıkları artırmıştı. Ayrıca ülkede bulunan İngiliz ve Amerikan üsleri de tepki çekmeye devam ediyordu. Devrimden sonra ise Kaddafi 1973’ten başlayarak radikal adımlar atarak destekçilerini kendinden uzaklaştırmaya başlamıştır. Hükümetten kimi yetkililer, orta sınıf ve elit kesimden bazı kimseleri gözden çıkarmıştır. Kaddafi diğer taraftan da ülkeden kaçıp diğer ülkelere yerleşen muhaliflerin önde gelen isimlerini suikastlarla ortadan kaldırmaya ya da sindirmeye çalışmıştır.

Sonuç

Kaddafi’yi başa getiren 1969 darbesinin temel gerekçeleri ülkedeki yolsuzluğu, yoksulluğu, kayırmacılığı ve yönetimin “Batı yandaşlığı”nı ortadan kaldırmaktı. Şimdi ise gerek Libya’daki gerekse yabancı ülkelerdeki muhalefet gösterilerinde Birleşik Libya Krallığı’nın bayrağının kullanıldığı, Kaddafi rejiminin yıkılarak yerine Krallığın gelmesini isteyenlerin boy gösterdiği görülebilmektedir. Bu da muhalefetin şimdilik Kaddafi öncesi döneme dönüş konusundaki fikir birliğine ve dini ya da aşiret temelli bir yeni yönetim yapısına karşı olunduğuna işaret ediyor olabilir.

“Domino etkisi”nin çevre ülkeleri Libya örneğindeki kadar şiddetli olmasa bile etkilemeye devam edeceği düşünülmektedir. Bu ülkelerden biri de Sudan’dır. Sudan lideri Ömer El-Beşir, bir dahaki dönemde devlet başkanlığı için aday olmayacağını açıklamıştır. Böylelikle başkent Hartum’daki muhalif gösteriler karşısında önleyici bir adım atmıştır. Cezayir’de ise 1992’den bu yana uygulanan olağanüstü halin kalkması kararı alınmıştır ve Fas’ta da Kral VI. Muhammed reformların devam edeceğini açıklayarak, en azından protestoların şiddet olaylarına dönüşmemesine çalışmıştır.


[1]

Dirk Vandewalle,

A History of Modern Libya,

(Cambridge University Press, Cambridge, 2006), s. 156

Dr. Ceren GÜRSELER | Tüm Yazıları
Hits: 24831