İCAT ÇIKARMA!

~ 29.03.2024, Av. Vedat Ahsen Coşar ~

Müşterilere sorsaydım, ‘Daha hızlı bir at’ derlerdi!” Henry FORD

Yakıt motorları üzerinde çalışan, bu çalışmalarını 1896 yılında ‘Quadricycle’ isimli araç ile sürdüren Henry Ford, 1908 yılında Ford marka arabaların T Modelini üreterek piyasaya sürmüştür. Yani icat çıkarmıştır. Ve bunu müşterilerine sormadan yapmıştır.

Hepimizin çok iyi bildiği üzere, Türkçe’mizde ‘buluş belgesi/ihtira beratı’ anlamına gelen ‘patent’; mucitlere, yani buluş yapanlara verilen ve onlara buldukları, icat ettikleri şey üzerinde ticari kullanım hakkı sağlayan, diğer bir deyişle imtiyaz tanıyan devletçe onaylı resmi belgeye verilen isimdir.

Uygulanmasına ilk kez 15. Yüzyılda İtalya’da başlanılan patent, daha sonra dünyanın ilk yazılı anayasası olan 1787 tarihli Amerikan Anayasası’nın ‘to promote the progress of science and useful arts, by securing for limited time to authors and inventors the exclusive right to their respective writings and discoveries/yazarların ve mucitlerin eserleri ve buluşları üzerindeki özgün haklarını belirli süreyle korumak suretiyle bilimi ve faydalı eserleri geliştirmek’ şeklindeki birinci maddesinin, sekizinci fıkrasının, sekizinci bendine gelip yerleşmek suretiyle hukukun koruması altına girmiştir. Ulusal düzeydeki bu hukuki koruma, uluslararası sözleşmelerin imzalanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte uluslararası alana taşınmıştır.

Patent Haklarının Korunması Hakkında 551 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de yer alan ‘tekniğin bilinen durumunu aşan ve sanayiye uygulanabilen buluşlar yenidir ve bu buluşlar patent verilerek korunur’’ ifadesinden hareketle demek gerekir ki; eski dilde ‘icat’, yeni dilde ‘buluş’ dediğimiz şey, olmayan bir şeyi var etmek, var olan bir şeyin yerine daha yeni, daha işe yarar, daha kullanışlı, daha işlevsel olan bir başka şeyi koymaktır. Buna ‘yenilik’ diyorlar.

İster düşünce üretimi, isterse mal ya da hizmet üretimi alanında olsun ‘yenilik’ eski olanı, kurulu olanı yıkmak, alışılmış olanı, bilineni terk etmek ve yerine başka bir şey koymaktır. Bu tanımından bağımsız olarak demek gerekir ki, yıkmak, geleneksel bir fiildir ve hemen hepimizin yaptığı bir şeydir. Ama her yıkmak yenilik değildir. Yenilikten, yeni olandan söz edebilmek için yıktığınızın yerine daha yararlı, daha işlevsel bir şeyi koymanız, ikame etmeniz gerekir. Onun için Avusturya asıllı Amerikalı iktisatçı Joseph Schumpeter yeniliği ‘yaratıcı yıkıcılık’ olarak tanımlar.

 

Gelişmek, değişmek isteyen insanlar ve toplumlar yeniliklere açık olmak zorundadırlar. Ne var ki, eskinin özlendiği, arandığı, geri getirilmeye çalışıldığı toplumlarda bu pek kolay olmuyor. Hele hele ‘icat çıkarma’ ya da ‘eski köye yeni adet getirme’ atasözlerinin egemen olduğu bizim gibi arkaik ve askeri özellikleri olan toplumlarda, ne yazık ki icat da olmuyor, mucit de çıkmıyor.

Nitekim Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün (WIPO), 2023 yılı istatistiklerine göre: Çin 69.610 başvuruyla 2023 yılında en fazla patent yapan ülkedir. Bunu 55.678 başvuruyla ABD izlemektedir. Türkiye’nin aynı yılda yaptığı başvuru sayısı ise 1921’dir.

Oysa bugün bunları yapan ülkelerin ataları, bir zamanlar icatlara ve mucitlere neler yapmamışlardı ki!

The Economist’in 01 Ocak 2000-31 Aralık 1999 sayısında ‘The Road to Riches/Zenginliğe Giden Yol’ isimli yazıda yer verilen bilgilere göre, oralarda yapılanların kısa bir dökümü şöyledir: Floransa 1299’da bankerlerin Arapça sayıları kullanmalarını yasaklamış, 1397’de Köln Kenti Yönetimi, kentlerdeki terzilere makine kullanmamayı emretmiş, Danzig Kent Konseyi 1579’da şerit dokuma tezgahının icadından sonra bunu icat edenin boğulması talimatı vermiştir.

Onlar, nereden, nerelerden nereye ve nerelere gelmişler! Ve biz nerelerdeyiz?

Altı yüz yıllık bir dünya imparatorluğunun varisi olan, geride bıraktığımız yüzyıla Cumhuriyet ve Cumhuriyetin umut veren aydınlık devrimleriyle giren Türkiye, ne oldu da çağdaş uygarlığın bu kadar gerisinde kaldı?

Bilge Çetin Altan söylüyor nedenini: ‘aydınlanma sürecini yaşamamış, yaşasa da tam olarak sindirememiş, içselleştirmemiş toplumların en belirgin özelliği tek düzeliliktir. Öyle olduğu için bu gibi toplumlarda hafızlık, yaratıcılıktan önce gelir.’ Sokratik bir eğitimden geçmedikleri, bilimsel ve felsefi bir merak ve sağlıklı bir kuşku geliştiremedikleri için bu gibi toplumların insanları sloganlarla düşünür, hamaset ile beslenir, ezberlerle konuşur. Ne soru sormasını ne de analiz yapmasını bilir. Öyle olduğu için de toplumun dinamikleri, özü yaratıcılık olan icat yapmaya da mucit çıkarmaya da izin vermez. Öyle olunca da ‘Pozitif hedeflerin ve değerlerin yaratılamadığı bu gibi toplumlar sadece tabu üretirler. Bu gibi toplumlarda bireylerin özgürlükleri, mutlulukları kimi zaman ıskalanır, kimi zaman da kitlelerin koşullanmış öfkelerine kurban edilir. Böylesi toplumlarda farklı düşünmek, yeni değerleri, yeni görüşleri savunmak ya ayıplanır ya da yasaklanır. Dünyalı olmak yargılanır.

Bu gibi toplumlarda ne yeteri kadar mal ne yeteri kadar hizmet ve ne de yeteri kadar fikir üretilir. Mal ve hizmet üretimindeki yetersizlik, topluma enflasyon, fikir üretimindeki düşüklük ve düzeysizlik ise, entelektüel fukaralık olarak geri döner. Mallarda, hizmetlerde ve fikirlerde rekabet olmadığı için, bunların pek çoğunda kalite de yoktur.

Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi!

İyi sanatçılar kopyalar, büyük sanatçılar çalar’ diyor Picasso.  Bundan esinlenen APPLE’ın kurucusu Steve Jobs ‘Biz de parlak fikirleri çalmaktan utanmadık hiç’ diyor. Türkiye olarak biz utandık da mı parlak fikirleri çalmadık, yoksa Çin’i, Japonya’sı, Güney Kore’si, Singapur’u parlak fikirleri çalarken biz onu da mı beceremedik? Sanırım beceremedik. Bırakın çalmayı taklit dahi edemedik. Laf ürettik sadece. Slogan ürettik. Tabu ürettik. Birbirimiz yedik. Yemeye de devam ediyoruz. Jobs Mayer bir zamanlar hit olan ‘Gravity/Yer Çekimi’ isimli o güzel şarkısında ‘Yer çekimi aleyhime işliyor/Ve yer çekimi beni aşağı çekmek istiyor’ der. Yer çekimine ihtiyaç kalmadan, biz birbirimizi aşağı çektik. Çekmeye de devam ediyoruz.

Shakespeare’in ‘Beşinci Henry’ isimli eseri ‘Ah ateşten yapılmış bir ilham perisi yükselse/ Mucitliğin en aydınlık göğüne’ dileğiyle başlar. Adına ‘mucit’ denilen, ateşten giydikleri ilham perileriyle gökleri aydınlatan bu insanlar kimlerdir ve neyin nesidirler? Delidir bunların çoğu. Çılgındır, uyumsuzdur, asidir. Bu çılgınlardan, bu asilerden, bu delilerden biri olan APPLE’ın kurucusu Steve Jobs ‘Delilerin şerefine’ diye başlar konuşmasına ve deliliğe övgüsünü şu sözlerle ifade eder: ‘Uyumsuzlar, asiler, sorun çıkaranlar, kare deliklerdeki yuvarlak çivileri, dünyayı farklı görenler, kurallardan hoşlanmazlar. Ve onlar statükoya saygı duymazlar. Onlardan alıntı yapabilirsiniz, onlara katılmayabilirsiniz, onları yüceltebilir ya da kötüleyebilirsiniz. Ama onlara yapamayacağınız tek şey onları göz ardı etmektir. Çünkü onlar bir şeyleri değiştirirler. İnsan ırkının ilerlemesini sağlarlar. Kimileri onları deli olarak görse de biz onları dahi olarak görürüz. Çünkü dünyayı değiştirebileceklerini düşünecek kadar çılgın olan insanlar, bunu yapan insanlardır.

Steve Jobs konuşmasına devam eder, bu bağlamda biyografisini yazan Walter Isaacson’a şunları söyler: “(…) Sürekli yenilikçi olmaya çalışmak gerekiyor… Sürekli evrilmek, ilerlemek gerekiyor. Ben de bunu yapmaya çalıştım hep, ilerlemeyi sürdürmeye çalıştım. Yoksa Bob Dylan’ın dediği gibi, doğmakla meşgul değilsen ölmekle meşgulsündür. Peki beni motive eden neydi? Bence yaratıcı insanların çoğu, bizden önceki insanların çalışmalarından faydalanabildikleri için onlara minnettar olduklarını ifade etmek isterler. Ben kullandığım dili ya da matematiği icat etmedim. Tükettiğim besinlerin çok azını üretiyorum, giysilerimin hiçbirini ben dikmiyorum. Yaptığım her şey türümüzün diğer üyelerinin yaptıklarına ve üzerinde durduğumuz omuzlara bağlı. Ve çoğumuz türümüze bir şeyler sunarak karşılık vermek ve akıntıya bir şeyler katmak istiyoruz. Mesele bildiğimiz yolla yeni bir şeyler ifade etmeye çalışmak – çünkü biz Boby Dylan şarkıları besteleyemeyiz, Tom Stoppard piyesleri yazamayız. Sahip olduğumuz yetenekleri derin duygularımızı ifade etmekte, bizden önce insanlığa katkıda bulunmuş kişilere minnettarlığımızı göstermekte ve akıntıya bir şeyler katmakta kullanmak isteriz. Beni motive eden işte buydu.

Amerikalı fütürist/gelecek bilimci Alvin Toffler’de, benzer bir şey söyler ve şöyle der: ‘Yirmi birinci yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler olmayacak, dün öğrendiklerini, ezberlediklerini unutup yeni şeyleri öğrenmeyenler olacak.

Mucitleri motive eden, onları insanlığa hizmet etmeye sevk eden ‘akıntıya bir şeyler katmak’ ve ‘daha önce öğrendiklerini, ezberlediklerini unutup yeni şeyler öğrenmek’ arzusudur elbette. Ama bilgi olmadan akıntıya bir şey veya bir şeyler katmak ve yeni şeyler öğrenmek mümkün değildir. Zira teknolojiyi teşvik eden de, yöneten de bilgidir, bilimsel bilgidir. Bir kere var oldu mu, bir daha yok olmayan, hiç bitmeyen, aksine daha da artan, kümülatif/birikimsel olan ve günümüzde bir sermaye aracı haline gelen bilgidir. Matematiğin ve mekaniğin işbirliğiyle, yani bilgilerin bir araya gelmesiyle birlikte anlamanın, kavramanın ve uygulamanın birleşmesidir. Büyük buluşları yaratan da, Aydınlanmayı ve Sanayi Devrimini getiren de bu birleşmedir.

https://ahsencosar.wordpress.com/

Av. Vedat Ahsen Coşar | Tüm Yazıları
Hits: 146688