"Erzincan'da kirli ilişkiler kapatılmıştır"

~ 19.04.2010, Yeni Yaklaşımlar ~

İsmailağa ve Fethullah Gülen cemaatleri ile ilgili soruşturma yürütürken hakkında soruşturma açılarak tutuklanan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in avukatı ve eski İstanbul Barosu Başkanı Avukat Turgut Kazan ile dava sürecini, İlhan Cihaner’in tutuklanmasının ardındaki gerçekleri, son dönemde gizli tanık gibi uygulamalarla yargılamaların bir baskı aracına dönüştürülmesini, Ergenekon davasındaki hukuksuzlukları ve yargıda son dönemde ortaya çıkan “bizden olan ve olmayan savcı ve hakimler” söylemini konuştuk.

Röportaj: Neslişah Başaran

Geçtiğimiz günlerde Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in yargılandığı davanın ilk duruşması yapıldı. İlhan Cihaner’in avukatı olarak dava sürecini değerlendirebilir misiniz?
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen duruşma ilk duruşmaydı. Ama ana dava o değil. Yani kamuoyuna yansıyan ve tutuklamaya temel oluşturan dava değil. O davanın duruşması 4 Mayıs’ta Erzurum’da yapılacak. Bu, görevi kötüye kullanmakla ilgili bir dava, ama aslında ikisinde de benzer suçlamalar var, aynı işler suç sayılıyor. Aynı eylemler suç sayıldığı için, iki davanın yüksek görevli mahkemede birleştirilmesi gerekir, biz bu nedenle dosyanın incelenmesini ve birleştirme kararı verilmesini istedik. Mahkeme bunun değerlendirilmesi için dosyanın istenmesine karar verdi. 4 Mayıs’ta ise asıl kamuoyunun tutuklamaya yol açan dava olarak bildiği dava görülecek.

İkinci dava Ergenekonla bağlantılandırılıyor değil mi?
İkinci davanın adı o zaten: Ergenekon terör örgütü üyesi olmak.

Peki bu Silivri’deki dava ile neden birleşmiyor?
Bildiğiniz gibi dosya savcılık aşamasında Erzurum’dan İstanbul’a gönderildi. İstanbul Savcılığı “iddia edilen suçun işlendiği öne sürülen yer Erzincan, Erzurum’a bağlıdır, suç yeri bakımından bizim yetki alanımıza girmez” diye geri gönderdi. Yani bir yasadışı örgüt suçlaması varsa, zaten bütün Türkiye’deki eylemlerin İstanbul ya da Ankara’da yargılanması gerekmez. Suç yeri neresiyse orada yargılanır. Mesela PKK davaları var, Erzurum’da da var, Diyarbakır’da da var, İstanbul’da da var, Ankara’da da var, suç yeri neresiyse orada yargılanır. O nedenle İstanbul’da birleşmeli diye bir şey şart da değildir, doğru da değildir.

Ancak bildiğim kadarıyla Ergenekon davasının başka bir ilde görüldüğü başka bir örnek yok. Daha önce tutuklamalar hep İstanbul’a gönderiliyordu.
Çünkü nedense bu soruşturmada her şeyi bir kazana ya da bir yere toplama merakı var. Aslında yanlış. Yanlış olduğu gibi adaletin tecellisine de aykırı. Sonuçta bir koca kazana her şeyi atmış olacaksınız ve o durumda sözünü ettiğiniz dava bin yıl sürer. İnsanların adil yargılanma hakları gasp edilmiş olur. Ben Ergenekon davasını çok iyi bilmiyorum, gazete haberlerinden izliyorum ama kaç sene oldu, hiç ilerlemiyor. Hala sorgu aşamasında herhalde.

Cihaner’in kafasının kırılmak istendiğini gördüm
Ergenekon davasında davaya bakan avukatların da tutuklandığını gördük. Bir korku süreci de yaratılıyor. Peki bir avukat olarak bu sizce caydırıcı bir süreç değil mi? Bir avukat böyle bir dava karşısına geldiğinde almak konusunda tereddüt içine girmez mi?

İnsanların onu düşündüğünü görüyorum. Ama ben onu düşünemem. Ben aslında Ergenekon soruşturmasına hep mesafeli duruyordum. Böyle bir soruşturmadan bir iş üstlenmeyi düşünmüyordum. “Ben bu performansı gösteremem” diyordum. 12 Eylül’de 40’lı yaşlardaydım, bu performansı gösterebilecek bir yaştı. Gerçekten büyük bir performans istiyor. Ben böyle diyor, bağışlanmamı istiyordum.

Fakat bir gün bir telefon geldi. Bir savcı randevu istedi. Geldi anlattı, dehşete kapıldım. Yani yaptığı soruşturmadan dolayı cezalandırılmak istendiğini, ezilmek istendiğini, kafasının kırılmak istendiğini görüyorum. Ve bunun yapılabilmesi için de dinlemeye alındığını gördüğüm için Ergenekon suçlamasının yapılacağını gördüm. Hemen düşündüm, ben buna mesafe koyuyordum ama yine mesafe koyarsam, gece nasıl yatacaksın? Gerçi kabul edersem de yatamayacağımı biliyordum ama birisinde stresten, birisinde vicdanımın sesinden. Ben stresten uyuyamamayı seçtim. Ben, böyle şeyler yaşandığını tahmin ediyordum ama olayı gördüm. Tehlike olarak gördüğün bir şeyin somut örneğine nasıl yabancı durursun? “Ya kusura bakma ben bu işe girmek istemiyorum” nasıl dersin? Böyle bir şey dersen kendi vicdanınla nasıl hesaplaşabilirsin? Böyle bir durum söz konusuydu.

Ergenekon davasında koşullar nedeniyle avukatlık yapmanın neredeyse mümkün olmadığı da dile getiriliyor.
Performans derken kastım oydu. Taa Silivri nere, burası nere? Haftada dört gün sürüyor. Sabah girip akşam çıkıyorsunuz. Büroyla bağınız kesilir. İşlerinizi nasıl yürüteceksiniz? Aslına bakarsanız oradaki insanların savunma hakkı o açıdan da kesinlikle ihmal edilmiştir. Öyle bir avukat bulamazsınız.

Eskiden işkence vardı, şimdi gizli tanık var
Ergenekon ve Devrimci Karargah davalarında delillerle ilgili hukukçuların dikkatimizi çektiği bir nokta var. İnsanlar bir takım şeylerle suçlanıyor ama delillere bakıyorsunuz dinlemeler, fotoğraflar, aslında hiçbir şey ispat etmeyecek nitelikte delillerin iddianameye konulduğu görülüyor.
Dinleme ve fotoğraf varsa o yine bir şeydir. O yüzden ben diyorum ki, o “demokrat” olanlara da, evrensel hukuk türküsü söyleyenlere de, Erzincan iddianamesini alın okuyun. Başka bir şeye bakmanıza gerek yok. Türkiye’nin nereye sürüklendiğini görürsünüz.

Eskiden işkence vardı, basarlardı elektriği, size AKM’yi yaktığınızı söyletirlerdi. Sonra da samimi ikrarınız nedeniyle sizi AKM’yi yakan örgüt üyeliğinden mahkum ederlerdi. Askeri darbe sırasında kimilerine AKM’yi yaktırdılar, kimilerine uçak kaçırttılar. Şimdi çağ atladık, elektrik basmıyorlar, gizli tanık uyguluyorlar. Gizli tanık dediğin ipsiz sapsız insanlar. Cezaevi kaçkınlığı, suç batağından çıkmış, cemaat üyesi insanları buluyorsun. İşkence uygulamıyorsun, “gizli tanık bize AKM’yi yaktığını söyledi” diyorsun. Bu sefer samimi ikrarından değil gizli tanık beyanından yine AKM’yi yakmaktan mahkum edeceklerini düşünüyorlar. Ama Türkiye gizli tanık sorunu yüzünden inanılmaz bir acı yaşayacak. Sonra bu acılar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mutlaka ihlal sayılacak ama mahkeme kararları o mağduriyetleri oradan kaldırmayacak.

Türkiye’de gizli tanıklar mahkemede ifade verebilecekler mi?
Daha onlar yaşanmadığı için nasıl uygulayacaklarını bilmiyoruz. O yüzden bunlar yaşandığı zaman göreceğiz. O kanunu da bu işler için çıkardılar. Duruşmada nasıl uygulanacağını göreceğiz.

Tanıkların ifade değiştirmesi tuzaktı
İlhan Cihaner davasında gizli tanıklar birkaç defa ifade değiştirdi değil mi?
Onlar da büyük olasılıkla tuzaktı, tezgahtı. Bunun en somut örneği Uğur Dündar’ı hedef alan bir tezgahı Uğur Dündar televizyonda açıkladığı için öğrenmiş olduk.

Bundan yirmi gün kadar önce Ankara’da Adalet Bakanlığı’nın çalışma toplantısındaydım. O yüzden telefonum kapalıydı. Öğle yemeğinde telefonumu açınca hemen çaldı. Bir adam. Ben, Erzincan iddianamesinde, savcı “gizli tanıklar ifade değiştirecekler, o yüzden ifadeleri çabuk alınsın” diye yazınca, bunun amaçlı bir tuzağın hazırlığı olduğunu düşünmeye başlamıştım. İşte telefon çaldı, bir adam: “Turgut Bey, biz Ankara’da havaalanındayız, İstanbul’a geliyoruz, sizinle görüşmemiz gerekiyor, saat kaçta gelelim” diye şeyler söylüyor. Ben şak diye anladım. Çünkü zaten bekliyorum, “iddianamede bunu niye yazdılar?” diye düşünüyordum. “Sen kimsin? Niye geliyorsun? Telefonumu nerden aldın?” diye kapadım. Sonra büroyu da aradılar. Büroya girdiği zaman resim çekecekler, o kadar yeter. O diyecek ki “800 bin lira teklif etti” falan, bir kirlilik yaratacak, senin üzerinde iz bırakacak.

Bilgi kirliliği nasıl yaratılır bir örnek vereyim. Basına böyle yansıdı. İlhan Cihaner’in Erzincan Adliyesi aramasında, telefonda Kadir Özbek’le görüşüyor deniyor, “Başkanım hani dün akşam sizi aramıştım ya” diyor. Bu bilgiyi polis veriyor, kamerayı da zaten polis çekiyor. Oysa bunu çeken polis o görüşmeyi yapanın Turgut Kazan olduğunu biliyor. Ben konuşuyorum! Ama o kadar kirli bir mücadele sürdürülüyor ki… Gerçekten akşam beni aramıştı. UYAP sisteminden akşam arama yapılacağını görmüş. Bana telefon etti ve “Başkanım böyle bir mesaj geldi” dedi. Arama sırasında da ben telefon ediyorum. O da bana “Başkanım akşam söylemiştim” diyor. O, Kadir Özbek’le konuşma gibi sunuluyor.

Cemil Çiçek’in İlhan Cihaner’i araması konusunda ne diyorsunuz?
Cemil Çiçek onu saklayamadığı için zaten kabul eti. Bu zaten sağlıklı bir hukuk düzeninde yeteri kadar her şeyi anlatır ve sağlıklı bir hukuk düzeninde soruşturmayı yapan savcıyı Başbakan Yardımcısı aramışsa bunu inkar edemez çünkü telefonda kaydı var. Niye aradın? Besbelli bir şey. O da zaten bunu bildiği için uzun süre cevaplayamadı. Sonunda “Çocuklarla ilgili genelgeyi hatırlatmak için aradım” dedi. Buna kargalar bile güler. Orada gözaltına alınan çocuk olamaz. Çünkü o soruşturma çocukları korumak için yapılan bir soruşturma. Çocukların yasadışı eğitime yönlendirildiğine dair bir soruşturma. Dolayısıyla, çocukları yasadışı eğitime yönlendiren bazı büyüklerle ilgili soruşturma. Kimi kandırmaya çalışıyorsun? Sağlıklı bir hukuk düzeninde o Başbakan Yardımcısı istifa etmek zorunda kalır. Ama Türkiye gibi bir yerde o Başbakan Yardımcısı anlı şanlı olur, onun uyarısına uymayan Başsavcının başına neler geldiğine de herkes tanık olur. Ne yazık ki!

İddianamede savcı suç işliyor
Birkaç gün önce Zaman gazetesinde eski bir Yargıtay üyesi ile yaptıkları röportajda, bu kişi yüksek yargıda Tunceli-Sivas-Erzincan üçgeni adını verdiği bir Alevi ağırlığından bahsediyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu iddianamede de var. Ben bu savcı ile ilgili soruşturma açılması isteğiyle Adalet Bakanlığına da başvurdum. Bu değerlendirmenin yapıldığı bir iddianame ile insanların suçlanması dehşet vericidir ve iddianamede böyle bir değerlendirme yapmak kesinlikle suçtur. İddianameden okuyorum: “Üçüncü ordu komutanı Erzincan ve civarındaki Alevi köyleri ile özel olarak ilgilenmekte, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için ordunun imkanlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlar nedeniyle Alevi köyleri ve dedeleri tarafından sevilmekte, dedeler tarafından kendine takdir beratları verilmektedir. Ergenekon silahlı terör örgütünün Erzincan yapılanmasının lideri konumundaki şüpheli Saldıray Berk’in niyetini ortaya koymaktadır bu değerlendirme. Bir ordu komutanının mezhep ayrımcılığı yapması, Ergenekon silahlı Örgütü’nün ülkemizde yaşayan kişiler arasında çatışma çıkartarak toplumsal barışın bozulması, buna bağlı olarak yürütme organının zafiyete düşürülerek ülkede kaos ortamı yaratılması ve sonucunda askeri darbeye zemin hazırlanması amacıyla örtüşmektedir.” İddianamenin bu yaklaşımı ayrımcılık yapmaktır. Türk Ceza Kanunu’nun 216’ıncı maddesine göre bu düşmanlık yaratmaktır ve suçtur.

Diğer yandan yargıda bir ikilik de yaratılıyor sanki. Şöyle şeylerle karşılaşıyoruz, örneğin Ankara bilmem kaçıncı ağır ceza mahkemesinin nöbetçi hakimine giderse tutukluyor, şu hakim onlardan olduğundan salıveriyor, bu hakim bizden olduğundan tutukluyor deniyor.
Tabii öyle bir hava yaratıldı. Aslında, bu şuradan kaynaklanıyor. Siyasal iktidar özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcılarının belirlemesinde gerçekten çok önemli bir role sahip. Onlar zaten genel çizgiye uygun hareket ediyorlar. Bu arada bir iki tane gözden kaçma olmuşsa, onları da bu şekilde pasifize etmek, bu şekilde ürküterek teslim almak için böyle militanca bir grup basın, onları hedef haline getiriyor. Dolayısıyla, “ya bir dakika, bu kadarı da olmaz” diye bakan biri çıkarsa, çıkmasın diye. Çünkü tutuklama gerçekten de istisnai bir şey. Yani gerçekten imha edilecek bir delil varsa, tutuklamamanız halinde onu imha edecekse olur. Örneğin son olayları alalım. Olay 2003’te olmuş zaten, imha edilecek delil mi kalır? Soruşturma yapılır ama tutuklama diye bir ceza yok ki, tutuklama diye bir mecburiyet de yok. İşte adam şurada, şu görevde, zaten deliller senin elinde savcı olarak. Davayı açarsın yargılanır, mahkum olursa devlet kudretlidir, o cezayı çektirir.

Bu arada solcuların hakim ya da savcı olması ihtimali de yok gibi bir şey artık herhalde. Basına yansıyan son birkaç örnekte de gördük. Adı Mahir olan birisini defalarca mülakatla elediler.
Yedi yıldır Refah Partisi iktidarı sırasında da zaten denendi. Mülakatla alıyorlar ve ince eleyip sık dokuyorlar ve sizin yeteneğinize bakmıyorlar, kafanızın içine bakıyorlar. En sonunda Mahir davaları kazandığı için kamera konuyor. Bakacaklar mülakat objektif mi değil mi diye. O zaman size ilk Türk filmini soruyor.

Savcı olmak için elzem bir şey tabii…
Ben 47 yıllık avukatım İlk Türk filmini bilmiyorum.

Bir de bu süreçte insanların fişlendiği görüldü…
Bu mülakat yetiyor zaten sizi anlamak için. İşte Mahir’i anlamışlar. O yüzden ona ilk Türk filmini soruyorlar. Yani utanmıyorlar. Bari bu adam bu kadar mücadele etmiş, kamuoyuna yansımış, duyulacaktır diye. “Bu bir mikroptur, aman ha hakim savcı olmasın sonra başımıza bela olur” diye düşünüyorlar.

(soL 17.04.2010)

Hits: 33757