Bilgütay Hakkı Durna yazdı: Seçim sonrası yazısı - 2

~ 16.04.2024, Av. Bilgütay H. Durna ~

Ama “normalleşme” yönünde yapılan değerlendirmeler (bu hali ile) politik olarak kabul edilebilir bir yaklaşıma sahip değiller. Değerlendirmelerin “normalleşme” tespiti üzerinden yapılmasının sonucu, esasen (farkında olarak ya da olmayarak), “AKP’nin düzeni”ne razı olmak anlamına geliyor. Çünkü bugüne kökten bir müdahale olmadığı sürece esaslı bir değişiklik olmayacaktır.

31 Mart 2024 yerel seçimleri geçti. Kendi adıma, seçimden önce bir “seçim sonrası yazısı” yazmıştım. Şimdi ise seçim sonrası değerlendirme zamanı. Aslında çok farklı şeyler yazılması gerektiğini düşünmüyorum. Ancak elimizde artık seçimlerin somut sonuçları var. Bunların üzerinden birkaç söz etmek gerekiyor.

“AKP seçimi kaybetti” ya da “seçimi CHP kazandı” ilk elden hemen yapılan saptamalar. Ancak, aslında hemen burada durmak ve bu saptamaların üzerine biraz düşünmek gerekiyor. Tabii ki CHP’nin bir başarısı bulunmakta. Asla bunun küçümsenmemesi gerekiyor. Ya da tersten, AKP 2002’den beri ilk kez bir seçimden birinci parti olarak çıkamadı. Bu da önemli bir gelişme. Her şey bir yana, oluşan bu tablo toplumun “AKP karşıtı” kesimlerinde bir moral üstünlüğü sağlamış durumda. Bu da oldukça önemli olup, basite alınmamalı. Ancak, tekrar ifade etmeliyim, (yine de) bu tablo üzerine düşünmek gerekiyor.

Seçim sonrası yapılan en kestirme değerlendirme; sonuçların Türkiye’de siyasi ve hukuki normalleşmenin önünü açtığı yönünde dile getirilenler. Kuşkusuz yurttaşlar baskıdan, otoriterleşmeden, yaşam tarzlarına müdahalelerden, ekonomik gidişattan ve daha bir dizi nedenden dolayı çok yorulmuş durumdalar. “Rahatlamak” ve nefes almak istiyorlar. Bu yurttaşlar için oldukça anlaşılabilir bir durum. Ama “normalleşme” yönünde yapılan değerlendirmeler (bu hali ile) politik olarak kabul edilebilir bir yaklaşıma sahip değiller. Değerlendirmelerin “normalleşme” tespiti üzerinden yapılmasının sonucu, esasen (farkında olarak ya da olmayarak), “AKP’nin düzeni”ne razı olmak anlamına geliyor. Çünkü bugüne kökten bir müdahale olmadığı sürece esaslı bir değişiklik olmayacaktır. Bunun yurttaşların aradığı “normalleşme” olmadığı ise açıktır. Sol bu yanılsamanın bir parçası olmamalıdır.

Önceki yazımda, seçim sonuçları ne olursa olsun, hangi aktör “başarılı” olursa olsun, Türkiye’yi bir sağ cephenin beklediğini düşünüyorum diye yazmıştım. Devamla da sağ cepheden kastımın yazıda sıralanan siyasi aktörlerin tamamının bir arada “ittifak” halinde durması olmadığını, bunun zaten mümkün olmadığını, kastımın esasen temel gündemlerde bir politik ortaklık hali olduğunu, fikir ve eylem birliği içinde hareket edilmesi olduğunu ifade etmiştim. Temel gündem(ler) denilince de akla hemen “yeni” anayasa başlığının geldiğini işaret etmiştim.

Evet, AKP açısından seçim sonuçları rahatsız edici. Kaybettiği şehirlerden öte, önümüzdeki günler, yıllar açısından iktidarı için endişe verici. Ancak AKP üst yönetiminin “seçimleri kaybettik” ruh hali içerisinde olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu gelinen bu noktayı kabulleneceklerini düşünmüyorum. Bu nedenle de “normalleşme” sürecine girme olasılıkları bulunmamaktadır. AKP içinde bir tartışma varsa (şu anda bir yarılmaya neden olacak halde bir tartışma olduğunu da düşünmüyorum), kişisel olarak bu tartışmayı da sonuçları “kabullenmeyen” kanadın kazanacağını düşünüyorum.

AKP’nin “derin devlet”e mahkûm hale geldiği, sürecin (artık) “derin devlet” tarafından yürütüldüğü yönündeki tezleri ise (en azından bu yazıda) ihmal ediyorum. Bu tezler önemsiz olduğundan dolayı değil. Gerçekliğini de bilemem. Düzen içi siyasette açık ya da örtülü (gizli demek daha doğru) ittifaklar her zaman olur. FETÖ sonrası yeni ittifakların kurulduğu da zaten hep söyleniyor. Ama sanırım kimse AKP’nin bir kuklaya dönüştüğünü düşünmüyordur.

Öyle ise seçim sonuçlarından devam edelim.

Seçim akşamı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı balkon konuşması “olması gereken” idi. O kadar. AKP’nin bu çizgi üzerinden yol alacağını da düşünmüyorum. Zaten Van seçim sonuçlarına müdahale “denemesi” de bu durumu hemen gösterdi. Bu nedenle, esasen seçimin hemen ertesi günü Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum tarafından yapılan açıklamaya bakılması gerektiğini düşünüyorum. Uçum’un sosyal medya hesabından yaptığı açıklamasında ifade ettiği hususları tekrar hatırlayalım. Bu açıklama yukarıda ifade etmeye çalıştığım yaklaşımı da net olarak ortaya koymakta:

-Türkiye’nin yetkin demokrasisine sahip çıkılmalıdır.

-Seçimlerde kendini başarılı gören her parti Türkiye’yi ve Demokrasisini iktidarla birlikte savunmak ve geliştirmek zorundadır.

-Başkanlık sisteminde yerel seçim sonuçlarından yola çıkılarak Hükümete ve TBMM’ye yönelik seçim eksenli talepler üretmek mümkün değildir.

-Türkiye 2028’e kadar dört yıllık seçimsiz dönemde her alanda reform siyasetini hayata geçirecektir.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ülke Liderliğiyle Bağımsız ve Güçlü Türkiye perspektifine bağlı olarak Türkiye’nin yeni aşamalara geçmesine önderlik yapacaktır.

Mehmet Uçum Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine yönelik, seçimler sonrası yaşanan gelişmeler ile ilgili yaptığı açıklamasında ise vurgularını daha da artırdı.  Türkiye toplumunun yerel seçimlerde iktidara bir istikamet çizdiğini, devletin de bunu çok iyi okuduğunu, seçim sonuçlarını Türkiye’nin batının egemen güçlerine teslim edilme koşullarını oluşturduğu şeklinde okuyanlara Milli Devlet iradesinin haddini bildireceğini ifade eden Uçum, açıklamasında muhalefetin tüm aktörlerinin ve “iktidar içinde yer aldığı kabul edilen” diye tanımladığı bir toplamın da Van olaylarında aldığı tutumun kaydedildiğini belirtti.

Açıklamalarından dört noktayı çekip alacağım. 1- Seçim sonuçlarını Türkiye’nin batının egemen güçlerine teslim edilme koşullarını oluşturduğu şeklinde okuyanlara Milli Devlet iradesi haddini bildirir. 2-Muhalefet Türkiye’yi ve Demokrasisini iktidarla birlikte savunmak ve geliştirmek zorundadır. 3-Türkiye 2028’e kadar dört yıllık seçimsiz dönemde her alanda reform siyasetini hayata geçirecektir.  4- Türkiye yeni aşamalara geçecektir.

Mehmet Uçum’un açıklamaları kuşkusuz bir yaklaşımdır ve kamuoyunda da çokça ifade edildiği üzere, AKP içindeki yaklaşımlardan yalnızca bir tanesidir. Ama öyle ise bile, kişisel olarak, önümüzdeki dönem bu yaklaşımın AKP siyasetine hâkim olacağı kanaatindeyim. Daha doğrusu, AKP zaten seçim öncesi siyasetini bu tarz üzerinden kuruyordu ve seçim sonuçları bu tarzı değiştirmeyecektir. Aksine pekiştirme olasılığı daha yüksektir. Kastım ise kişiler ile ilgili olmayıp yaklaşıma dairdir. AKP’de kimler kalır kimler gider, bilemeyiz. Bizi nihayetinde pek ilgilendirmez de.

Uçum’un açıklamalarında öne çıkan “Milli Devlet” kavramlaştırmasının vücut bulmuş hali içinse en uygun formül “sağ cephe” olarak gözükmektedir. Bu nedenle açıklamalar yalnızca aba altından sopa göstermek olarak da okunmamalıdır. Esasen bir çağrıdır da. Bu çağrı yalnızca Cumhur İttifakı’na da yönelik değildir. Muhalefet içine de bir çağrıdır.

Bu yazılanların en doğrudan sonucu ise AKP’nin bir erken seçim yolunu tercih etmeyeceğidir. Daha doğru bir ifade ile temel hedefleri ile ilgili yol almadan, sonuçlandırmadan erken seçimi gündeme getirmeyeceklerdir. Yukarıda ifade ettiğim üzere, buradaki en temel başlık da “yeni” anayasadır. Nihayetinde TBMM’nin sandalye sayısı dikkate alındığında olası anayasa değişikliği ancak halk oylaması ile gerçekleşebilecektir. Bunun üzerine 31 Mart seçim sonuçları da eklendiğinde, ortaya çıkan tablo da sağ cepheye ihtiyacı işaret etmektedir.

Sürekli ifade ettiğimiz üzere, siyasi iktidar için rejimin merkezine yerleştirilen ve büyük ölçüde kurumsallaştırılan dinselleşmenin “hukuksallaşması” önemli bir hedef. Çünkü bu rejimlerinin meşruiyeti için oldukça önemli. “Yeni” anayasanın anlamı budur. Anayasal değişiklikle hedefledikleri düzenlemeler ve tüm değişikliklerin “teminatı” olarak yargının bir kez daha şekillendirilmesi gibi başlıklar sağ cephenin de esasen varlık nedenidir. “Yeni” anayasa sağ cephenin tutkalıdır.

Bu nedenle anayasa gündemi siyasi iktidar için yapay değil, oldukça gerçekçi bir gündemdir. Yine, bu nedenle anayasa gündeminin AKP için rafa kalktığı yönündeki yaklaşımlar gerçekçi değildir. Zaten hemen seçim ertesinde, 2 Nisan tarihinde TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş Milletvekilleriyle iftar programında “1921 anayasasında olduğu gibi Türkiye’nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkânı bu mecliste vardır.” diyerek düğmeye bastı.

Yine de, tüm bu yazılıp çizilenleri silip kenara atacak iki olasılığı da akıllardan çıkarmamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, bugünden tahmin edilemeyecek sonuçları ortaya çıkarabilecek güçte bir ekonomik sarsıntıdır.  Diğeri ise savaş başlığıdır. Orta Doğu’da bugün yaşananlardan öte güçlü bir savaş olasılığı tüm aktörlerin hesaplarını değiştirmesine neden olacaktır.

Ancak, AKP yüze yüze kuyruğuna geldiği süreçten kolay kolay vazgeçmeyecektir.

Tablonun AKP tarafı bu şekilde.

Devam edeceğiz…

https://yurtsever.org.tr

Av. Bilgütay H. Durna | Tüm Yazıları
Hits: 108465