Birinci parti

~ 31.07.2024, Av. Aysel Tekerek ~

Halkın, iktidarın sırtında taşınması gereken bir yük bir küfe olarak kabul edilmesi, bunun da açık açık söylenmesi herhalde AKP ile bir polemik değil, AKP ile aynı yoldan gidildiğinin de itirafı sayılmalıdır.

Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında yaşanan “el sıkma” polemiği, bir halef selef atışması olarak sunuldu. Tartışmanın içeriği ve özellikle Özgür Özel’in verdiği yanıtlara bakıldığında CHP için “normalleşme” mühendisliğinden ziyade, yaşadığı ve yaşayacağı meşruiyet sorununa çözüm mühendisliğini işlediği anlaşılıyor.

Bu kısmı açmadan önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı ile göz teması dahi kurmama gerekçesine dair birkaç söz etmeden geçemeyiz. Kılıçdaroğlu’nun “Siz susmayın konuşabilin diye onun elini sıkmıyorum, halkımıza sürtük çapulcu dediği için onun elini sıkmıyorum. Partime ve kendinden olmayan seçmene terörist dediği için elini sıkmıyorum. Biz sarayda oturan zatın elini sıkmayacağız ve mücadele edeceğiz” açıklaması en basit tanımı ile “kendini temize çekme” sancısının bir sonucudur. Seçim döneminde helalleşme diyen, devr-i sabık yaratmayacağız diyerek suçların üstünü örteceğini ilan eden, sokakları halka tuzak olarak gösteren eski bir genel başkanın sicilini temizlemesinin o kadar kolay olmayacağını belirtip geçelim.

Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’na verdiği cevaba dönersek, iki kavramın öne çıkarıldığı görülüyor. CHP’nin birinci parti ve halkın gözünde ise iktidar partisi olduğu. Bunun tüm sonuçlarının normal ve meşru görülmediği her durum ile Kılıçdaroğlu polemiği üzerinden bir hesaplaşma dönemi açılmış görülüyor.

Normalleşmenin sadece AKP ile değil, CHP’ye oy veren milyonlarca kişiyi de kapsam altına alması, AKP’nin merkeze konulduğu her durumda belli sınırları içeriyor. Zira AKP’nin henüz bitmeyen, halka dönük saldırıları da hesap edildiğinde bu sürecin barutunun erkenden bittiği de anlaşılıyor. Bunun yerine, merkeze CHP’nin konması ve CHP’nin birinci parti olarak kalmaya devam etmesi uğruna, CHP söylemine sessiz kalınması, meşruluğun ölçüsünün esastan öte usulde aranması, şimdinin siyaset mühendisliğinin özünü oluşturuyor. CHP’nin ana muhalefette ama birinci parti iken, ana muhalefet görevini, birinci parti sorumluluğu ile yürütmesini bir “ciddiyet” olarak pazarlanması, sermaye sınıfı ile emperyalist sistemin Türkiye söz konusu olduğunda aradığı iki parti arasındaki mutabakatın harcını karıyor.

Birinci parti iken bu yolları döşeyen CHP’nin iktidar olduğunda halka karşı ön almak adına başvurduğu yolu anlamak için AKP- CHP arasındaki polemikler de hiç yabana atılmamalı. Örneğin, Özgür Özel’in, dün el sıkışıp muhabbet ettiği Tayyip Erdoğan’a bugün “küfeyi taşıyamıyorsan bize ver biz taşırız” demesi, AKP’ye bir cevap değil, halka bir meydan okumadır. Halkın, iktidarın sırtında taşınması gereken bir yük bir küfe olarak kabul edilmesi, bunun da açık açık söylenmesi herhalde AKP ile bir polemik değil, AKP ile aynı yoldan gidildiğinin de itirafı sayılmalıdır. Halkın hakları küfede bir yük, sermaye sınıfının çıkarları başta taç olurken, AKP yalnız değildir, yanında birinci parti ciddiyetini elden bırakmayan, ana muhalefet görevini ise sağcılık yarıştırmakta bulan bir CHP var.

Yerel yönetimlerde ise bu defa “sırtındaki küfeyi” doğrudan işaret ederek, ağırlığı da yükü de zamlar yolu ile halkın kaldırmasını pratik olarak uygulayan bir CHP ortada duruyor. AKP ile tek benzerliğin bu olmadığını söylemek için onlarca örnek var ama biz yine küfeden devam edelim. Küfeye ellerini atıp hafifletmek istediklerinde, reklamlar, yurtdışı gezileri, “itibarda tasarruf” değil, belediye çalışanları olması, işçilerin işten çıkarılması, toplu iş sözleşmelerinde işçilerin taleplerinde “sıkı pazarlığa” girişmeleri birinci partinin, halkı birinci sıraya hiçbir zaman koymadığını yeterince kanıtlamıyor mu?

Öte yandan, bazı CHP vekilleri, Mehmet Şimşek’in ekonomi programını haklı olarak yerden yere vururken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun kazanmış olması halinde Mehmet Şimşek’e Millet İttifakı’nın kapı araladığını unutmadılar ama unutturmak istiyorlar. Milli meseleler olarak adlandırılan, özünde emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği roller anlamına gelen, hemen hemen her başlıkta CHP’nin, AKP ile sağladığı mutabakata toz kondurulmuyor. Velhasıl birinci parti CHP, AKP’ye, sermaye sınıfına, emperyalizme sorumlu davranışını halkın gönlündeki iktidar partisi olması ile açıklarken, bir yandan da “ enkaz devraldık” cümlesini kurmak için ellerini ovuştuyor.

Programında serbest piyasa ekonomisi yazan, NATO gibi eli kanlı bir örgütü milli güvence sayan, tek dişi kalmış canavara dönüşen AB’yi medeniyet kapısı gören, cumhuriyetin kazanımları kemirilirken ses çıkarmayan, laiklik mücadelesini “muhafazakar seçmen” çıkarcılığına yem eden, halefin de selefin de “Sağ sol yok, demokrasi var” söyleminde buluştuğu, AKP şeriatçıları ve faşistleri meclise taşırken ondan da geri kalmayan bir CHP, sorumluluğunu, oylarını aldığı emekçilere değil sermaye sınıfına karşı yerine getiriyor.

Mühendislikteki büyük hesap hatasını gösterecek olan tek şey ise, küfelere sığdırmaya çalıştıkları halkın, işçi sınıfının mücadelesi olacak. Küfede bir ağırlık olduğunu değil, düzenin altından geçen derin bir fay olduğunu hatırlatmakla başlayacak her şey…

https://yurtsever.org.tr

Av. Aysel Tekerek | Tüm Yazıları
Hits: 160633