Yahudiler, göçmenler, köpekler

~ 29.05.2024, Fatih YAŞLI ~

Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada ya kitleler öfkelerini doğru yere yöneltecek ya da dünya ve insanlık kendi kıyametine doğru hızla sürüklenecektir.

Geçmişini Fransız devrimine kadar geri götürmek mümkünse de “kitle” adlı siyasi öznenin esas sahneye çıkışını 19. yüzyıla yerleştirmek gerekir; bu sahneye çıkış ise kapitalizmle ve onun yarattığı dönüşümle birlikte söz konusu olmuştur. Bu anlamda kitle modern bir olgudur. 

Sanayileşme, kırdan kente göç, işçi sınıfı oluşumu, sendikalar, kulüpler, basın… Bunların hepsi birden siyaseti sarayların, şatoların dışına taşıyıp kamusal alandaki bir halk etkinliğine dönüştürmüş ve kitleleri siyasete dahil etmiştir. 

O zamandan beri de kitle yönetici sınıflar açısından dikkate alınması, kontrol edilmesi, korkutulması, sindirilmesi ama aynı zamanda rızasının alınması, yani yönetilmesi gereken bir potansiyel tehdit olarak görülmüştür. 

Düzen açısından kitlenin yarattığı tehdit elbette ki devrim tehdididir. Yıkıcı bir özne olarak kitle, potansiyel devrim tehdidini bağrında taşır; onun sokaktaki varlığı devrimin sokaktaki varlığıdır, kitle devrimin ete kemiğe bürünme potansiyelidir de diyebiliriz. 

Sloganı “düzen ve kalkınma” ve kurucusu Auguste Comte olan pozitivizm, kitlelerin yıkıcı gücünü kontrol etme ihtiyacının, ilerlemeyi kitlelerin yaratabileceği kaos olmaksızın sağlamak arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 

Gustave Le Bon’un 1895’te yayınlanan “Kitleler Psikolojisi” adlı kitabı kitleyi bir tehdit olarak okuyan ilk bütünlüklü metindir. Bu kitap hem bireyin kitle içerisindeki davranışını hem de kitlelerin davranışlarını analiz etmek için yazılmış, kitleleri siyasete taşımayı hedefleyen devrimci güçler tarafından da karşı-devrimci güçler tarafından da okunmuş ve tartışılmıştır.

Kitle, devrimle karşı-devrim arasındaki bir mücadele alanıdır; devrimci güçler kitledeki devrimci potansiyeli açığa çıkarmaya çalışırken, karşı-devrim o potansiyeli bastırmaya, başka yerlere yönlendirmeye, manipüle etmeye çalışır. 

Faşist ideoloji, kitlelerin devrimci potansiyelinin manipüle edilip karşı-devrimin hizmetine sokulması için icat edilmiş en etkili araçtır; faşizm “küçük adam”ın sınıfsal öfkesini, sınıfsal kinini alır, manipüle eder ve o öfkeyi esas yönelmesi gereken yerden başka yerlere yönlendirir. 

Bayrak, marş, üniforma, silah, yeni topraklar fethetme, lidere tapma, ölme ve öldürme arzusu vs. işte tam da bu noktada devreye girer.  Faşizm “küçük adam”ı kitleye bu arzuyla dahil eder, ona güçle özdeşleşmeye dair bir fantezi evreni sunar ve manipüle edilmiş kitleler faşizmin, yani karşı-devrimin tabanı haline gelir. 

Ancak bu manipülasyon sürecinin bir olmazsa olmazı vardır; faşizm siyaseti “dost-düşman ikiliği” üzerine kurar ve sürekli hayali düşmanlar yaratır; ilkel toplumlardan beri devam eden “günah keçisi” bulup kabilenin birliğini yeniden kurmanın modern versiyonudur bu. 

Yahudiler  

Bu günah keçisi klasik faşizmde “Yahudi” olmuştur; 1930’lar Almanya’sında yaşanan çoklu kriz konjonktüründe Nazizm krizin müsebbibi olarak Yahudileri göstermeyi ve kitleleri Yahudi düşmanlığı üzerinden mobilize ederek iktidarını kurmayı başarmıştır.  

Nazi retoriğinde Yahudi hem kapitalizmin hem komünizmin arkasındaki asıl faildir; dünyayı kapalı kapılar ardında Yahudiler yönetmektedir, Bolşevizm bir Yahudi akımıdır, Ekim Devrimi’ni Yahudiler yapmıştır, Yahudilik dinsizliği ve ahlaksızlığı yayar, kaos çıkarmaya çalışır, amacı ise tek bir dünya devleti kurmaktır. 

Faşizm, bulduğu günah keçisini, yani iç düşmanı kitlelerin önüne atar ve krizden çıkışın onu kurban etmekten geçtiğini kitleye kabul ettirir. Burada kitlesel katliam pratikleri başlar, “düşman”a yönelik etnik arındırma ve soykırım, bozulan düzeni ve tehlikeye giren toplumsal birliği yeniden tesis edecektir. 

Yahudiler, komünistler, çingeneler, zihinsel ya da fiziksel engelliler… Ölüm bir kere hükmünü icra etmeye başlayınca öldürülmesi gerekenler de çoğalır, siyaset ölüm siyasetine dönüşür, kitle de bu ölüm siyasetinin aktif ya da pasif ortağı olur. 

Göçmenler

Günümüz faşizmi Yahudiliği günah keçisi olmaktan çoktan çıkarmış durumdadır, onun yerine ise göçmenler ve sığınmacılar ikame edilmiştir. Faşizm için güncel beka tehdidi göçtür; buna göre göç gizli güçler tarafından Batı medeniyetini yıkmak için kullanılmakta, belli merkezlerden yönetilmekte, demografiyi değiştirmek için teşvik edilmektedir. 

Peki esas mesele nedir? 

Neoliberal politikalar ve emperyalist askeri müdahaleler küresel gelir dağılımını alt üst etmiş, yoksul ülkeleri daha da yoksullaştırmış, dünyanın çeperinden merkezine doğru göçü hızlandırmıştır. Aynı neoliberal politikalar merkez ülkelerdeki gelir dağılımını da altüst etmiş, sosyal devleti aşındırmış, işsizliği ve yoksulluğu artırmıştır. 

Böylece küresel ölçekte bir yoksulluk durumu ortaya çıkmıştır ve bunun sonucunda hem Batıya yönelik göç hem de göçmen ve sığınmacılara yönelik tepki artmıştır. Günümüz faşizmi, kitlelerin içinde bulundukları durumun müsebbibi olarak sistemi değil, göçmen ve sığınmacıları görmesini sağlamakta, yani kitlelerin düzene yönelmesi gereken öfkelerini manipüle etmekte ve kendisine buradan taban bulmaktadır.

Bu ise elbette ki kapitalizmin işine yaramaktadır; çünkü bir yandan kitlelerdeki devrimci potansiyel göçmen ve sığınmacı düşmanlığı üzerinden manipüle edilip karşı-devrim mecrasına akıtılarak etkisizleştirilmekte, öte yandan da faşizmin aşırılıklarının karşısına liberalizm tarafından “makul” olan konulmakta ve bu makul siyaset topluma “bakın bize oy vermezseniz, faşizm gelir” denilerek pazarlanmaktadır. 

Köpekler 

Bu noktada artık “köpekler” meselesine gelebiliriz. “Uyutma” denilerek yumuşatılmak istense de toplumun önüne konulan “nihai çözüm”ün köpeklerin sürüler halinde öldürülmesi olduğu, üstelik bunun işe yaramayacağı bilindiği halde çözüm olarak sunulduğu açıktır. 

Bu çözüm değildir ama Türkiye çoklu bir kriz konjonktüründen geçmekte, toplum hızlı bir şekilde yoksullaşmakta, buna karşı son seçimlerin gösterdiği üzere bir öfke birikmekte, iktidarın yirmi yılı aşkın bir süredir inşa ettiği hegemonyada çatlaklar oluşmaya başlamakta, bunun da bir siyasi krize dönüşme ihtimali artmaktadır.

Hal böyle olunca kitlelerin biriken öfkesini manipüle edecek bir düşman icadına, bir günah keçisi yaratılmasına ihtiyaç vardır ve bulunan düşman şu an için sokak hayvanları ve köpekler olmuştur. Köpeklerin toplu olarak itlafında kitlelerin öfkesini başka yere yönlendirme ve soğurma arayışının olduğu açıktır. Faşizm ise her zaman bu tür sürek avlarının, toplu öldürmelerin, toplumsal histeri hallerinin üzerinde yükselir, iktidarlar gücünü hep böyle tahkim eder. 

“İnsanlar evine ekmek götüremezken, kediyi köpeği lüks mamalarla besliyorlar” ya da “kendileri güvenlikli sitelerde otururken sokak köpekleri yoksul halkın çocuklarını parçalıyor…”

Burada söylem açıkça sınıfsaldır ama bu manipülatif bir sınıfsallıktır. Halkın, yoksulların, emekçilerin karşısına sahte bir düşmanı, yani köpekleri koymakla yetinmez çünkü; aynı zamanda sınıfsal kutuplaşmayı gerçek zemininden kaydırıp hayvanseverlik üzerine kurar, sahte bir sınıfsal karşıtlık inşa eder. 

Oysa nasıl ki 1930’lar krizinin müsebbibi Yahudiler, Batı’nın bugünkü krizinin müsebbibi göçmenler ve sığınmacılar değilse, Türkiye’nin yaşadığı krizin müsebbibi de sokak hayvanları, köpekler ya da “mama lobisi” değildir. 

Türkiye her şeyden önce bir bölüşüm krizi yaşamakta, yani halk tepeden bir sınıf saldırısına maruz kalmakta, faizler düşürülüp enflasyon yükseltilirken de faizler yükseltilip güya enflasyonla mücadele edilirken de emeğiyle geçinenlerden zenginlere bir servet transferi yapılmakta, zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olmaktadır. 

Ortada bir iş bilmezlik, beceriksizlik, cahillik yoktur; düzenin bekası ve sermaye sınıfının çıkarları adına bile isteye uygulanan sınıfsal politikalar, bile isteye uygulanan bir yoksullaştırma programı vardır. Yoksul halk çocuklarını köpekler değil bizzat bu düzen, bizzat bu politikalar yemekte, onların hayatlarını, geleceklerini paramparça etmektedir. 

O halde bizde de dünyanın her yerinde de öfkenin asıl yönelmesi gereken yerin içinde yaşadığımız sefaleti bize reva gören bu sistem, yani kapitalizm olduğunu görmek, faşizmin sahte sınıfsallığının karşısına hakiki bir sınıf siyaseti koymak mutlak bir zorunluluktur. 

Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada ya kitleler öfkelerini doğru yere yöneltecek ya da dünya ve insanlık kendi kıyametine doğru hızla sürüklenecektir.

https://haber.sol.org.tr/yazar/yahudiler-gocmenler-kopekler-393541

Fatih YAŞLI | Tüm Yazıları
Hits: 60596